Ramazan-ı Şerif ayının sonlarına yaklaşırken Türkiye yeni bir terör saldırısı ile sarsıldı. İstanbul’da Atatürk hava alanının dış hatlar terminalinin geliş bölümünde, şu ana kadarki tesbitlere göre üç intihar bombacısının organize bir şekilde gerçekleştirdiği eylem sonucunda 42 kişi vefat etti ve 238 kişi yaralandı.
Öncelikle ölenlere Allah’tan Rahmet ve yaralılara da acil şifalar diliyoruz.
Bu eylemin Türkiye’nin uzun zamandır dış politikada gerçekleştirdiği en önemli iki olayın ve İngiltere’nin AB’den çıkış kararının hemen arkasından vuku bulması ayrıca incelenmesi gereken bir durum.
Mavi Marmara olayından sonra ciddi bir şekilde gerileyen Türkiye İsrail ilişkileri normalleşme safhasına girme yolunda önemli bir aşamayı geride bıraktı. Yapılan anlaşma ile Türkiye, Gazze üzerinde var olan İsrail ablukasını ortadan kaldıramadıysa da İsrail’in bu bölgeye karşı uyguladığı ambargonun kısmi olarak gevşetilmesini sağlayabildi. Aynı zamanda su, enerji, organize sanayi bölgesi ve hastane yapımları gibi konularda da inisiyatif alma pozisyonuna geçti. Türkiye’den önemli bir yardım gemisi Gazze’ye doğru yol almak üzere.
Hamas ve Filistin cenahından gelen demeçlere bakılırsa o bölgedeki politikacılar arasında bu yapılan anlaşma ile kaybedilmiş belli hakların yeniden kazanılması noktasında bir gelişme yaşanacak ve kısmi bir rahatlık ortaya çıkacak gibi görünüyor.
Bu durum aynı zamanda Suriye’deki savaş ortamında, körfezde ve Yemen’de İran’ın artan ağırlığına karşı belirli oranda bir dengeleme fonksiyonu görecek diye değerlendirmekteyiz. İsrail’in çok ihtiyacı olan doğal gazının dünyaya pazarlanabilmesi için güvenli bir yol açılacağı, ayrıca Türkiye ile olan gerilimden dolayı zora giren Ticari aktiviteleri için de belli bir rahatlama ortaya çıkacağı tarzındaki sonuçlar, İsrail için önemli kazanımlar olacak. Ayrıca anlaşmanın içeriğinde yer alan bazı maddelere göre, Hamas ve Filistin tarafından İsrail’e yönelik saldırıların hafiflemesinde de Türkiye bir nevi ikna edici bir durumda olmaya çalışacak.
Türkiye açısından bakıldığında da bu anlaşma, Suriye ‘de içine düşülmüş bulunan ciddi bir kuşatılma durumunu kısmen de olsa dengeleyebilecek. Ayrıca, Amerika ile son dönemde yaşanan sıkıntıların aşılması konusunda belki de dolaylı partner arayışını karşılayabilecek bir muhteva da arz ediyor. İlave olarak Zarraf ile ilgili hukuki sürecin boyut değiştirmesi ve Türkiye’yi de itham eder bir şekle bürünmesi tehlikesine karşı da, Dünya finans çevreleri üzerinde ciddi etkisi olan İsrail’in, bir güç unsuru olarak Türkiye’nin yanında olmasının getireceği artıların da hesaba katılmış olabileceği düşünülebilir.
Avrupa ile yaşanan göç ve serbest dolaşım tartışmalarında Türkiye’nin Avrupa’dan belli bir oranda uzaklaşması sürecinde de bu anlaşma ve biraz sonra zikredeceğim Rusya yumuşaması Türkiye’nin eline kısmi bir güç verecek gibi görünüyor.
Dış politikadaki diğer bir gelişme de düşürülen Sovyet uçağı sonrasında çok fazla gerilen Türkiye Rusya ilişkilerinde ortaya çıkan yumuşama. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Putin’e gönderdiği mektupta üzüntülerini belirtmesi ve ölen pilotun ailesinden ‘kusura bakmamalarını’ istemesi can alıcı iki nokta olarak öne çıkıyor. Bu sıcak hamlelere Putin tarafından da mukabele edilmesi sonrasında iki ülke arasındaki ilişkilerde daha olumlu yeni bir döneme girilmekte olduğunu söylemek mümkün.
Bu durum iki ülkenin birbirleriyle ciddi oranda azalan ekonomik ilişkilerinin tekrar canlanması, turizm hareketliliğinin yeniden başlaması, enerji alanında son yıllarda adeta birbirlerine sıkı şekilde bağlanan iki komşunun sarsılan güven ilişkisinin tazelenmesine de imkan tanıyacak. Tabii bu yumuşama Türkiye’nin güneydoğusunda Suriye’de yaşanan savaşta yeni dengelerin de ortaya çıkmasına neden olacak diye de tahmin etmekteyiz.
