Osmanlı İmparatorluğu'nun parçalanma döneminin sonlarına doğru, şu anda Yunanistan'da bulunan bir Osmanlı şehrinde doğdu.
Fransızlara, Britanyalılara ve Türkiye'yi Birinci Dünya Savaşı'nın dışına atma hayaliyle Çanakkale sahillerine demir atan Avustralya ile Yeni Zelanda'dan devşirdikleri ordulara üstünlük sağlayan ve sonunda onları yenen yetenekli kumandan olarak ün kazandı.
İmparatorluk ortadan kalkıp da müttefikler 1920 tarihli Sevr Antlaşması'yla Türkiye'yi parçalamaya kalkıştığında Mustafa Kemal, cesaretleri tamamen kırılmış yurttaşlarını toplayarak hem Yunanlıların ilerlemesini durdurdu hem de İngiliz ve Fransızların gözünü korkutarak bugünkü Türkiye'nin sınırlarını güvenceye aldı.
Batı'ya üstün gelmesinin ardından, Kemal, ülkesinin Batı'ya benzeyebilmesi için, tarihte eşine az rastlanır radikallikteki toplumsal değişimlere girişti. Eski alfabe Latin alfabesiyle değiştirilerek Türkler yüzlerce yıllık Doğu edebiyatından koparıldı. "İslam'ın ölü eli"ni siyasetten uzaklaştırdı. Türkiye, Avrupa'nın çeşitli hukukî sistemleri ve anayasalarından alınan kanun ve düzenlemelerle Avrupa tipi laik bir devlet haline gelecek, o da artık, tüm 'Türklerin atası' anlamına gelen Atatürk soyadıyla alınacaktı.
Bu husus referanduma sunulmadı. Gelenekselciler direndiler. Avrupa'nın, Sezar'a ve Tanrı'ya bırakılacak alanlar arasındaki dengeyi bulmak için harcadığı yüzlerce yılın üstünden atlanarak neredeyse bir gecede hayata geçirildi.
Kemalizm resmî doktrin haline geldi ve birileri bu çizgiden sapmaya kalktığı anda, ordu, Atatürk'ün ideallerini korumak adına hazır bulundu. Dine izin vardı ama Avrupa'da olduğu gibi özel alanda kalmalı, devlet işlerine karışmamalıydı.
Zaman içinde Atatürk'ün mirasçıları katı ve uzlaşmaya yanaşmaz hale geldiler. Türkiye'de demokrasi işler vaziyette olsa bile, Kemalist rejim demokrasiye hiçbir zaman tam olarak güvenmedi. Ordu, devletin bekçisi rolünü üstlenerek Atatürk'ün yolundan fazlaca saptığını hissettiği hükümetleri alaşağı etmekten çekinmedi.
Stephen Kinzer "Hilal ve Yıldız: İki Dünya Arasında Türkiye" kitabında "istiklâl"in en sevdiği, "devlet"in ise en sevmediği Türkçe kelimeler olduğunu belirtiyor. Devlet, sözlükteki tanımının çok ötesinde bir anlama sahip. Kinzer, "her vatandaşın ve kurumun tepesine dikilen her yerde mevcut bir yapı" olarak tanımlıyor devleti.
"Devletin ne istediğine karar verenler, kendini hiç durmadan yeniden üreten seçkinler; generaller, polis müdürleri, savcılar, siyasî patronlar ve medya baronları... Bu seçkinler, devletin görevi olarak algıladıkları şeyleri gerçekleştirebilmesini ve gerektiğinde hukukun dışına çıkabilmesini teminen birçok kanun yazdı."
Bugün, Türkiye demokrasisi devletin tehdidi altında. Geçtiğimiz günlerde Anayasa Mahkemesi, Türkiye Parlamentosu'nun genç kızların üniversitelere başörtüsüyle girebilmelerine izin veren kararını iptal etti. Parlamento, laik devletin korunması hassasiyetine sahip Recep Tayyip Erdoğan'ın yönetimindeki İslamî eğilimli partinin kontrolünde. İlginçtir ki, Erdoğan'ın hükümeti demokratlık konusunda devletin izin vereceğinden daha ileride. Şu anda mahkeme önünde, -kısmen başörtüsü meselesinden dolayı- Kemalist ilkeleri tehlikeye attıkları gerekçesiyle partinin kapatılmasını ve liderlerinin siyasetten uzaklaştırılmasını talep eden bir başka dava daha var.
Kemalistleri başörtüsü kadar dehşete düşüren başka bir konu daha yok. Bu konu, aynen Fransa'da olduğu gibi, laik devletin ne olduğu meselesini tam yüreğinden vuruyor. Eğer devlet başörtüsüne tahammül edemediğine karar verirse, onun dediği olur. ABD Yüksek Mahkemesi, gerekli gördüğünde Senato'nun iradesini tersyüz edebilir.
Bununla birlikte, demokratik şekilde seçilmiş ılımlı bir dinî parti zorla yasaklanır ve sandıkta hesaplaşma imkânı da ortada olmazsa ılımlı İslam için herhangi bir umut kalır mı? Erdoğan'ı ve partisini yasaklamak, muhalefeti, aynı demokrasinin hakim olmadığı Müslüman ülkelerde olduğu gibi, siyasî söylemden camiye doğru kaydırmak anlamına gelir.
Erdoğan, Atatürk'ün tercih edeceği bir yol olan Avrupa Birliği'ne girmeyi amaç edinmiş yenilikçi bir hükümetin başında. Eğer Erdoğan ve partisi yasaklanırsa, geriye en kötü haliyle devlet kalır ki, bu da Atatürk'ün Avrupa hayalinin sonu demek olur.
Kaynak: Zaman