Türkiye'de moda Osmanlı nostaljisi

Osmanlı İmparatorluğu hanedanlığının son varisiydi. Fakat Prens Osman Ertuğrul Osmanoğlu ülkesi olmayan bir prensti ve hayatının büyük bölümünü vatansız geçirdi. Türk yetkililer 1923'te cumhuriyeti ilan ettiklerinde Osmanoğlu ve bütün ailesini sınırdışı ettiler.

Sürgündeki prens ancak 2004'te Türk vatandaşlığı alabildi. Prens 23 Eylül'de İstanbul'da öldü ve vaktiyle onu kovmuş olan cumhuriyet Osmanoğlu'yla barıştı. Cenaze törenine katılanlar arasında muhafazakâr İslami AKP hükümetinden dört bakan, bir bakan yardımcısı, bazı milletvekilleri, İstanbul valisi ve İstanbul emniyet müdürü vardı. Başbakan Tayyip Erdoğan da özel olarak taziye mesajı gönderdi. Bu, cumhuriyetin Osmanlı mirasına yönelik nadir bir saygı duruşuydu.

Dost-düşman kavramı değişti
Bugün birçok Türk gerçek büyüklüğün imparatorluk geçmişinde yattığına inanıyor ve bu geçmiş artık ille de Batı'da değil. Türkiye'yi eleştirmeye düşkün olan Avrupa giderek mazide kalan bir ideale dönüşüyor. Türkiye'de moda 'yeni Osmanlıcılık'; bu yıl, İstanbul belediye başkanıyken Erdoğan'ın hazırlıklarını başlattığı yeni bir tarih müzesinde açılan sergide de bunu görmek mümkün. Müzedeki devasa bir manzara resmi, İstanbul'un 1453'te Osmanlılarca fethedilmesini tasvir ediyor; resme, hoparlörlerden verilen top gümbürtüleri ve savaş naraları eşlik ediyor.

Osmanlı geçmişine yönelik bu nostalji, politikadaki giderek açık hale gelen 180 derecelik bir dönüşle uyum halinde. Türk siyasetçiler artık Osmanlı dönemini, ülkelerinin Ortadoğu ve Kafkaslar'da saygın bir hegemonik güç olduğu bir dönem olarak anıyor (ve yüceltiyor). Bu, Ankara'nın bugün oynamak istediği, hatta muhtemelen çoktan oynamaya başladığı bir rol.

Türkiye gerçekten de dikkatini tekrar Doğu'ya yöneltti; bu minvalde iletişim kanalları açtı ve bildik dost-düşman ikiliğinin ötesine geçen bir diplomatik tutum benimsedi. Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu bölgedeki ihtilafları 'sıfır sorun' politikasıyla çözme beklentisi içinde. Arabulucu rolü oynamak istiyor ve komşularıyla uzlaşma sürecinin sonunda Türkiye'nin Ortadoğu'daki en güçlü ülke olarak yükseleceğini umuyor.

Türkiye ve Ermenistan diplomatik ilişkilerin yeniden tesisini öngören bir prokotol imzaladı. Son dönemde bir başka zor komşuyla da görüşmelere başladı. Kuzey Irak'taki fiili Kürt devleti parçalanmış bir Irak'ta Şiiler ve Sünnilerle baş başa bırakılmaktan endişe ediyor. Iraklı Kürtler onların yerine Türkiye'yle ilişkiler kurmaya çalışıyor. İki hafta önce Davutoğlu Erbil'e gitti. Onunla seyahat eden bir gazeteci, Türk bir dışişleri bakanının Kürt bayrağı taşıyan bir limuzinde oturduğunu görünce hayret ettiğini söylüyordu.

Ancak bugüne kadar Türklerin en yakın ilişki kurduğu komşuları Suriyeliler. Ekim ortasında Suriye Dışişleri Bakanı Velid Muallim, Davutoğlu ve beraberindeki kalabalık heyetle Türkiye-Suriye sınırındaki Öncüpınar'da buluştu. İki bakan sınırı belirten bariyeri kaldırdı; Eylül 1989'da Macaristan-Avusturya sınırının açılmasını hatırlatan bir manzaraydı bu.

1990'ların sonunda iki ülke, Suriye'nin PKK'lı aşırılıkçılara verdiği destek nedeniyle savaşın eşiğindeydi. Bugün orduları ortak tatbikatlar yaparken, dışişleri ve savunma bakanları 'stratejik işbirliği konseyi'nin parçası mahiyetinde bir araya geliyor. Gazeteci Zeynep Gürcanlı'nın yazdığı gibi, Türkiye bir başka ülkeyle hiç bu kadar yakın işbirliğine girmedi. Ankara'nın çabaları en nihayetinde AB'yi örnek alan bir 'Ortadoğu Birliği'ne varabilir mi?

Yıllar süren Türkiye-Suriye ihtilafının sona ermesi, Davutoğlu adına gerçek bir başarı olarak görülüyor - keza, Batı tarafından dışlanan ülkelerinin itibarının artmasından dolayı sevinen Suriyeliler adına da. Fakat Şam bir başka sebeple de sevinçli. Bu yakınlaşmayla neredeyse aynı zamanda Türkiye'nin bir başka ülkeyle ilişkisi inişe geçti. Türkiye İsrail'i, hükümetin başta öne sürdüğü iddiaya bakılırsa, 'teknik nedenlerle' Anadolu Kartalı tatbikatından çıkardı.

Erdoğan sonradan gerçek nedeni açıkladı: Ankara, Gazze'deki Filistinlilere karşı kullanılan savaş uçaklarının Türk hava sahasında uçmasına izin veremezdi.

Türklerin İsrail'le 'stratejik ortaklık'larını derin dondurucuya koyarken Suriyelilerle ortak tatbikat düzenleme kararı, Ankara'nın dış politikasında yaşanan değişimin ne kadar derin olduğunu gösteriyor.

Bu karar ülke içindeki ciddi bir yapısal gelişmeyi de yansıtıyor: Muhafazakâr İslami AKP hükümeti laik ordu karşısındaki konumunu güçlendirdiği için, şimdi daha kendine güvenli bir dış politika izleyebiliyor. Artık Türk-İsrail ittifakına, ki daima seçkinlerin bir projesiydi bu, o kadar fazla saygı göstermek zorunda değil.

Bununla birlikte Ankara'nın İsrail'le sürtüşmesi Gazze savaşından da önce başlamıştı. Emekli general Haldun Solmaztürk'e göre ordu da İsrail'den dolayı hayal kırıklığı içinde, çünkü İsraillilerle uzun zamandır güvenilir anlaşmalar yok ve Türkler İsraillilerin kendilerine küçümseyici muamele yaptığını hissediyor. 

İran'a destek endişe yarattı
Şimdi İran Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinecad Türkiye başbakanını iyi bir dost sayıyor ve (Batı'nın canını sıkacak bir biçimde) bu his karşılıklı. Erdoğan da Tahran'a adil davranılmadığını söyledi. Türkiye başbakanına göre Batı İran'ı yaptırımlarla tehdit edeceğine önce kendi nükleer silahlarını yok etmeli.

Batılı diplomatlar bu sözlere inanamadı. İran'ın nükleer çabalarına dair ihtilafta tek Müslüman NATO üyesi Tahran'ın yanında mı saf tutuyordu? Bilhassa Erdoğan'ın İsrail karşıtı tiradından sonra bu, Avrupa'nın Türkiye'yi çoktan kaybettiğinin güçlü bir göstergesi değil miydi?

Erdoğan'ın dış politika baş danışmanı İbrahim Kalın bu ithamları tuhaf buluyor. Kalın'a göre pragmatik politika Batı'ya yabancı değil. Kalın şöyle diyor: "ABD'nin Rusya'ya açılması yeni bir dönem olarak övülüyor. Fakat Türkiye İran'a açıldığında, insanlar bizim eksen değiştirip değiştirmediğimizi sormaya başlıyor."

'Köprü iki tarafa da ait değildir'
AB'yle müzakerelerden sorumlu bakan Egemen Bağış Türkiye'nin Batı'dan uzaklaşmakta olduğu iddiasını kabul etmiyor. Ankara'nın diplomasisinin kazandığı başarıların Avrupa için de kazanım olarak görülmesi gerektiğinde ısrar ediyor. Batı'nın Türkiye'yi bir köprü olarak nitelediğini vurgulayan Bağış, "Bir köprü nasıl tek ayak üzerinde durabilir?" diye soruyor. Erdoğan'ı eleştiren isimlerden Burak Bekdil'se şunları söylüyor: "İyi haber şu: Türkiye Batı'dan uzaklaşmıyor. Kötü haberse şu: Artık Batı'ya yaklaşmıyor da."

Peki bu duruma şaşırmalı mıyız? Fransa ve Avusturya Türkiye'nin AB üyeliğine karşı. Almanya'da muhafazakâr Hıristiyan Demokrat Birlik, köprü görüntüsünü daha büyük bir mesafenin tezahürü olarak görüyor. Maliye Bakanı Wolfgang Schauble, tam üye olacaksa Türkiye'nin artık köprü işlevi göremeyeceğini söylüyor. Schauble'ye bakılırsa, bir köprü iki tarafa da ait değildir. (12 Kasım 2009)

Kaynak: Radikal