Türkiye'nin dış politika çıkmazı: Protokoller ve çözüm

Türkiye ile Ermenistan arasında diplomatik ilişkilerin kurulması ve iki ülke arasındaki sorunların çözümünü hedefleyen "Diplomatik İlişkilerin Tesisi Protokolü" ve "İkili İlişkilerin Geliştirilmesi Protokolü" İsviçre'nin arabuluculuğuyla 20 Ekim 2010'da imzalandı. 
 
Türkiye'nin beklentisi uluslararası platformdaki "soykırım" suçlamalarından kurtulmak ve özellikle ABD'nin 1915 olaylarını "soykırım" olarak tanımlayan tehditkâr baskılarından kurtulmaktı. Ermenistan'ın amacı ise sınırların açılmasını sağlayarak ekonomik olarak daha rahat nefes almak ve ayrıca Azerbaycan'ı Karabağ konusunda yalnız bırakmaktı. Protokollere en büyük olumsuz tepki Ermeni diasporasından geldi. Bu tepkiler üzerine Ermenistan Anayasa Mahkemesi (EAM), protokolleri yeniden yazarcasına radikal şekilde yorumladı ve Türkiye'nin beklentilerini temelden sarstı.

EAM'nin 12 Ocak 2010 tarihinde açıkladığı karara göre protokollerin anayasaya uygun olduğunu belirten hukuki kararına ek olarak bir dizi "siyasi" karar aldı. EAM, "İmzalanan protokoller Ermenistan Anayasası ve Ermenistan Bağımsızlık Bildirgesi'nin 11. maddesi ile çelişemez." demişti. 11. madde ise 1915 senesinde Osmanlı İmparatorluğu'nda gerçekleştirilen "soykırımın" uluslararası platformda kabulü için Ermenistan Cumhuriyeti'nin destek göstereceğini ve bunun bir milli mesele olduğunu belirtiyor. Ermenistan'ın önde gelen anayasa hukukçusu Dr. Hrayr Tovmasyan, Zaman Gazetesi'ne yaptığı açıklamada, "Anayasa Mahkemesi'nin atıf yapmasıyla artık Bağımsızlık Bildirisi hukuki bağlayıcılık kazanmıştır, onun parçası olmuştur." diyerek hiçbir Ermeni devlet görevlisinin 1915 olaylarını tartışmak için Ortak Tarih Komisyonu'na katılamayacağını açıklamıştır. Ayrıca, EAM verdiği "siyasi" gerekçeli kararla 16 Mart 1921 Moskova ve 13 Ekim 1921 Kars antlaşmalarını geçersiz saymıştır. Mahkeme, yaptığı yorumla Moskova ve Kars antlaşmalarını geçersiz sayarak sınırları da tanımadığını ortaya koymuştur. Kısacası, EAM bu "siyasi" kararıyla Ermenistan'ın görüşmelerde gündeme dahi getiremediği konuları gerekçeli kararıyla getirmiş ve Türkiye'yi ciddi şekilde köşeye sıkıştırmıştır. Türk Dışişleri Bakanlığı, mahkemenin kararını doğru okumuş ve yaptığı resmi açıklamada, "Söz konusu kararda, protokollerin lafzına ve ruhuna aykırı önkoşullar ve kısıtlayıcı hükümlerin zikredildiği tespit edilmiştir." diyerek bu kararın süreci baltaladığını ilan etmiş ve Ermenistan hükümetinden siyasi güvence istemiştir.

türkiye zor durumda mı?

EAM'nin kararının protokollerin özüyle çeliştiği yönündeki Türk itirazına hiçbir devlet destek vermemiş ve Ekonomist dergisinin 19 Şubat 2010 sayısında çıkan değerlendirmede de dile getirildiği gibi Türkiye "yalnız" kalmıştır. Türkiye'nin itirazları ne Amerika ne de arabulucu İsviçre tarafından ciddiye alınmamış ve Türkiye'nin Ermenistan Anayasa Mahkemesi'nin kararını "bahane" ederek süreci tıkamak istediği yönünde dış basında çok yaygın bir görüş oluşmuştur. Kısacası, Ermenistan görüşme zabıtlarına dayanarak bir dizi açıklama yapmasına rağmen Türk hükümeti nedense zabıtları kamuoyu ve Meclis ile paylaşmamıştır. Her iki hükümet de kendi kamuoylarını ikna edecek şekilde bir söylem üretmiş ve Türkiye, Ermenistan'ın Moskova ve Kars antlaşmalarını ve dolayısıyla sınırı resmen tanıdığını ve 1915 olaylarının neden ve sonuçları konusunda Ortak Tarih Komisyonu kurulmasını kabul ettiğini dile getirerek protokolleri büyük bir başarı şeklinde kamuoyuna sunmuştur. Ermenistan kendi Anayasa Mahkemesi'ni kullanarak protokollerin içeriğini kendi çıkarlarına göre dolduracak bir karar çıkarmıştır. Kısacası, EAM kurulacak Ortak Tarih Komisyonu'nun 1915 olaylarının tanımı veya içeriğine girmeyeceğini açıklamıştır.

