Türkiye'de seçimler ve Avrupa merkezcilik virüsü

The Economist'in 4 Haziran tarihli başlığı çok şey anlatıyor: "Türklerin demokrasiyi desteklemesinin en iyi yolu iktidar partisine karşı oy vermeleri" Bu başlık geçmiş sömürgeci günlerin paternalizminden kurtulamamış bir zihniyeti yansıtıyor.The Economist asla bir Amerikalı, Kanadalı ya da İsrailli vatandaşa nasıl oy vereceklerini söylemezdi. Türkiye halkı kendi çıkarlarının ne olduğunu Batılı elitlerden öğrenmeye ihtiyaç duyacak kadar siyasi olarak geri kalmış bir halk mı?

Aslında müdahaleci tarafını bir kenara koyduğumuzda bile çok tuhaf bir tavsiye bu. The Economist'in kendisi Türkiye'nin AKP iktidarında hem içeride hem de uluslararası sahnede ilerleme kaydettiğini kabul ediyor. Ekonomisi büyüdü, yönetim süreçlerinde sivillerin egemenliği güçlendi, Kürt azınlığı ve Kıbrıs gibi uzun zamandır süregelen konularda yaratıcı çabalarda bulunuldu ve Türkiye yaratıcı ve yapıcı bir dış politika ile bölgesel ve küresel itibarını artırdı. Böyle bir bağlamda Türklerin AKP'ye sürekli saldıran fakat onun politikalarından daha iyi ne yapabileceğini anlatan alternatif bir vizyon sunmayan bir muhalefet partisine oy vermelerini tavsiye etmek çok tuhaf oluyor.

Stewart Patrick, Foreign Affairs dergisinin sayfalarında son olarak şöyle yazdı: "Brezilya, Çin ve Hindistan'ın dramatik büyümesi ve Endonezya ve Türkiye gibi orta büyüklükteki ekonomilerin ortaya çıkışı jeopolitik manzarayı dönüştürmekte ve II. Dünya Savaşı sonrası liberal düzenin kurumsal temelini sınamaktadır." Burada Türkiye büyük bir bölgesel ve küresel aktör olarak ortaya çıkıyor ki AKP liderliği öncesinde siyasi tahayyülde böyle bir rolü yoktu.

Avrupa merkezli bakış açılarından uzaklaşınca Türkiye'nin yükselişi daha da dramatik olarak ortaya çıkıyor. Arap Baharı'nda Türkiye ilham veriyor. Bölgedeki kamuoyu yoklamalarında Recep Tayyip Erdoğan dünyanın en hayranlık duyulan lideri olarak geçiyor. Her bir ülkedeki durum farklılıklar içerse de, Türkiye'den öğrenilecek çok şey var. Temel olarak Ahmet Davutoğlu'nun şekillendirdiği AKP'nin dış politikası makul, barışa yönelik ve akıllı bir aracılık öneriyor. Derin tarihî ve kültürel yakınlıklardan faydalanıyor ve İran ya da Suudi Arabistan'dan çıkan sesten çok farklı bir siyasi profil sergiliyor.

AKP'nin başarılarının bu şekilde teyit edilmesi onun politikalarının hiç eleştirilmeden kabul edileceği anlamına gelmesin. İçerideki muhalefet yaklaşımında rahatsız edici özellikler var, özellikle gazetecilerin tutuklanması ve son olarak hükümet karşıtı protestolarda sergilenen polis zorbalığı bunlara örnek olarak verilebilir. Laik Türkler, anayasa reformlarının bazılarının AKP'nin sonsuza kadar iktidarda kalmasını sağlayacağından ve internet sansürü ya da alkolün kamusal alanda ulaşılabilirliğinin sınırlanması gibi önlemlerle Avrupalı ve modern hayat tarzlarına bir meydan okuma olacağından korkuyorlar.

The Economist Türklere nasıl oy vereceğini söyleyeceğine, Türk seçmenleri AKP'nin çok heyecanla benimsediği serbest piyasa ekonomisinin tehlikelerine karşı uyarabilirdi. Son yılların etkileyici ekonomik büyümesine rağmen Ankara'nın piyasa düzenlemelerini azaltan, iklim değişikliğine kafa yormayan, spekülatif finanstan hoşlanan ve zengin ile fakir arasında uçurumu artıran bir neoliberal küreselleşmeyi kabul etmeye çok hazır olduğunu görüyoruz.

Fakat burada bile Türkiye'nin karnesi en sert muhaliflerinin kabul edeceklerinden çok daha iyi durumda. Son olarak İstanbul'da BM'ye üye 192 ülkenin katıldığı bir mega konferans düzenlendi ve Başbakan ile Dışişleri Bakanı'nın açıklamalarında Türkiye'nin BM süreci üzerinde ekonomik adalet sağlamaya dair kendine bir rol biçtiği çok açıktı. Bu niyetini ifade eden Dışişleri Bakanı bağımsız uzman akademisyenlerden oluşan ve hükümetler arası konferansa paralel olarak işleyen bir "Entelektüeller Forumu" kurdu. BM'nin yoksulluğa ve toplumsal zayıflığa yönelik yaklaşımının tümüne karşı eleştirel bir bakış açısı sunmuş oldu.

Türkiye'deki siyaset sahnesinin en büyük eksikliği belki de AKP liderliğinin kalitesi değil de sorumlu ve güvenilir bir muhalefetin yokluğudur. Şu ana kadar anamuhalefet partisi olan CHP sadece "hayır" diyen, "ikinci İran" olmakla ilgili laik endişeleri kaşıyan bir parti olarak kaldı. Her canlı demokrasinin olduğu gibi Türkiye'nin de politika tartışmalarının kalitesini yükseltecek bir muhalefet ihtiyacı var.

The Economist ve diğerleri elbette AKP politikaları üzerine yorum yapmakta özgür olmalı fakat kime oy vereceklerini söylemek Avrupa'nın Ortadoğu'yla olan ilişkisinin en kötü taraflarını akıllara getiriyor. Gittikçe daha birleşik ve birbirine siyasi, ekonomik ve kültürel olarak bağlı bir küresel alanda yaşıyoruz. Böyle bir dünyada bu Avrupa merkezciliğin The Economist'in editörlerini utandırmıyor olması çok yazık.

Al Jazeera, 11 Haziran 2011

Kaynak: Zaman