Türkiye ve Suriye ilişkileri birkaç ay içerisinde, ki uluslararası ilişkilerde göz açıp kapamak kadar kısa bir süredir, iki ülkenin “iki halk tek devlet” dediği bir noktadan düpedüz düşmanlığa ve emsalsiz bir kine vardı. Bu dönüşümle ilgili bahse değer olan bir şey de şu: Buna yol açan, bir ülkenin diğerine karşı hasmâne bir tutum içine girmesi değildi.
Bu dönüşüm, Türk liderlerin protestolarla yüzyüze gelen Baas rejiminin reformları yürütmeye ehil olmadığı ve Beşşar Esad’ın günlerinin sayılı olduğu sonucuna varmaları sayesinde yaşandı. Ankara, genel bilgilerden hareketle, Esad rejminin 6 ay ila iki yıl kadar ayakta kalabileceğini hesaplıyor.
Türkiye’nin duruşu, Arap Baharının harekete geçirdiği büyük değişimlerden ve Libya’da olduğu gibi önceki hesap hatalarından çıkarılmış derslerden besleniyor. Özetle, Türk liderler Esad’ın bertaraf olacağına, bu ne kadar çabuk gerçekleşirse, hem kendileri hem de bölge için o kadar iyi olacağına hükmetmiş durumdalar. Böylelikle süreci hızlandırmaya karar verdiler ve fakat şıkları oldukça sınırlı.
Rejim değişikliği, Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ve Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun ilk tercihi değildi. Doğrusu, Erdoğan iktidara geldikten sonra Suriye’ye büyük yatırım yaptı. Davutoğlu, kendi deyimiyle Suriye’yi 60 kez ziyaret ederek onu “komşularla sıfır sorun” politikasının vitrini haline getirdi. Türkiye-Suriye ilişkilerindeki ters dönüş pek çok bakımdan çarpıcıydı. Türkiye’nin Suriye’yi tehdit etmesiyle Beşşar’ın babasının Abdullah Öcalan’ı kovduğu 1998’den beri uzun bir mesafe katetmiştir. Ondan sonra da Erdoğan ve genç Esad, ailelerinde katıldığı yakın bir ilişki geliştirdiler.
Türk ihracatı 2000’deki 184 milyon dolar seviyesinden 2010’da 1.64 milyar dolar seviyelerine çıktı; toplam ihracattaki payı yüzde 1.6 oldu. İki ülke arasındaki vize yükümlülükleri kaldırıldı, serbest ticaret anlaşmaları imzalandı ve enerji alanında yatırımlar yapıldı. Sınır bölgesindeki iller ticaret ve turizmin artış kaydetmesiyle ekonomik patlamaya şahit oldu.
Erdoğan, Esad’ın reform sürecini başarıyla yürütmek sûretiyle yönetimde kalmasını daha çok tercih ederdi. Kişisel dostluğuna güvenerek Suriye devlet başkanını bu yöne doğru sürüklemeyi denedi, istihbarat başkanını ve Davutoğlu’nu Şam’a gönderdi. Sınır bölgelerinde Suriye ordusunun ve paramiliter güçlerin saldırısına maruz kalan kişilerin oluşturduğu mülteci akını, sert bir duruş sergilemesine yol açtı. Son bir çaba olarak Davutoğlu gönderildi ve Beşşar Esad’a Ramazan boyunca göstericilere ateş açmaması salık verildi.
Türkiye, Suriye’de gerçek bir ikilemle yüzyüzedir. Bir yanda, Esad’a muhalefette cephe ülkesi haline geldi. Türkiye sınırlarında yaklaşık 8000 mülteci var. Suriye muhalefetine Türk topraklarında –askeri değil - siyasi örgütlenme için serbestlik tanındı. Tüm bunlar Türkiye’ye bir kez daha büyük bir uluslararası önem ve potansiyel liderlik rolü aşıladı. Suriye rejiminin içeriden çökmesi ihtimali hakkında duyulan kaygılar Erdoğan’ın İran ve İsrail politikalarının ABD’de büyük bir şaşkınlık yarattığı bir zamanda Washington ve Ankara arasında uzlaşmaya yol açtı.
Öte yanda, Türkiye Şam’daki Esad hâkimiyetini daha da zayıflatmak için gerekli olan önemli fedakarlıkları yapmak istemiyor olabilir. Sınırların kapatılması, ticaret ambargosu ve ayaklanmacıların silahlandırılması imkânsız değilse de zor seçeneklerdir ve anlaşılabilir bir şeydir bu. Türkiye’nin sınır illerinde özellikle Türk Alevilerinin– Suriye’nin yönetici alevi azınlığı gibi Şii İslam’ın şubesidir - yaşadığı Hatay ilinde hükümetin Suriye politikasına itiraz ediliyor.
Bir süre önce Türkiye-Suriye ticaret ofisi yetkilileriyle İstanbul’da yaptığım görüşmede Suriye’ye ticari ambargo uygulanmasına karşı çıktıklarını söylemişlerdi. Erdoğan’ın AK Parti hükümeti ihracat sektörüne öncelik veriyor ve zaten mevcut câri açık yüzünden kaygılıyken bırakın Suriye pazarını, hiçbir ihraç pazarını terk etmeye durumu gerçekten el vermez.
Fakat kötüleşen ekonomik şartlar ticari müeyyideler sorusunu eninde sonunda tartışılabilir hale getirecektir. Suriye’nin döviz rezervi tükeniyor; Türk işadamları, ticaretin önündeki engellerin doğal bir şekilde arttığını göreceklerdir. Suriye’deki iş dünyasını taraf değiştirmeye ikna edebilir bu.
Türkiye için daha zor olanı, 1990’larda Irak’ta uygulananı hatırlatırcasına, Suriye’nin kuzeyinde uçuşa yasak bölge uygulamasıdır. Ankara böylesi bir hamleyi silahlı Batı müdahalesinin potansiyel başlangıcı olarak algılamaktadır ve silahlı müdahaleye karşı çıkmaktadır. Eğer Suriyeli Kürtler Irak’takine benzer şekilde özerklik kazanırlarsa, hâlihazırda hareketlilik içerisinde olan Türkiye’deki Kürtler de kendi merkezi hükümetlerine daha da kafa tutma cesareti hissedebilirler. Suriye ve İran’ın eskisi gibi PKK’nın güneydoğudaki şiddetini destekleyeceklerinden de şüphe duyuluyor. Fakat Türk hükümeti için bir tehditten ziyâde bir sıkıntı ve zahmet meselesidir bu. Daha endişe verici olanı, Suriye krizinin topyekûn sivil savaşa dönüşmesi halinde oluşacak mülteci selidir.
Esad rejiminin siyasi gün batımına doğru acımasızca ilerlediği sonucuna varan Ankara, Libya tecrübesinin tekrarlanmasından uzak durmak istiyor. Bu amaçla, Esad’ın üzerinde baskıyı artırmaları gerektiği düşüncesiyle diplomatik nüfuzu son gramına kadar kullanacaklardır.
Muhtemel değildir ama Beşşar Esad, rejimiyle birlikte sağ salim ayakta kalsa bile Türkler onu defterden sildiler. Beşşar Esad Suriyesi, fırsatlar ülkesini temsil etmiyor artık; ekonomisi ve siyaseti, Sovyetlerin son günlerindekine benzer bir durgunluğa çakılıp kalacaktır.
Kaynak: The National (BAE)
Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın