Türkiye'nin karizması çizilirken...

Washington'da yapılan bir "beyin fırtınası"nın Türkiye'deki yankısı büyük oldu. Hudson Enstitüsü'nde konuşulan kâbus senaryosunda yer alan İstanbul'da bir bombanın patlayacağı, 50 kişinin hayatını kaybedeceği, Anayasa Mahkemesi Başkanı'na suikast düzenleneceği gibi şaşırtıcı iddiaları duyanların tüyleri diken diken oldu.

Aslında düşünce kuruluşlarının bu tür toplantılar yaptığı, farzımuhal deyip bir sürü senaryoyu konuştuğu bilinir. O yüzden meselenin çok abartıldığı söylenebilir. Ancak mevzuun bu kadar uzaması ve dallanıp budaklanmasının hayalî senaryoları aşan bir yönü var. Maalesef Türkiye'de son yıllarda yaşanan bazı hadiseler, komplo teorilerini destekleyecek bir çizgide seyrediyor. İnsanları tedirgin eden budur! Çünkü akla hayale gelmeyecek işler oluyor bu ülkede ve bu gidişe dur denemiyor.

Son birkaç yılda yaşananları hatırlayın lütfen. Memleketin her köşesinden bir çete çıkıyor. Sauna çetesi, Bursa çetesi, Atabeyler çetesi, Şemdinli olayı... Hepsindeki yapılanma aynı. Bu hafta içinde iki çete daha ortaya çıktı. Eski Susurlukçulardan oluşan Otopark çetesinin cebinden bir dönemin ünlü komutanı Veli Küçük'ün verdiği söylenen Jandarma İstihbarat kimlikleri, Ümraniye'de bir evde de TNT kalıpları, fünyeler, silahlar ele geçirildi. Emekli astsubayın tutuklanmasından sonra emekli bir yüzbaşı da tutuklandı.

Tutuklananların ismi Danıştay saldırısında da geçmişti. Ele geçen bombaların Cumhuriyet Gazetesi'ne düzenlenen saldırıda kullanılıp kullanılmadığı araştırılıyor... Alparslan Arslan adındaki bir avukatın Danıştay'a yaptığı saldırı sonrasında bazı bağlantılar ortaya çıkmış, "ulusalcı gruplar" arasında çete türü yapılanmaya rastlanmıştı.

Sanki gizli bir el her şeyi şirazesinden çıkardı. Ancak normal hadiseler bile tabii seyri içinde devam etmiyor. Üç cumhurbaşkanı (Özal, Demirel, Sezer) seçen Anayasa, Abdullah Gül'e gelince farklı yorumlanıyor ve yargı ağır yara alıyor, parlamento ağır yara alıyor...

Anayasa Mahkemesi'nin 367 şartı konusunda CHP'ye evet diyeceği bilindiği, hatta açıktan açığa yazılıp söylendiği halde, Mahkeme kararından üç gün önce Genelkurmay, web sitesinde bir bildiri yayımlıyor. Muhtıra olarak algılanan bildirinin yankısı dünyanın dört bir yanında duyuluyor.

Türkiye'deki demokrasi sorgulanır hale gelince maalesef siyaset yara alıyor, asker yara alıyor, yargı yara alıyor; daha doğrusu ülke imajı ağır yara alıyor... Bu arada Ankara'nın göbeğinde bomba patlıyor, terörün devam edeceği söyleniyor, PKK inlerinden çıkan teröristler var gücüyle saldırılar düzenliyor, şehit cenazeleri siyasi parti mitingine dönüştürülüyor...

Tam bu noktada biri kalkıp "iyi de kardeşim, Hudson Enstitüsü'nde konuşanlara niye bu kadar kızıyorsunuz ki? Sonuçta, yaşadıklarınız daha geri değil ki!" diyebilir. Haklıdır. Üzülerek söylemek zorundayım ki Türkiye bu hallere düşürüldü. Son dönemin bütün laf kalabalığından yakanızı kurtarın ve Türkiye'mize bir de dışarıdan bakın. Nasıl görünüyor bu ülke? Sabahtan akşama kadar darbe tehlikesinin konuşulduğu, yargının siyaset üzerindeki baskısının ifade edildiği, rejim tartışmalarının ayyuka çıktığı bir ülke imajı yüreğinizi sızlatmıyorsa "Türkiye'de darbe ihtimali yüzde ellidir" diye yazan Zeyno Baran'a kızma hakkınız var mı? Ya da kısa bir süre önce "taslak andıç" çalışmasında asker yanlısı olarak yer alan Milliyet Washington muhabiri Yasemin Çongar'ı suçlamak ne kadar doğru?

Bu ülke, bu imajı asla hak etmiyor. Demokratikleşme yolunda önemli adımlar atmış, ekonomisi belli bir oranda istikrara kavuşmuş, özelleştirmede, ihracatta, altyapıda rekorlar kırmış bir Türkiye'nin darbelerle anılması hoş bir durum değil; ancak sebepsiz de değil. Gözü kara bir topluluk, tuzu kuru bir zümre, Türkiye'yi yeni maceralara sürüklemek istiyor olabilir. Buna iktidardan muhalefetine bütün partiler, muvazzafından emeklisine bütün askerler, sağcısından solcusuna bütün medya mensupları karşı çıkmalı. Çünkü dış dünyada Türkiye'nin karizması çiziliyor, ülkemiz itibar kaybediyor. İrtifa kaybeden bir ülkede itibarını koruyabilen kurum da kalmaz kuruluş da...


Kaynak: Zaman