Türkiye'nin yükselişi

Amerika'nın Irak'ı yakıp yıkmasının Körfez'deki güç dengesini altüst ettiği yaygın bir kabüldür; İran İslam Cumhuriyetine Sünni Arap devletlerinin hâkimiyetine meydan okuyabilecek, İsrail ve Amerika'ya rakiplik taslayacak bölgesel büyük güç olarak ortaya çıkmanın yollarını açmıştır. Nüfuzunu şu an Şia liderliğindeki Irak'a, Suriye, Lübnan ve Filistine ve hatta belki de Kuzey Yemen'de Sana'a'daki merkezi hükümetle savaşmakta olan ayaklanmacılara kadar yaydı ki anlaşılır bir şekilde Suudi Arabistanı kaygılandıran bir gelişmedir.

Bununla birlikte, Irak savaşının bir diğer sonucu daha var ki dikkatleri celbediyor. Amerika'nın Irak'taki başarısızlığı – ayrıca İsrail'in aşırılıklarını törpülemede düştüğü başarısızlık – Türkiye'yi Amerikan yanlısı dar ceketi çıkarıp Ortadoğu'dan Balkanlara, Kafkasya'dan ve Orta Asya'ya uzanan devasa bölgede bağımsız güçlü bir aktör olarak ortaya çıkmaya yüreklendirdi.

Türkler, İran ve İsrail genişlemeci ve mevcut güç yapılarına kafa tutarak kaygı ve hatta korkuya yol açan revizyonist güçlerken, Türkiye istikrar kazandıran bir güçtür, büyük bir alanda barış ve güvenliği yaymaya niyetli diyorlar ve bunu söylemekten hoşlanıyorlar.

Türkiye, askeri kuvvetle değil barışçıl diplomasiyle nüfuzlarını genişletiyor. Komşularıyla ekonomik bağlar tesis ediyor ve sürüp gitmekte olan çeşitli bölgesel çatışmalarda aracılık teklif etti (...) fakat [PKK ile mücadelesinde bile] daha yumuşak bir yaklaşım sergiliyor. PKK isyancılarına af sunuldu ve Türkiye'nin nüfuzlu Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu geçen hafta Kuzey Irak'taki Bölgesel Kürt Yönetimine -türünün ilk örneği - tarihi bir ziyaret gerçekleştirdi. Türkiye'nin Erbil'e konsolosluk açması bile gündemde.

Türkiye'nin diplomasisi son yıllarda pek çok başarıya imza attı, Arap dünyasında muazzam bir halk desteği kazandı ve AB üyeliği teşebbüsünde Türkiye'nin elini güçlendirdi. Bazıları AB olmaksızın Türkiye'nin, Türkiye olmaksızın AB'nin bir geleceği olmayacağını savunacak noktaya vardılar.

Türkiye'nin dinamik çok yönlü dış politikası Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve şu an Cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül liderliğinde AKP'nin 2002 yılında iktidara gelişiyle şekillenmeye başladı. Bu adamlara haklı olarak muhafazakar ve ılımlı müslüman nazarıyla bakılmaktadır – eşleri başörtülüdür – fakat İslami bir devlet kurma emellerinin olmadığını vurgulamaya dikkat ediyorlar. Türkiye'nin nüfusu büyük ölçüde müslümanlardan oluşuyor fakat bizzat devlet laik, demokratik, kapitalist ve hem Batıya hem de Arap ve müslüman dünyasına yakın. Esasen Türkiye kendisini her iki yaka için de hâyati bir köprü olarak görmektedir.

Ahmet Davutoğlu Türkiye'nin yeni dış politikanın teorik çerçevesini çizen adam olarak kabul edilmektedir. Dışişleri Bakanı olmadan evvel Erdoğan'ın başdanışmanıydı.

Geçen Ekim ayında yapılan iki ziyaret, Türkiye'nin faal dış politikasını resmetmek için kullanılabilir. Başbakan Erdoğan ve beraberindeki dokuz bakan, işadamlarıyla dolu bir Airbus'la Bağdat'ı ziyaret ettiler; ticaret, enerji, su, güvenlik, ormancılık, çevre vb alanlarda 48 civarında sözleşme imzaladı.

Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu hemen hemen aynı tarihte Halep'teydi; Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim'le 40 kadar anlaşmaya imza attı ki bunların içerisinde en önemlisi herhalde vizelerin kaldırılması, insanların ortak sınırdan serbestçe geçmesine izin verilmesiydi.

Türkiye Ekim ayında Ermenistan'la diplomatik ilişkileri normalleştiren ve iki ülke arasında uzun süreden beri kapalı sınırları açan iki protokol imzalayarak bir ilki gerçekleştirdi. Şaşırtıcı değildir, Türkiye'nin müttefiki Azerbaycan bu gelişmeye güçlü bir şekilde itiraz etti zira ona ait olan Ermeni nüfuslu ve Ermenistan işgali altındaki Yukarı Karabağ yüzünden Ermenistan'la çatışmaya kilitlenmiş durumda.

Aslında, Ermenistan Karabağ'ın hiç değilse bazı kesimlerinden çekilene dek Türkiye'nin Ermenistan'la imzaladığı protokollerin yürürlüğe gitmesi muhtemel değil fakat en azından Türk-Ermeni uzlaşmasında tarihi bir başlangıç yapılmış oldu.

Arap nokta-i nazarından en çarpıcı gelişme şüphe yok ki Türkiye'nin özellikle de savunma sanayi ve yüksek teknoloji ürünü silahlarda 1996'dan beri İsrail'le kurduğu çok yakın ilişkilerde yaşanan soğumadır. İsrail'in Filistinlilere karşı Gazze savaşında zirve yapan zâlim baskısına Türklerin duyduğu öfke ilişkilere zarar verdi.

Başbakan Erdoğan -Filistin davasının güçlü bir destekçisidir - Gazze saldırısından evvel bile İsrail'in vahşi bazı hareketlerini "devlet terörizmi" olarak tanımlamaktan çekinmemişti. İki ülke ilişkilerinin topyekûn bozulması muhtemel değil fakat İsrail'in sertlik yanlısı Başbakanı Benjamin Netanyahu ve onun ırkçı Dışişleri Bakanı Avigdor Lieberman iktidarda kaldığı müddetçe eski kıvama dönülmesi de muhtemel değil.

Türkiye'nin diplomasisini destekleyen bir şey de Rusya ve Orta Asya'daki petrol ve doğalgazı enerji açlığı çeken Avrupa pazarlarına bağlayan eşsiz bir enerji merkezi olarak oynadığı merkezi roldür.

Öyle ya da böyle, yeniden dirilen bir Türkiye, karşılaşmacı olmayan ve olumlu bir tarzda, Ortadoğu'da güç oyununun kurallarını yeniden yazıyor. Çalkantılı ve hayli yanıcı Ortadoğu'daki ışıltılı birkaç noktadan biri bu.

Kaynak: Middle East Online


Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı