Türkiye'nin AB üyeliği durağına ulaşmasının en yakın ve en güvenli yolu, bölgesel alandaki diplomatik çabalarında, dolaylı müzakerelerde arabuluculuk yaparak uluslararası toplumun Suriye-İsrail direkt müzakereler için umutlarını canlandırmasında, Ermenistan'la barışçıl araçlar ve direkt diyalogla kronik sorunlarını çözme noktasındaki güzel girişiminde değildir.
Keza İran'ı ABD ve uluslararası toplumla diyalog kurarak nükleer programını bırakmaya sevk etme amaçlı çabaları da bunda fayda vermez. Bu çabalar Avrupalıları 'sorumlu bölgesel rolün Türkiye'nin AB üyeliği şartlarını haiz ve ehil bir ülkeye dönüşmesinin garantisi olduğu' yollu bir kanaate götürme noktasında da işe yaramaz.
Bölgesel ve uluslararası diplomatik çabalar Türkiye'nin bölgesel rolüne, Ortadoğu sorunlarının çözümündeki ve İslam dünyası ile demokrasi arasında gerçek uzlaşının sağlanmasındaki önemine ilişkin artan Avrupa güvenine ortam hazırlanmasına destek olabilir. Fakat bu çabaların Ankara'nın AB'nin daimi üyeliğine alınmasının önemine dair Avrupa'yı ikna etmekte aciz kalacağı kesin. Bunun sebebi siyasî, askerî ve hukukî büyük Türk kurumlarının, Avrupa'ya üyelik hayalini gerçekleştirmeye titiz ve sorumlu bakış açısında büyük ölçüde aciz kalmasıdır. Esasında bu üyelik hayali Ankara'nın kendi iç sorunlarının yanı sıra ekonomik, hukuki ve siyasi reformlarını sürdürme, insan hakları alanındaki sicilini iyileştirme gereğiyle ilişki kurma biçimiyle bağlantılıdır.
Bu bağlamda ABD'nin dış politika ve terörle savaş alanında Türkiye'nin rolüne öncelik verdiği söylenebilir; ancak Avrupalıların Türkiye'nin veya AB üyeliğine aday her ülkenin rolüne dış sahne aracılığıyla bakmadığı kesin. Avrupa hesaplarında temel nokta, iç sahnelerin gerçeğidir. Avrupalılara göre Türkiye'nin bölgesel rolü, Türk devleti içeride birlik içinde olmadığı, siyaset kurumu askerin nüfuzundan uzak olmadığı, Türk toplumu içindeki Alevi, Yahudi, Hıristiyan ve Rum azınlıklardan adaletsizliği kaldırmadığı takdirde yeterli doğruluk kazanamaz.
Aslında Avrupalılara yaklaşma amaçlı Türk girişimlerinin kökleri geçen yüzyılın altmışlı yıllarının başlarına dayanıyor. Fakat geçen elli yıl boyunca kendisini ekonomik, siyasi ve kültürel halkasına katması için Avrupa'nın onayını alma amaçlı Türk çabaları başarısızlığa uğradı. Başarısızlıktaki temel sebep, Ankara'nın Avrupalıların dostlarının tutumlarını dış kriterlere göre değil, bu dostların iç reform kriterleri yönünde cesur, ciddi ve sorumlu hareket etme hazırlıklarına göre değerlendirme eğiliminde olduklarını anlamamasında somutlaşıyor. Ankara'nın yukarıdaki gerçeği kavramaya başladığını gösteren iç göstergeler var. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'ın Kürt girişimini başlatması, Ankara'nın Kürt kanalının yayınına izin vermesinin yanı sıra Kürt oluşumuna açılım bağlamındaki başka adımlar Türkiye'nin Ankara'yı iç reformlara yoğunlaşmaya ikna etme amaçlı Avrupa eğilimine karşılık vermeye hazır olduğunun açık göstergeleridir.
Fakat sorun Türkiye'deki siyasetin çoğu zaman gerileme, donukluk ve tam tersi yöne doğru sürpriz bir değişim yaşamasıdır. Tıpkı şu günlerde olduğu gibi. Zira Ankara'nın PKK ve Kürtlere açılım konusuna yoğunlaşmasından aylar sonra Afganistan'daki uluslararası durumun iyileşmesi, İran'ın uluslararası toplumla diyaloğa sevk edilmesi veya İsrail ile Suriye arasında dolaylı müzakereleri etkinleştirme yönünde olumlu bölgesel rol oynamayı önceliklerine aldığını görüyoruz.
Gerçekten de Türkiye'nin bölgesel alandaki performansı çok iyi, dengeli ve sorumlu. Fakat önemli olan, Türkiye'nin olumlu bölgesel rolünün kendisine Avrupa yakasına geçiş anahtarını garanti etmeyeceğini anlamasıdır. Bu anahtarı garanti edecek şey, başta Kürt sorunu olmak üzere kendi iç sorunlarının barışçıl çözümlerini bulmaya yoğunlaşma derecesidir. Kuveyt gazetesi Evan 1 Şubat 2010
Kaynak: Zaman