Çoğu Avrupalı vatandaş Türkiye'nin Avrupa Birliği'nin bir parçası olmaması gerektiğine inanıyor.Bunun bazıları geçerli, bazıları önyargıya dayanan çeşitli nedenleri var: Türkiye çok büyük; Türk işçileri diğer ülkelere akın edebilir; Türkiye'nin insan hakları konusunda şüpheli bir tarihi var; Türkiye Kürtleri eziyor; Türkiye Kıbrıs konusunda Yunanistan'la problemini çözmedi.
Ancak kuşkusuz temel sebep, Müslüman bir ülke olan ve Müslüman bir parti tarafından yönetilen Türkiye'nin fazla yabancı görülmesi. Eski Fransa Cumhurbaşkanı ve AB Anayasası yazarlarından biri olan Valéry Giscard d'Estaing'in ifadesiyle, "Türkiye bir Avrupa ülkesi değildir".
Bu, yıllarını Avrupalılıklarını ispat etmeye çalışan laik Batılı Türk elitleri tarafından katlanılması zor bir durum. Uluslararası bir örgütte çalışan eğitimli bir Türk'ün bana yakın zamanda söylediği gibi "Onlarla futbol oynuyoruz, televizyonda beraber şarkılar söylüyoruz, birlikte iş yapıyoruz, insan hakları konusunu iyileştirdik ve ülkemizi demokratikleştirdik. Söyledikleri her şeyi yaptık ama hâlâ bizi istemiyorlar."
Kuşkusuz ki Avrupa yıllardır sadece zenginliğin değil, liberal politikaların, açık toplumların ve insan haklarının sembolü. Ve Türkiye, Avrupa standartlarını yakalamak için verdiği uğraştan önemli ölçüde yarar sağladı. Ancak gitgide daha fazla Avrupa Birliği'ne dair hayal kırıklığı yaşıyor. Bir demokrasi modeli olmaktan çok uzakta olan AB kibirli ve gelişmelerden bîhaber bir yönetim olarak kurallar koyuyor ve ortalama vatandaşları görmezden gelerek ataerkil ve zorba bir yönetim sergiliyor. Ve Romanya, Bulgaristan ve Macaristan gibi yeni üye ülkeler açık liberal demokrasinin mükemmel örnekleri sayılmazlar.
Batılılaşmış Türkler için AB'ye kabul edilmek, Erdoğan'ın temsil ettiği İslamî popülizme karşı bir cankurtaran niteliği taşıyor. Avrupa'nın bir parçası olmaktan kazanç sağlayacak olanlar sadece eski ayrıcalıklı elitler değil. Azınlıklar da buna dâhil. Katalanlar veya İskoçlar gibi Kürtler de AB üyeliğinden yana, çünkü üyelik, ülkelerinin çoğunluğuna karşı onlara bir barınak sağlıyor.
Türkiye'nin büyüklüğü ve nüfusu Avrupalıları bazı nedenlerle endişelendiriyor. Ama bu korku muhtemelen abartılıyor. Türkiye ekonomisi gelişiyor, bırakın hücum etmeyi, fakir Türklerin başka ülkelerde iş araması için bile daha az neden olacaktır. Eğer AB'nin olağanüstü bir şekilde genişleyen üyeliği gelecekteki federal bir devleti gösteriyorsa bu kötü bir şey olmayabilir. Her durumda Türkiye'nin eklenmesi hayati bir fark yaratmayacaktır.
Türkiye diğer Müslüman ülkeleri daha liberal ve demokratik bir tarafa yönlendirmek için iyi bir pozisyonda. Üstelik Avrupa'ya dâhil olma noktasında gerçek bir ihtimal ile Türkiye, Batı ve Ortadoğu arasında var olan potansiyel gerilimleri azaltabilir. Batı'nın Ortadoğu'ya müdahalesi Türkiye olmadan Batı emperyalizmi gibi görünmeye devam ediyor.
Türkiye'nin AB üyeliği ihtimali aynı zamanda Batı'nın Hıristiyanlık demek olduğu eskimiş fikri yok eder. Hıristiyanlık Avrupa medeniyetinin şekillenmesine kuşkusuz yardımcı olmuştur ama Avrupa vatandaşlarının hepsi Hıristiyanlığı uygulamamaktadır. Birçoğu Hıristiyan bile değildir.
Çoğunluğu Müslüman olan büyük bir demokrasi AB'ye girebilirse, Fransız, İngiliz, Hollandalı veya Alman Müslümanları Avrupalı vatandaşlar olarak kabul etmek kolaylaşacaktır. Ortak çıkar ve liberal kurumların AB'yi tanımlaması gerektiğine inananlar bu kabul sayesinde kazanacaktır. Kültür ve inanç temelinde bir Avrupalı kimliği arayanlar ise buna karşı çıkacaklardır.
Ne yazık ki, ekonomik kriz, yükselen milliyetçilik ve içe dönük popülizm zamanında, Müslüman bir ülkenin AB üyesi olma ihtimali zayıf. Böyle bir süreç insanlara dayatılamaz. Çoğu Avrupalı vatandaşın isteklerine karşı bunda diretmek, birçok Avrupalının AB'ye karşı olmasına yol açan demokratik olmayan ataerkilliğin bir çeşididir. Ancak çoğunluk her zaman haklı değildir ve zaman değişebilir ve biz, zaman yeterince çabuk değişmediği için pişmanlık içinde yaşayabiliriz. Project Syndıcate 8 Temmuz 2011
Kaynak: Zaman