2002’deki demokratik seçimlerden sonra ülkede kontrolü ele geçiren Türk İslamcılar, Orta Doğu’da ve belki de daha genel olarak uluslararası arenada (Batı’ya karşı İslami Doğu) neredeyse hiç protesto ve muhalefet olmadan güçler dengesini radikal bir şekilde etkileyecek devrimlerini tamamlamak için yollarına devam ediyorlar. Bu hafta sonu ülkenin üst seviyedeki subaylarının istifası ve yerlerine hemen İslamcı dostu generallerin atanmasıyla da ülkeyi laiklikten yavaş yavaş uzaklaştırma çabalarında bir başka önemli zafer kazandılar.
Genelkurmay başkanı ve kara, hava ve deniz kuvvetleri komutanlarının heyecan uyandıran istifaları, rejime karşı komplo kurmak suçlamasıyla 200 kadar subay hakkında halen devam eden yargılamalardan dolayıydı. Çoğu gözlemci suçlamaların uyduruk olduğu görüşünde. Ama İslamcıların amacı açıktır: Ordu ve ülkenin laik, eğitimli orta sınıfını yıldırmak. Artık ortaya çıktı ki, bu yargılamalar yüksek komutanın ele geçirilmesi öncesinde ordunun dişlerinin sökülmesine yaradı.
Bu hafta sonundaki gelişmeler, uzun süredir devam eden ve Mustafa Kemal’in (Atatürk) 1923’te çok milletli Osmanlı İmparatorluğu’nun enkazı üzerinde kurduğu cumhuriyetin laik kurumlarını aşındıran sürecin bir parçasıdır. Ordunun etkisiz hale getirilmesiyle, ülkenin eğitimli sınıfındaki yaygın laikliğe rağmen yakında Şeriat kanunlarının yavaş yavaş ülke çapında resmen yürürlüğe konacağı düşünülebilir. Türkiye’deki yarı demokrasi -onlarca yıl aydınlar, Türk insanı ya da devlete “hakaret”, Ermeni ve Kürt meselesini dile getirme gibi sebeplerden dolayı defalarca adli süreçlere maruz kaldılar, bunlardan bazıları hapisle neticelendi- yakında Paris ya da Londra’dan ziyade Tahran’a benzerliğe yol açabilir.
Türkiye’nin demokratiklik ve laiklikten uzaklaşmasının tamamlanmasıyla da, bu süreç bir on yıl kadar sürebilir, Türkiye’nin Batı’dan tamamen kopacağı ve Müslüman dünyayla, bilhassa da komşusu İran ve Arap âleminde çok daha aşırı unsurlarla ittifakını pekiştirebileceği öngörülebilir. Türkiye’nin AB’ye katılması ümidi ise uzun süre önce kaybolmuştu zaten. Muhtemelen bu da iddia edildiği üzere Avrupalıların önyargılarından daha çok, Türkiye’nin gitmekte olduğu yoldan dolayıdır.
Recep Erdoğan hükümeti, aslında Batı’ya ilk uyarıyı, 2003’te, iktidarı ele geçirmesinden kısa bir süre sonra, Amerika ve müttefiklerinin Saddam’a karşı kuzeyden kıskaç harekâtı yapmak üzere Türkiye üzerinden Irak’a zırhlı birlikler göndermelerini, İstanbul'un NATO üyeliği (her ne kadar giderek sözde olmaya başlasa da) devam etmesine rağmen önleyerek yapmıştı.
İkinci mesaj da 2000’li yılların sonunda, Türkiye’nin anlaşılmaz ama realiteleri görmek isteyenlerin gözünde açık olan bir tavırla İsrail’le olan bağlarını yavaş yavaş sona erdirmeye başlamasıyla verildi. Önce İsrail’in Türkiye’ye silah ihracıyla ilgili halka reklamı iyi yapılan suçlamalar oldu (İsrail’in Türklere bozuk malzemeler sattığı ifade edildi). Sonra Erdoğan’ın yine aynı şekilde iyi reklamı yapılan, İsrail’in Filistinlilere karşı politikalarıyla ilgili olarak ocak 2009’da Davos’ta Şimon Peres’i kaba, sert bir şekilde azarlaması geldi. Derken, 2010’da bunun üçüncü bölümü geldi. Türkiye, (Türk İslamcı derneğin "bağımsız" faaliyeti kisvesi altında) Gazze’ye “barış eylemcileri” ve malzeme taşıyan gemilerin bulunduğu bir filo gönderdi. Kışkırtıcı, abluka kırıcı gemiler, İsrail donanması tarafından durduruldu, deniz komandoları gemilere girdi, baskın yapanlara saldıran dokuz Türk öldürüldü.
Türkler çok öfkelenmiş gibi yaptılar, dokuz (saldırgan) vatandaşlarının “katledilmesi”ni kınadılar (geçen asırda Türkler kaç Rum, Arap, Ermeni, Kıbrıslı ve Kürt katlettiler? Bir milyon? İki milyon? Daha mı fazla?) ve büyükelçilerini Tel Aviv’den geri çektiler. Şimdi de büyükelçilerini yeniden göndermelerinin bedeli olarak İsrail’den özür dilemesini (ve kendisini küçük düşürecek diğer birkaç jest yapmasını) talep ediyorlar. Buna rağmen muhtemelen bir sonraki (Türkler tarafından başlatılan) olayda Kudüs’le diplomatik bağları kesin olarak kesecekler. (Muhtemelen bunu, yeni bir İsrail vahşeti olarak sunacakları bir şey vuku bulduktan sonra yapacaklar. Büyük ihtimalle de bu olay Filistinlileri kapsayacak, belki de Filistinlilerin yakında devlet ilan etme tehdidine karşı olacak.
Elbette tüm bunların İsrail’in ne yapacağı ya da ne yapmayacağıyla pek bir ilgisi yoktur. Her şey Türkiye’nin tedrici olarak Batı’dan boşanması ve istikrarlı bir şekilde dünyadaki diğer İslamcılarla saf tutmasıyla alakalıdır. Generallerin düşüşü de bu süreçte sadece bir çentikten ibarettir.
Son bir söz. Türkler yakında Mısır’da benzerlerini bulabilirler. Orada da İslamcılar demokratik yollarla devleti ele geçirecek gibi görünüyorlar. Mısır’da yapılacak genel seçimleri Müslüman Kardeşler ve diğer İslamcı partiler kazanacağa benziyor. Onların da Türklerle aynı şekilde "yumuşak yumuşak” paradigmasını takip etmeleri beklenebilir. Bu durumda devlet yavaş yavaş İslam’a tâbi hale gelir ve belki de yavaş ve giderek artacak, yıllar hatta onlarca yıl alacak süreçte ülke Batı yörüngesinden çıkar, Batı güçlükle bunu fark eder ama kendisini karşı koyamaz halde bulur.
Yazar hakkında: Ben-Gurion Üniversitesi Tarih Profesörü
Kaynak: The National Interest
Dünya Bülteni için çeviren: Emin Arvas