Türkiye'nin değişen bölgesel rolü

ABD-Türkiye ilişkileri sadece bir yıl zarfında gerilimden işbirliğine vardı. TAA’nın ikinci toplantısının açılış bölümünde bir Türk gazetecinin yaptığı konuşma da bunun üzerineydi. İkili ilişkilerde o gün ve bugün var olan farklılıkları gözden geçirdikten sonra “bu değişimi izah etmemizi sağlayacak neler yaşandı ve bu değişim bizi nereye götürecektir?” diye oldukça isabetli bir soru sordu. Gazeteci, 2010 yılında TAA’nın da kurulduğu birinci konferansa katıldığı zaman ABD-Türkiye ilişkilerinin tüm zamanların en düşük seviyesinde olduğunu hatırlattı. Türkiye, Gazze ablukası ve Gazze filosuna yaptığı ölümcül saldırı yüzünden İsrail’le ipleri kopartmıştı. İran nükleer programıyla ilgili uluslararası endişeleri azaltmak üzere Türkiye’nin müzakereyle uzlaştırma çabalarından ABD hiç de memnun olmamıştı. Tepki olarak da Kongre ve Beyaz Saray, Türkiye’nin “burnunu sokmasına” ve Türkiye’nin İsrail karşıtı yeni temayülüne yönelik sert bir eleştirel tavır takınmışlardı. Bugün ise tam da aksine ilişkiler daha önce olmadığı kadar sıcak görünüyor. Başkan Obama ve Başbakan Erdoğan sıksık görüşüyorlar; iki tarafın kurmayları da öyle. Suriye’de devam eden çatışmadan Amerikan kuvvetlerinin Irak’tan çekilmesine değin hayati bölgesel meselelerin halli için bir yere kadar işbirliği var gibi de görünüyor.

Bu değişimi izah etmemizi sağlayacak neler yaşandı? Kısacası, “Arap Baharı"; ve bölgedeki yeni siyasi gerçeklerin ABD’nin yoluna çıkardığı güçlükler var. Sabiteler, Arap dünyasının genel manzarasını değiştiren değişkenler haline geldi artık.

Tüm bunlar, Amerika’nın zor zamanlarında ortaya çıktı. Askeri ve iktisâdi hâkimiyetine rağmen, ABD’nin değişmekte olan bu muhitteki hareket kabiliyetini engelleyen çeşitli etkenler var. Bunlardan en başta geleni, Bush yönetiminin pervasız ve ölümcül Irak savaşının yol açtığı hasarlardır. Bu savaş, Arap dünyasında derin bir infial yaratmış, Amerikan imajını lekelemiş, İran’ı yüreklendirip güçlendirmiştir. Buna bir de Bush yönetiminin İsrail’i Lübnan (2006) ve Filistin’e (2002’de Batı Şeria, 2006 ve 2009’da Gazze) düzenlediği dört savaştan alıkoymamasını ekleyin. Bu savaşlar, Arap dünyasının Amerika’ya duyduğu öfkeyi  derinleştirmiştir. Son olarak da, Başkan Obama’nın seyri değiştirme niyetine rağmen İsrail’in inatçı uzlaşmazlığı ve Washington’daki derin tarafgir bölünme Obama’nın çabalarını defalarca boşa çıkarması var. Bu tıkanıklık, Cumhuriyetçi Parti’nin İsrail Başbakanını Obama’yı aşağılamak üzere geçen Mayıs ayında Kongre’ye davet etmesiyle son noktaya varmıştır.

Sonuç olarak da ABD’nin Ortadoğu politikası, Arap Baharının başlangıç aşamasında akıntıda sürüklenir bir haldeydi. Müttefikler birer birer devrildi veya tehlikeye düştüler ve Washington kendisini iki arada bir derede kalmış bir vaziyette buldu. Beyaz Saray halk ayaklanmalarını destekleyici konuşmalar yapabilirdi fakat çok iyi biliyordu ki ayaklanmalar başarılı olduğu takdirde ortaya çıkan dönüşüm, ABD’nin Arap dünyasında zaten karşı karşıya bulunduğu zor durumu daha da karmaşıklaştırmaktan başka bir işe yaramaz. Dahası, Washington’ın İsrail’le “sarsılmaz” bağları gerçekte onu “oyundan çıkarmış”, bölgede anlamlı bir rol oynama kabiliyetini azaltmıştı.

Suriye tam da bu noktada patladı.

ABD gibi Türkiye de Arap Baharına hazırlıksız yakalandı. Mısır ve Libya’daki gelişmelere başlarda tepki verirken onlar da dolambaçlı bir yol izlediler. Fakat güney komşusu kaynamaya başladığında Türkiye azimli bir müdahale çabasına girdi: Muhaliflere kucak açmadan, Esad rejiminden vazgeçmeden ve tek seferlik müttefikine karşı kapsamlı müeyyideler duyurmadan evvel önce bir reformlar için sonra da müzakereler için zorladı ve kan dökmeye son verilmesini talep etti.

Öyle görünüyor ki ABD, Suriye dosyasıyla ilgili olarak şu an önemli bir sebepten dolayı Türkiye’ye paha biçilemez bir müttefik nazarıyla bakıyor. Filistinlilere verdiği ispatlı desteğin bir sonucu olarak Türkiye, Arap sokaklarının itibarını kazanmışken Amerika’nın hiç itibarı yoktur. Türkiye, Arap Birliğiyle bir ortak olarak oturabilirken ABD oturamaz; Türkiye, ABD’nin yapamayacağı şekilde Suriye muhalefetine ev sahipliği yapabilir ve onu tasdik edebilir.

Fakat bazı ihtiyati kayıtlar var. Türkiye, Suriye’deki elini fazla abartamaz. “Arapların lideri” olmadığı gibi, inanıyorum ki, öyle bir rol oynama niyeti de yok. Doğru, son kamuoyu yoklamalarımızın da gösterdiği gibi Türkiye’nin Arap bölgesindeki itibarı oldukça yüksektir. Fakat Türkiye’nin yeni bir “Osmanlıcılık” ileri sürmesi için yapılmış bir davet sayılmaz bu. Aslında, kamuoyu yoklamalarımız Türkiye’nin bir vekil olabileceğini telkin ediyor. Araplara kimin liderlik rolü oynadığı sorulduğunda “Türkiye” diyorlar. Ama kimin lider olmasını istedikleri sorulduğunda “Mısır” diyorlar. Türkiye’ye saygı duyuluyor fakat bir Arap lideri olarak değil bölgesel bir ortak olarak.

İkincisi, Türkiye, kendisini Suriye bataklığına sürükleyecek bir kibre veya hüsrana yahut da dış baskıya izin vermeme hususunda dikkatli olmalıdır. Suriyeli bazı muhalifler Türkiye’nin Suriye’de askeri rol oynamasını istiyor olabilirler ama ölümcül bir hataya dönebilir bu. Böyle bir gelişme, zaten kan akıtılan bir çatışmayı daha da azdırabilir, zaten istikrarsız olan bir bölgede daha fazla can kaybına ve huzursuzluğa yol açabilir ve Türkiye’nin zorluklarla kazanılmış bölgesel itibarına gölge düşürebilir.

En akıllıca olanı, Türkiye’nin bu baskılara direnmesi; ve Suriye rejiminin geniş reformlara ve iktidarın düzenli bir şekilde devrine önayak olacak müzakerelere başlamasında ısrar etmek üzere Arap Birliğiyle ahenkli bir şekilde çalışmayı sürdürmesidir. Baas liderliği küstah ve hem kendilerinin hem de ülkelerinin başına açtıkları sorunlara karşı hayal kırıklığı yaratacak denli kör olabilir fakat fazla tepki vermenin bahanesini de vermemelidir bu. Müeyyidelerin ve diğer baskı araçlarının rejimi zayıflatması anlam ifade eder her ne kadar işe yaramaları zaman alacaksa da. Ancak Türkiye, ABD’nin Irak’ta yaptığı hataya Suriye’de düşmemelidir. Suriye’nin Libya olmadığını da bilmelidir. Suriye çöktüğü takdirde bunun bölgesel sonuçları vahim olacak, gelecek on yıllarca tüm bir bölgeyi etkileyecektir.

Türkiye ve ABD ilişkileri, Arap dünyasında yaşanan çarpıcı değişimlere tepki olarak değişti. Fakat bu değişimlere rağmen bazı sabiteler olduğu gibi duruyor. Bunların başta gelenleri, bölgenin dış müdahaleye karşı sınırlı hoşgörüsüyle alakalı tehlikelerdir.

Kaynak: Huffington Post

Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın