Türkiyenin uyanışı ve tarihi sorunlarla yüzleşme

 

Dr. Rıdvan Seyyid

Geçtiğimiz hafta Erdoğan yanlısı Türkler iki "tarihi" anlaşmaya imza attılar: Ermenistan'la sınırların açılması anlaşması ve Suriye ile de iki ülke vatandaşlarını vizeden muafiyetiyle birlikte sınırların "kaldırılması", serbest ticaret, yatırımı teşvik ve başka hususların da içinde olduğu anlaşmalar silsilesi... 

Tarihi sorunun devasa bir hacme sahip olması nedeniyle Ermenistan'la olan anlaşmanın çok daha önemli olduğunu öncelikle teslim ettikten sonra iki durum arasındaki farkın açık olmasına rağmen, her iki anlaşmanın anlamının birbirinden farklı olduğunu söylemek gerekiyor. İki anlaşma arasındaki en önemli fark, bu "açılım" ve yayılma stratejisinin ne askerlerin hâkim olduğu soğuk savaş döneminde ne de Atatürkçü partilerin iktidar oldukları dönemde meydana gelmesi mümkün olmayan gelişmeler olmasıdır.

Son kırk yıl boyunca Ermeni ve Kıbrıs sorunu, Türk Dışişlerinin en önemli sorunları  olarak varlığını sürdürdü. Tıpkı Kürtlere olduğu gibi Türkiye, İran ve Rusya benzeri büyük ve orta ölçekli devletler arasında kalan Ermeniler ise Türkleri, 19. yüzyıldan bu yana büyük katliamlar gerçekleştiren ve Ermenilerin bir çoğunu farklı yerlere süren bir millet olmakla suçluyor.

Ulus devlet projesi iflas ettiğinde Ermeniler, sürüldükleri ya da gitmek zorunda kaldıkları yerlerden (diasporadan) yükselen ulus devlet Türkiye Devleti'ne karşı hareket geçtiler. Türkiye, diasporadaki Ermenilerin medya üzerinden yaptıkları saldırılara karşı kendini ikinci Dünya Savaşı'ndan sonra NATO'ya girerek korusa da Ermenilerin Türkiye'nin kendilerine jenosit uyguladıkları yönündeki iddiaları, altmışlı yıllardan itibaren Türklerin başını ağrıtmaya başladı. Bu sorunlar, SSCB'nin çöküşünden sonra Ermenilerin tarihsel vatanlarının bir parçası üzerine bir devlet kurulmasıyla kısmen ortadan kalkmış gibi göründü. Sonra da doksanlı yıllarda, halen işgal etmekte oldukları komşu dağlık Karabağ bölgesinde Azerbaycan'a karşı bir savaşa girdiler.

Rusya ve İran (Özellikle İran, nüfusunun önemli bir bölümü Şii olmasına rağmen Azeri milliyetçiliği nedeniyle) Ermenistan'ı desteklerken Türkler ise İranlılarla, Ruslarla ve Ermenilerle herhangi bir çatışma içerisine girmeksizin Türk kökenli Azerilere sempati duydu. Sonuçta Avrupalıların Ermenilerden yana olmalarına rağmen bu ikisi, çıkarlarının komşu Türkiye'ye karşı siyasetlerini değiştirmekte yattığını gördüler. Amerikalılar da özellikle geçen haftaki protokolün imzalanması ve karşılıklı uzlaşmanın sağlanması için elinden gelen katkıyı esirgemedi. Halen Türkler, Azerilerin imzalanan protokolden büyük bir hayal kırıklığı duymuş olmasına rağmen, Türkler, Ermenistan'la tam bir normalleşmenin ancak ve ancak Ermenilerin Azerbaycan'la sorunlarını halletmesine bağlı olduğunu ısrarla belirtmektedir. 

Kıbrıs sorunu 

Türkiye'nin Kıbrıs sorununa gelince buradaki nüfusun dörtte birinin Türkiye'den gelenlerin oluşturduğunu söylemek lazım. Yetmişli yıllarda adanın Rum kesiminde yaşanan askeri bir darbeden ötürü gerilim yaşanması nedeniyle Türk ordusu, adaya 1975 yılında müdahale etti ve adanın Türklerin yaşadığı bölümünü bu şekilde koruma altına almış oldu. 

Yunanistan-Türkiye ilişkileri geçtiğimiz son on yılda ciddi düzelme gösterdi. Türkler, Kıbrıs'taki sorunu aynı şekilde çözmeyi ve federal sistemi geri getirerek adayı yeniden birleştirme eğiliminde… BM'nin getirdiği çözümü Türkler, Erdoğan'ın başbakanlığının ilk yıllarında onaylarken, Kıbrıslı Rumlar ise uluslararası çözümü reddetmelerine rağmen Avrupalılar adanın birliğe girmesine yardımcı oldular. ABD, Kıbrıs'ta da Türklerin yanında yer aldı ve onları destekledi. Belki Amerika, Ermenistan'la aralarındaki sorunların çözümü konusunda yaptığı gibi Kıbrıs sorunun çözümünde arabuluculuk yapabilir. 


Kürt sorunu 

İşte bu şekilde Türkiyeli İslamcılar, Atatürk ve askerlerin hakim oldukları dönemlerden kalma sorunları aşmaya çalıştılar. Ancak içerde ve dışarıda Türkiye'nin başını en çok ağrıtan sorunlarından biri de Kürt sorunu oldu. Kürtler, toplam nüfusun %15'ini teşkil ederken Şeyh Said'in 1924'deki ayaklanmasından bu yana neredeyse devamlı isyan halindeler. Ardı ardına gelen Türkiye hükümetleri sertlik yanlısı ve ulusalcı bir siyaset izlediklerinden, İran ve Irak'la birlikte Kürtlerin bağımsızlık taleplerine karşı ittifaklar kurdular. İran'ın azınlıklar ve Kürtler üzerindeki yumruğu giderek güçlenirken Kürtler, Amerika ve İsraillilerin yardımıyla, Saddam'ın devrilmesinden hemen önce Irak'ta yarı bağımsız özerk bir yapı kurdular.

Türkiye'deki sisteme karşı Kürt direnişi her ne kadar Suriye, PKK lideri Abdullah Öcalan'ı teslim ettikten sonra biraz hafifler gibi olduysa da hiçbir zaman tamamen sönmedi. Aynı şekilde Tayyip Erdoğan da hiç tereddüt etmeden Kürtlere eğitim, kültür ve hukuk alanındaki haklarını verdi. Şimdi ise Türk Parlamentosu'nda küçük bir Kürt grubu bulunmaktadır. Onların şiddetten uzak hareketleri geçmişte olduğu gibi itirazlarla karşılaşmadı. Ancak Erdoğan her zaman Kürtlerin çoğunlukta yaşadığı bölgelerde özerk yönetim önerisinde tereddüt etti.

Türk uyanışıyla ilgili dört farklı yönelim bulunmaktadır: Büyük ekonomik kalkınma, Geleneksel Türk nüfuzu bölgelerinde yayılma, "Büyük Ortadoğu" bölgesine ekonomik müdahale, AB'ye girmek için elinden gelen her şeyi yapmak. Son 7 yıldır Türkiye'de ekonomik büyüme %7 azaldı. SSCB'nin çöküşünün ve Yugoslavya'nın dağılmasının ardından Türk tarihçiler ve ekonomistler özellikle Orta Asya'ya, Kafkaslara ve Balkanlara yayıldılar.

Geçen yaz Kosova'ya gittiğimizde her yerde Türk tesiri oldukça açıktı. Ekonomik kurumlardan, devletin yeni kurumlarına, oradan da Osmanlıların eski tarihi camilerinin ve medreselerinin restorasyonuna varana kadar her şeye sinmişti bu etki..Ankara ve İstanbul'a iki ay önce düzenlemiş olduğum ziyaret sırasında Diyanet İşleri Başkanlığı görevlileri; Orta Asya, Kafkasya, Balkanlar ve Türkiye'den gelip de dini eğitim görmekte olan 11 bin kişilik bir burs listesini ve yüzüstü bırakılmış bir çok cami ve medresenin restorasyonuyla ilgili projelerini bana göstermişlerdi.  Batılı araştırmalar ise Orta Asya ve Kafkaslarda İranlılarla Araplar arasında yaşanan çekişmeye işaret ediyorlardı.

