Osmanlı imparatorluğunun yıkılmasından 100 yıl sonra Türkiye tekrar uluslararası arenaya giriş yapıyor ve 19-20. yüzyıllarda kaybettiklerini tekrar elde etmek için yoğun çaba harcıyor. Ankara yetkililerinin planı komşu devletlerin tamamının çıkarlarına ters düşüyor. Bu devletler içerisinde muhakkak Rusya da yer alıyor.
Son haftalarda Türk yetkililerinin politik hamlelelerini analiz edelim. Şunun göz önünde tutulması gerekiyor. Bu hamleler İsrail, Suriye, Irak, İran ve AB ülkelerinde önemli ölçüde endişelerin artmasına neden oldu.
Özellikle de Ankara ile Tel Aviv arasında yaşanan gerilimin dikkatli bir şekilde incelenmesinde fayda var. Bu gerilimin devam etmesi durumunda iki ülke arasındaki birlik ve beraberliğin devam etmesi düşünülemez. Türkiye yöneticileri Filistinlilere büyük oranda destek veriyor, İsrail nükleer programının incelenmesi maksadıyla uluslararası kurumlarla işbirliği yapmağı düşünüyor. Bunun yanı sıra doğalgaz ile zengin Akdeniz havzasında İsrail tarafından yapılan araştırmalara engel olacağını ifade ediyor.
En önemlisi ise Türkiye'nin 7 Eylül tarihinde yapmış olduğu açıklama. Açıklamada Mısır ile askeri ittifak kurulacağına dair iddia yer alıyordu. Bu iddia İsrail'in endişelerin önemli ölçüde artmasına neden oldu. Hatırlanacağı üzere açıklama sonrasında Başbakan Erdoğan'ın Mısır ziyareti gerçekleşti.
Bu ziyaret Ortadoğu'nun tamamı için tarihi bir öneme sahip. Burada bir konu daha kesinlikle unutulmamalı. Son dönemde hem Mısır hem de Türkiye içerisinde İsrail karşıtlığı had safhaya ulaştı. Bunun yanı sıra Kuzey Afrika ülkelerinin bir kısmında halk ayaklanmaları hala devam ediyor. Yaşanan bu gelişmeler karşısında İsrail'in endişelenmesi anlaşılabilir bir durum.
Ortadoğu'da gerçekleşebilecek muhtemel olaylar içerisinde en olumsuzunun da değerlendirilmesi gerekiyor. Nitekim 1960-1970'li yıllarda İsrail kendisine düşman olan ülkelerle çevriliydi. Şimdi bu durum tekrarlanabilir. Türkiye'nin düşmanları içerisinde yer alması İsrail'i çok daha kötü duruma düşürebilir. Ankara'nın müttefikliğinin bitmesi Arap ülkelerinin tamamının İsrail'e karşı gelmesinden çok daha tehlikeli olabilir.
Bölge uzmanlarının bir kısmı Türkiye'nin askeri konuda etkinliğinin artmasının da İsrail açısından endişe verici olduğunu ifade ediyor. Hatırlanacağı üzere Türkiye Gazze'ye "Özgürlük filosu" göndermeye hazırlandığını ve filonun Türk savaş gemileri tarafından korunacağını açıkladı. Bunun yanı sıra Kızıldeniz'de konuşlandırılacak askeri birliklere ilave askeri destek verilmesi gündemde. Erdoğan'ın İsrail'in Akdeniz kıyılarına filo göndermeyi planladığı düşünüldüğü zaman Türklerin Tel-Aviv yönetimini deniz ablukası ile tehdit ettiği anlaşılmış olur.
Türkiye İsrail ilişkilerindeki gerginliğin sadece 2010 yılına has olmadığının da unutulmaması gerekiyor. Türkiye'de İslami güçlerin hükümete gelmesinden ve dış politikada daha etkin hale gelmesinden sonra 2008 yılından başlayarak taraflar arasında gerilimin arttığı da bilinen bir gerçek. Son altı ay içerisinde Başbakan Erdoğan bu doğrultuda özel bir çaba sarf ediyor.
Ayrıca Türk yöneticilerin İsrail aleyhinde yürüttükleri politikanın onların gerçek niyetlerini saklayamadığı da ifade edilmeli. Türk dış politikası İsrail karşıtlığından çok daha ötesine endekslenmiş durumda.
Birincisi Türk askeri deniz güçlerinin Kızıldeniz'de konuşlandırılacak olması daha ziyade orada İran gemilerinin bulunmasına karşılık olarak yapılıyor. Bunun yanında Türkiye batı ülkeleri açısından stratejik öneme sahip bölge içerisindeki gücünü de göstermiş olacak. Bölgenin Basra Körfezi'nden taşınan petrol ulaşımına ev sahipliği yaptığı unutulmamalı.
İkincisi Türkiye'nin Arap ülkelerinin tamamı ile nasıl bir politika takip ettiğini değerlendirelim. Ankara açık bir şekilde Suriye'yi tehdit ediyor, Kuzey Irak'a asker gönderiyor, Libya aleyhinde NATO askeri operasyonlarına katılıyor. Hüsnü Mübarek başkanlığı döneminde Türkiye'nin bölgede en önemli rakiplerden birisi olarak görüldüğünün göz önünde tutulması ve unutulmaması gerekiyor.
Doğal olarak bu iki devletin hala rakip olduğunun altı çizilmeli. Ancak Mübarek döneminde Mısır batı ülkelerinin sınırsız desteğine sahipti. Şu anda ise durum farklılık arz ediyor. Ülke genelinde devrim değişimi daha yeni başladı. İslami güçler gözle görülür bir şekilde aktifleşiyor. Türkiye bu durumda ekonomik işbirliği ve askeri teknik alandaki yakınlaşma ile bu ülke içerisinde etkisini arttırabilmenin peşinde.
Yaşanan gelişmelerin "Arap baharı" diye isimlendirilen halk ayaklanmaları ile bağlantılı olduğu da unutulmamalı. Ayaklanmalar otoriter rejimlerin ortadan kalkması ile sonuçlanıyor. Türkiye bu durumda kendi gerçeklerinin dünya kamuoyundan saklanması ve bölgesel gücünü artırma peşinde.
Burada bir konunun daha önemine vurgu yapılmalı. Mısır ve Suriye Müslüman Kardeşleri Teşkilatı Erdoğan ve Gül gibi İslam yanlısı liderleri destekliyor. Burada konu sadece ideoloji beraberliği değil aynı zamanda yeni başlayan küresel oyunun dışında kalmama isteği de öne çıkıyor. Batı ülkeleri ise toplum üzerinde fazla etkisi bulunmayan ancak buna rağmen Müslüman Kardeşler gibi teşkilatlara da sempati duyan liberal güçleri destekliyor. Sonuçta batı ülkelerinin hamlelerinin kendileri açısından olumlu bir şekilde tamamlanacağı tahmin edilebilir.
İsrail Türkiye'nin hamlelerini temkinle karşılıyor. İsraiili yöneticiler Türk yetkililerinin açıklamalarının kendilerinden ziyade Araplar içerisinde sempati kazanmayı hedeflediğinin farkındadırlar.
Bir konunun daha göz önünde tutulması gerekiyor. Türk İsrail sorunu Ankara'nın Tel-Aviv karşıtlığından ziyade Akdeniz ve Güney Avrupa içerisinde kaybettiği etkinliğini tekrar kazanma anlamına geliyor.
Türk yetkililer aktifliğinin İsrail'e karşı yöneldiğini göstermek için özel bir çaba sarfediyor. Nitekim İsrail sınırlarına kısa bir süre içerisinde askeri gemilerin gönderileceği belirtiliyor.
Birkaç gün önce kabul edilen ve "Barbaros operasyonu-Ege koruması" ismini taşıyan yeni askeri deniz stratejisinin incelenmesi de konunun anlaşılması için yeterli oluyor. Yeni stratejiye göre Türk gemilerinin Kıbrıs ile İsrail arasında konuşlandırılması hedefleniyor. Bununla da Türkiye sadece İsrail'i değil Kıbrıs ve Atina'yı da etkilemiş olacak. Bu durumda İsrail aleyhinde yapılan açıklamaların kamufle olması için – gerçek hedef Güney Avrupa- yapıldığı anlaşılıyor.
Son altı ay içerisinde Ankara Kıbrıs Rum kesimi aleyhinde sert bir politika izliyor ve sınırlarında bulunan petrol-gaz kaynaklarının Yunan şirketleri tarafından imal edilmesini engellemeye çalışıyor. Şöyle ki Türkiye'nin AB ile ilişkilerinden sorumlu bakanı Egemen Bağış açık bir şekilde bunun önlenmesi için askeri güç kullanacaklarını açıkladı. Türk dış politika hamleleri bununla da sınırlı kalmıyor. Türkiye aynı zamanda Adriyatik Denizi'nde de deniz kuvvetlerini hızlı bir şekilde etkinleştirmenin peşinde. Kısa bir süre içerisinde 14 Türk savaş gemisinin görevlendirileceği biliniyor. Ankara Müslüman ülkesi Bosna'da da etkisini artırmayı hedefliyor ve bu konuda AB'ye gerekli uyarılar yapılmış durumda.
On sekizinci yüzyılın ortalarında Osmanlı imparatorluğunun güç kaybı yaşadığını ve dünyanın çeşitli noktalarında etkisini azalttığına dair hatırlatmada bulunalım. Fas bölgesinden Balkan ve Kafkaslara kadar geniş coğrafyada etki kayboluyordu. Bunun kanıtı olarak savaşların peş peşe kaybedilmesi gösterilebilir. Bunların içerisinde Rusya ile savaşlar da yer alıyor.
Nihai olarak on dokuzuncu yüzyılın ortalarında Osmanlı imparatorluğu "Avrupanın hasta adamı" ismini aldı. Bu değerlendirme Rusya (1877-1888), Balkanlar ve İtalya ile savaşların kaybedilmesi ile kanıtlanmış oldu. 1912-1913 yılları arasında yapılan savaşlar sonrasında Libya, İtalya tarafından ele geçirildi.
Birinci dünya savaşının kaybedilmesi sadece Osmanlı devletinin yıkılması ve Arap ülkelerini kaybetme anlamına gelmiyordu. Bu dönemde Türkiye'nin kendisi de bağımsız devlet olarak varlığının devam ettirememe riski ile karşı karşıyaydı.
Her ne kadar Mustafa Kemal 1922 yılında Yunanistan'ı yenmesine rağmen 1918 kaybının Türkler tarafından telafi edilemeyeceği düşünülüyordu. Ancak Türkiye 100 yıl güç toplayarak tekrar kaybettiğini elde etmeye odaklandı. Doğal olarak Türk aktifliğinin Kırım ve Kafkasya'da da kendisini göstereceğine kesin gözüyle bakılmalı. Bu durum Rusya tarafından da endişe ile karşılanıyor.
Dünya Bülteni için Rus Pravda Gazetesi'nden İbrahim Ali tarafından tercüme edilmiştir.