AK Parti içeride ne zaman bir trajediye düşse veya darbeye maruz kalsa milletvekillerinin ve yetkililerinin AB kriterlerine uygun olarak reformlara dönüş için sesleri yükselir.
Birkaç gün önce yargı kurumlarının despotluğunu ve siyasi kararlarıyla denetimin dışında olduklarını yansıtan 17 Şubat darbesi yaşandı. Cesur savcılardan biri Ergenekon örgütüne üye olmak ve hükümete karşı darbe planlamak suçlamasıyla bir başka savcıyı gözaltına aldı. Fakat Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu, henüz yargı suçlamalarla ilgili kararını vermeden suçlanan savcıyı desteklemek olarak görülecek bir tavırla savcının yetkilerini elinden aldı.
HSYK'nın üyeleri bizzat yine kendi savcıları tarafından seçiliyor ve bu kurul, savcıları atıyor. Anayasa Mahkemesi üyelerini de cumhurbaşkanı atıyor. Dolayısıyla bu yargıçlar hatırı sayılır bir değişiklik olmaksızın atamaların içeriğinde yirmi yıl devam ediyorlar. Bugün Anayasa Mahkemesi'nin bütün üyeleri AK Parti'nin 2002'de iktidara gelmesine karşın önceki dönemlerden kalmalar. Bu yüzden bu mahkemenin üyelerinin hiçbir denetime tabi olmaksızın partiler kapattığını ve bir kısmını kapatmakla tehdit ettiğini görüyoruz. Anayasal düzenlemeleri gibi yasaları kendi mizaçlarına göre iptal ediyorlar. Bu üyelerin üstünde bir otorite bulunmuyor.
Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç'ın bahsini ettiği ve şikâyette bulunduğu 'yargı devleti' bugün AK Parti'nin politikalarıyla mücadelede ordunun alternatifi. Bu bağlamda geçmişte sorun çözülmüştü. Parçalanmış bir parlamento, koalisyon hükümetleri, halka ve ülkeye hükmeden Milli Güvenlik Konseyi, ölü, baskı altında ve içi boş kabuklaşmış bir demokrasi vardı. Hatta iktidardaki partiler isyana cüret etseler nasipleri tanklar oluyordu. Bu tanklar kendilerini hiç itiraz etmeksizin hapse veya ev hapsine alıyordu. Reform ve AB'ye üyelik söylemini ciddi şekilde yükselten AK Parti'nin gelmesiyle şartlar büyük ölçüde değişti. Avrupa, ABD ve içerideki demokratik güçler partiyi desteklediler. ABD'nin desteği demokrasi sevdasıyla değil, Irak savaşına katılma noktasında teşvik edici olmayan orduyu zayıflatmak istediği içindi. Avrupa tarzı reform partiye büyük halk desteği verdi. Zira insanlar gerçekçi bir demokrasi istiyorlardı. AK Parti ilk olarak halk desteğiyle ve ardından Avrupa'nın reform desteği, ordunun rolünün gerilemesiyle korundu. Ordunun en üst düzeyde darbe komplolarının ortaya çıkması, vatanın bekçisi olma imajının parçalanmasına yol açtı. Sınırlardaki kendi asli görevi hariç her şeyle meşgul olduğu görüldü.
Türkiye'de bugün 'yargı devleti' iki temel kurumla temsil ediliyor. Anayasa Mahkemesi ve HSYK. Anayasa Mahkemesi partileri yasaklaması ve siyasileri siyaset yapmaktan alıkoymasıyla Türkiye dışında ün yaptıysa HSYK da reformların ve Ergenekon gibi davalardaki soruşturmaların nihayete ermesinin önündeki bir engele dönüşmeye başladı. Bir başka savcıyı tutuklatan savcının yetkilerinin alınması olayı AK Parti liderlerinin konuşmalarına 'Avrupa tonunu' yeniden getiren bir kıvılcım oldu.
Bu iyi bir gelişme, ancak yeterli değil. Zira üç yılı aşkın süredir ciddi reformlar Türkiye'de durmuş durumda. Partinin 2007 seçimlerindeki ezici zaferi ve adayı Abdullah Gül'ü cumhurbaşkanlığına çıkarması, Anayasa Mahkemesi, HSYK, üniversitelerde başörtüsü özgürlüğü ve partilerin kapatılması gibi konularda reforma yansıtılmadı. AK Parti liderleri kendileriyle ilgili bir krize düştükleri zaman ancak AB ile uyanıyorlar. Yanlış işte tam da bu. Gül'ün Avrupa kriterlerine uygun bir yargı reformu çağrısı güzel, ancak trajediden pratik çıkış yolu, kapsamlı ve hızlı reform, bahsi geçen 'devletleri' ilelebet sona erdirecek, demokratik hukuk devletini kökleştirecek sivil ve demokratik yeni bir anayasa için halka gidilmesidir. Birleşik Arap Emirlikleri gazetesi El Haliç 23 Şubat 2010
Kaynak: Zaman