Suriye ile Türkiye arasındaki gerilimin 1998 yılında Abdullah Öcalan'ın teslim edilmesinden sonra düştüğü doğrudur, ancak 2004'den bu yana iki ülke arasındaki ilişkiler son günlerde stratejik anlaşma boyutuna ulaşmış durumda. Bu yakınlaşmayla doğru orantılı bir şekilde, Türkler, Suriye ile Lübnan arasında arabuluculuk yapmaya ve BM ile birlikte Lübnan'a asker göndermeye başladılar. Son olarak Suriye ile Irak arasındaki gerilimlerle ilgili arabuluculukta bulundu, 15 Ekim 2009 tarihinde ise Erdoğan, Bağdad'a ulaşarak Maliki'yle onlarca anlaşma imzaladı ve eşsiz komşuluk ilişkilerinin temelini attı. Suriye ile İsrail arasındaki arabuluculuk ise zaten bilinen bir husustur. Ancak bu arabuluculuk, 2008 yılının sonlarında İsrail'in Gazze'ye saldırısı nedeniyle durmuş olmakla birlikte iletişim bütünüyle kesilmiş değildir.

Türkiye ile İran arasında giderek artan ölçekte bir ticari ilişki bulunmaktadır. Erdoğan, yakında İran'a gidecek, Türkiye'nin ABD ile İran arasındaki iletişimle yakından ilgilidir. Geleneksel olarak iki ülke arasındaki en temel ortak nokta Kürt sorununa ilişkin olmasına rağmen, şimdi ise bu ortaklık Irak'a ve ortak ekonomik çıkarlara da intikal etmiş durumda.  Afganistan'da ise Türkiye, NATO güçleriyle birlikte savaşıyor ve hatta bu güçlere komuta ediyor.

Türkler halen AB'ye girmek için yoğun bir çaba harcıyorlar. Fransız Cumhurbaşkanı Chiraques'in gidişi ve onları bu sevdalarından vazgeçirmek için Akdeniz Birliği önerisini getiren Sarkozy'nin gelişinden sonra bu konuda Türkiye'ye karşı çok fazla ihlaller gerçekleşti. Bu arada Almanya'nın eski bakanlarından Türkiye'yi bu hususta destekleyenler arasındayken Merkel ise bu konuda tereddütlüydü. Avrupa sağı ise açıkça büyük bir Müslüman devlet olarak Türkiye'yi AB içerisinde istemediklerini söylemekteydi. Ancak Amerikalılar Cumhuriyetçiler ve Demokratlar Avrupalı bir Türkiye için heyecan duymaktadırlar.

Sonuç bölümünde size iki öykü aktaracağım: Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu Lübnan'a geldiğinde Başbakan Saad Hariri'yi ziyaret ettikten sonra güneydeki Türk gücünü de ziyaret etti. Ardından kuzeydeki bir Türkmen köyüne geçti, oradaki Türkmenleri ziyaret etti. Ziyaret sırasında Türkmenler içinde bulundukları kötü durumlarını aktardı. Bunun üzerine Davutoğlu dışarıdaki herhangi bir Türk'ün yaşadığı sıkıntı ve susuzluğun kendileri için Anadolu'daki bir köyde yaşanmış sayılacağını, bundan böyle kendi ilgi alanlarına girdiğini söyledi.

Diğer öykü ise 1920'li yıllarda Fransa'nın Suriye ve Lübnan'daki komutanı olan Gorou ile Mustafa Kemal  arasındaki görüşmelerle ilgili..Komutan bütün itirazlara rağmen Hatay'ı Türklere vermek istediğini zira Türklerin iyi Arapların ise kötü insanlar olduğunu, Türklerin gönüllerinin alınması durumunda Irak'ta İngilizlerle rahatça rekabet edebileceklerini söyledi.

Bugün Türkler, farklı bir İslam biçimini sunma hususunda başarılı olabilecekler mi? Türkiye'nin Avrupa ve Orta Asya'daki yayılması, başarıyla sonuçlanacak mı? Meşhur Türk gazeteci Cengiz Çandar, Türkiyeli siyasetçiler ve askerlerin istikrar ve devamlılığı sevmeyen bir yapıya sahip olduklarını söylüyor. Türkiye'nin en önemli sorunlarından biri hızlı çözümlere yatkın olmayan özelliğe sahip oluşu..Ancak Türkiye'nin sorunları, yeni yönelimi dikkate alındığında başarıdan kaynaklanan sorunlar olarak anılacaktır, başarısızlıktan değil… 
 

İslamonline'den çeviren İslam Özkan