Bu iki olayı daha da zenginleştirecek bir diğer gelişme de Türkiye’nin Mısır ile ilişkilerinin tekrar normalleşmeye başlaması ihtimalinin ortaya çıkmasıdır. Bir dönem komşularıyla sıfır sorun politikasını hedefleyen fakat daha sonra dış politikada müthiş bir yalnızlık içine düşen Türkiye’nin, gittikçe kötüleşen dış konjonktür çerçevesinde yeniden bir ittifaklar ve anlaşmalar arayışına girmesi ülke menfaatleri açısından anlaşılabilecek bir durum. Ama bu hızlı pozisyon değişiklikleri sırasında dış politikada uzun dönemde önemli olduğunu düşündüğümüz ilkesel duruşlardan taviz verilmemesine de azami dikkat sarf edilmesi gerekiyor diye düşünmekteyiz.
İsrail ile ilgili, gerek bölgedeki işgalci devlet olma özelliği, Müslümanların ilk kıblesi Kudus-ü Şerif’e yönelik saldırgan tutumu, Filistin ve Gazze’ deki insanlık dışı tavırları karşısında bir dönem gösterilen cesaretli duruşun anlaşma olsa bile muhafaza edilmesi önemli. Ayrıca, darbeyle iktidardan düşürülen seçilmiş Devlet Başkanı Mursi ile ilgili ortaya konulan ilkeli tavrın, Mısır ile anlaşma zemini sağlansa da yine de ana yaklaşım olarak sürdürülebilmesi, Türkiye’nin bölge halkları nezdindeki müsbet yerinin kaybolmamasını sağlayacaktır.
Aksi durumda Türkiye’nin salt politik çıkarlar için eksen değiştiren bir ülke olarak zihinlerde yer etmesinin, kısa vadede bazı kazançlarımız olsa da uzun vadede bizi zayıf düşürecektir diye düşünmekteyiz
Bu arada geçen Pazar yapılan halk oylaması ile İngiltere’nin Avrupa Birliğinden ayrılma kararı da birçok dengeyi etkileyecek bir dizi yeni durumu ortaya çıkarabilir. Özellikle Suriye krizi sonrasında ortaya çıkan göç dalgasının Avrupa’yı da tehdit etmesi ve bu durumun Türkiye Avrupa Birliği ilişkileri üzerinde oluşturduğu tartışmalar, Türkiye’nin bir dönem çok önem verdiği Avrupa Birliği ilişkilerindeki sorunların daha da berrak şekilde ortaya çıkmasına yol açabilir.
Bilindiği üzere Türkiye, Avrupa Birliği ile 1960’lardan itibaren ortaklık kurmak istemektedir. Fakat Avrupa Birliği ülkeleri Türkiye ile ilişkilerinde Türkiye’yi iktisadi yönden kontrol altında tutma ve ondan maksimum ölçüde faydalanmanın dışında Türkiye ile tam bir ortaklık yapmaya yanaşmamaktadır. İlave olarak Avrupa ülkeleri Türkiye ile ilişkilerini çoğu kere bizden daha fazla din farklılığı ekseni üzerinden değerlendirmekte ve Türkiye’ye her fırsatta 'öteki ' muamelesi yapmaktadır. İngiltere’deki oylama öncesi evet ve hayır taraftarlarının bile kampanyalarında Türkiye ile AB ilişkilerini ve İislamofobik unsurları mevzu etmelerinin arkasında bu gerçeği açık bir şekilde görmek mümkündür.
Sonuç olarak bu üç önemli gelişme ve peşinden gelmesi beklenen dış politikadaki yeni yumuşama beklentileri sırasında meydana gelen bu menfur saldırı, zamanlama olarak önemli bir moral bozukluğuna ve üzüntüye yol açmıştır. Tabii bu arada doğu bölgeleri başta olmak üzere birçok noktada devam eden vur kaç tarzındaki terörist eylemler de moral bozukluğunu arttırıcı bir etki yapmaktadır.
Tüm bunlara rağmen dış politikada girilen dostlukları arttırıcı ve düşmanlıkları azaltıcı yola devam edilmelidir. Türkiye sınırları dahilindeki terör olaylarıyla ilgili; ülkeyi yıpratmak ve bölmek isteyen unsurlara karşı mücadele ederken kardeşlik hukukuyla bağlı olduğumuz kitlelerin zarar görmemesine azami dikkat gösteren bakış açısı daima muhafaza edilmelidir. Her durumda adaletten ayrılmamaya özen gösterilmelidir. Yıllarca devlet ve terör örgütü arasında sıkışıp kalan kitleler kazandığı hakları kaybetmemelidir. Bu insanlar yıkıcı silahlı mücadeleler içinde yüzyıllardır yaşadıkları ve önemli bir parçası oldukları ülkenin yönetimi ile bir güven bunalımı yaşamamalıdırlar.
Türkiye’yi yöneten kadroların, tüm bu sıraladığımız dengeler içinde, en geniş istişare zeminini sağlayarak, en kapsayıcı çözümleri bulabilmek gibi önemli bir imtihan geçirdiği çetin bir dönemdeyiz.
Millet olarak da Ramazan-ı şerif’in sağladığı bu ulvi ortamda, Allah’ın ipine daha sıkı sarılarak, O’na daha fazla dua ederek ve morallerimizi olabildiğince yüksek tutarak sonuçların içinde yaşadığımız topraklar ve İslam Ümmeti olarak daha iyi bir şekilde gerçekleşmesi için gayret sarf etmeliyiz.
Bu vesile ile yaklaşan Kadir gecenizi ve Mübarek Ramazan Bayramınızı kutluyoruz.