Türk hükümetinin büyük başarı şeklinde takdim ettiği protokoller bugün Türkiye'nin itibarına ciddi şekilde zarar vermektedir. Dahası, bu protokoller Türk-Azeri dostluğuna büyük darbe indirmiş ve Azerbaycan'ın Türkiye'ye güveni sarsılmıştır. Türkiye hem Azerbaycan'da hem de üçüncü ülkeler nezdinde "oyunbozan" ülke görünümüne girmiş ve Erivan karşısında köşeye sıkıştırılmıştır. Bağımsızlığını yeni kazanan Ermenistan karşısında bin yıllık devlet tecrübesi olan Ankara ne yazık ki zor durumdadır. Ermenistan hükümeti ve diasporadaki Türkiye düşmanı lobilere daha fazla fırsat vermemek ve Türkiye'nin dışarıda "oyunbozan" imajını yıkmak için Türkiye'nin önünde üç seçenek vardır: 1. EAM kararına tepki olarak protokolleri Meclis gündemine almamak; 2. Protokolleri Meclis'e götürmek ve Meclis'in (a) EAM kararına tepki olarak ve (b) Karabağ sorununda ilerleme olmadığını belirterek her iki protokolü reddetmesi; 3. Veya protokolleri Meclis'e götürmek ve EAM'nin yaptığı gibi şartlı şekilde kabul etmek.

Her üç seçeneğin artı ve eksilerini değerlendirdiğimizde en rasyonel "çıkış yolunun" üçüncü seçenek olduğunu görüyoruz.

Birinci seçenek, yani protokolleri Meclis gündemine almamak, hem MHP hem de CHP milletvekillerinin savunduğu bir seçenek. Hatta kimi AK Parti milletvekilleri de bu yönde fikir beyan etmişlerdir. Türkiye'de gittikçe kabaran milliyetçi söylemin etkisinde kalarak protokollerin Meclis gündemine alınmasının bir "yenilgi" olacağı yönünde bir öngörü var. Bence bu öngörü rasyonel değil, son derece duygusal tepkiye dayanıyor. Protokolleri Meclis gündemine almama siyaseti Türkiye'yi dışarıdaki kamuoyunda oyunbozan duruma sokmakta ve hükümetin söz verdiği halde protokolleri Meclis'e götürmemesi, aslında başından beri ciddi olmadığı ve geçen nisan ayında Obama'nın "soykırım" sözünü kullanmaması için bir manevra şeklinde anlatılacaktır. Bence hem Türkiye'nin hem de hükümetin itibarı açısından protokolleri Meclis'e götürmesi en doğrusudur. Götürmemesi halinde çok ciddi eleştirilere ve baskılara maruz kalacaktır. Meclis'e götürülmesi en akıllı çözüm yoludur.

İkinci seçenekte ise hükümetin Meclis'e götürmesi ve karar aşamasında Mart 2003 tezkeresinde olduğu gibi milletvekillerini bağımsız bırakması gerekiyor. Protokollerin EAM kararı ışığında Meclis'te tartışılması Türk demokrasisinin gücünü ortaya koyacaktır. Mart 2003'te ABD askerlerinin konumlandırılması ve geçişi konusundaki tezkereye ret oyu veren TBMM'nin tavrından sonra Meclis'in bağımsızlığı ve Türk kamuoyunun dış politikadaki etkisi çok iyi bilinmektedir. Bence hükümet protokolleri Meclis'e getirmelidir. EAM'nin siyasi içerikli kararından sonra ve Karabağ konusunda hiçbir ilerleme olmaması durumunda Meclis büyük bir olasılıkla bunları reddedecektir. Bu durumda hükümet görevini yapmış ve demokratik sürece uygun şekilde bir sonuç ortaya çıkmış olur. Bence bu tercihten daha iyi bir seçenek üçüncüsüdür. Çünkü protokollere yönelik olumsuz oylama dış kamuoyunda lehimize işleyecektir. Bu olumsuzluğu önlemek ve ayrıca protokollerden neler beklediğimizi daha somut şekilde ortaya koymak için elimizde büyük bir fırsat var. Bu da üçüncü seçenektir.

şartlı kabul seçeneği

Protokolleri gündeme almak ve şartlı şekilde kabul etmek... Bence en doğrusu bu olacaktır. Türkiye gerekçeli kararıyla EAM'nin kararlarına somut şekilde cevap vermeli ve su şartları ileri sürmelidir: 1) Ermenistan hem Moskova hem Kars antlaşmalarını kabul ettiğini ve Ermenistan-Türkiye sınırını tanıdığını açıklamalı; 2) İki ülke arasında kurulacak Ortak Tarih Komisyonu özellikle 1915 olayları öncesinde ve olaylar esnasında Ermeni milliyetçilerinin ayaklanmalarını ve Osmanlı Devleti'nin verdiği tepkileri arşivler ışığında yeniden inceleyecek ve bu olaylar hakkında değerlendirmede bulunacaktır. Ermenistan üçüncü ülkelerde Türkiye aleyhine faaliyette (soykırım konusunda) bulunmayacaktır. 3) Karabağ sorunu çözümlenmeden iki ülke arasındaki sınırlar açılmayacaktır. Bence reddetme yerine bu üç şartla protokollerin kabulü Türkiye'yi dış kamuoyunda güçlü kılacak ve Erivan'a açık bir mesaj gönderilmiş olacaktır.

En kötü seçenek ise muhalefet partileri ve iç kamuoyundaki baskılara uygun şekilde bu protokolleri Meclis'e götürmemektir. İkinci kötü seçenek ise Meclis'e götürmek ve reddedilmesi yönünde karar çıkmasıdır. En rasyonel karar ise Meclis'in protokolleri şartlı şekilde kabul etmesidir. Son bir yıldır iç politikadaki çelişkiler, İtalyan düşünür Gramsci'nin dediği gibi mevzi kapma savaşları ve her açıdan gittikçe kamplaşan Türkiye'nin bu konuyu iç hesaplara kurban etmemesi gerekiyor. Aksi takdirde Türkiye için bir felakete dönüşebilir.

 
*Prof. Dr. M. Hakan Yavuz - Utah Üniversitesi Salt Lake City

Kaynak: Zaman