11. Ceza Dairesi'nin, Erzincan davası hakkında verdiği birleştirme ve tutuklu yargılanan sanıkların tahliyesi kararı, "Artık Türkiye'de hukuk bitti." dedirtti.
Savcı Ferhat Sarıkaya'nın, her türlü haktan mahrum edilerek meslekten ihracıyla başlayan süreç, nihayet yüksek yargının, kendisini ilk derece mahkemesi yerine koyup, yargılama yapmasıyla noktalandı. "Hukuk bitti." diyenlere göre, işte burası "Tuzun koktuğu yerdi."
Zira 11. Ceza Dairesi'nin birleştirme kararı verdiği davanın, bir tarafı terör suçu olduğundan ve terör, daha ağır bir suç olduğundan, davayı 9. Ceza Dairesi'ne göndermesi ve hiçbir şeyine dokunmaması gerekiyordu. Ama öyle olmadı. Sanıklar "koşulsuz tahliye" edildi.
Yargıtay'ı iyi bilenler, hukuk dışı böyle bir kararın sebebini, Yargıtay üyelerinden bir kesimin sempatisini kazanma düşüncesine bağlıyorlar. Bundan sonra dava 9. Ceza Dairesi'ne giderse, daire başkanı Mahmut Acar kucağında otistik bir bebek bulacak. Yani davanın rantı Ersan Ülker'e, külfeti de Mahmut Acar'a düşmüş olacak.
"Belli bir kesimin sempatisi nasıl bir rant getirir?" sorusunun cevabı için biraz geçmişe gidip, sonra geleceğe bakmak gerekiyor. Bilindiği gibi Ersan Ülker, Yargıtay Başsavcılığına aday olmuştu. Nedendir bilinmez, eski Cumhurbaşkanı A. Necdet Sezer, en fazla oyu almış olmasına rağmen Ersan Ülker'i seçmemiş, Abdurrahman Yalçınkaya'yı ona tercih etmişti. Buraya kadarı olayın geçmişe bakan tarafıyla ilgilidir. Geleceğe bakan tarafında ise yaklaşık on bir ay sonra boşalacak Yargıtay Başkanlığı koltuğu duruyor.
Eğer Ülker, Yargıtay başkanlığına aday olursa bu tez doğrulanmış olacak. Ancak, "Türkiye'de artık hukuk bitmiştir" dedirtecek bir kararın altında imzası bulunan adaya, Yargıtay üyeleri başkanlık için yeterli oyu verecek mi? sorusuna iki türlü cevap veriliyor.
Birinci görüş, "hukuk adamlığı" nosyonunun ağır basacağını düşünenlere ait. Onlara göre Ülker, hukuk dışına çıkarak verdiği kararla belli bir kesimin kalbinde ebedi bir taht kurmuştur. Elde ettiği bu sempati, Yargıtay başkanlığı koltuğundan daha onur verici ve daha kalıcıdır. Dolayısıyla bir de Yargıtay başkanlığına seçerek, Yüksek Yargı'yı, halkın ve uluslararası hukuk camiasının nazarında tartışılır kılmak doğru olmaz. Yani Ülker ödülünü manevi olarak almıştır. Başkan olmasına gerek kalmamıştır.
İkinci görüş sahipleri tam tersini düşünüyor. Onlara göre, eğer aday olursa, -ki olacaktır- Ersan Ülker'i seçebilmek için her şey yapılacaktır. Ülker'i seçtirerek, "hukukun üstünlüğü" için uğraşanlara, "üstünlerin hukukunun" geçerli olduğu ispatlanacaktır. Bunun mesajı da kabaca şu olacaktır: Yüksek Yargı'ya ve başkanlıklara gelmek isteyenler kesinlikle bilmelidir ki, bunun yolu, en zor hukuk problemlerini tereyağından kıl çeker gibi çözebilen büyük hukuk adamlığından değil, üstünlerin hukukuna sadakatle bağlı olmaktan geçer.
On bir ayın sonunda Yargıtay başkanlığı açısından, ak koyun kara koyundan ayrılmış olacak. Ne ki, hadise bununla sınırlı değil. Bir tarafta "Hukuk artık bitmiştir." dedirten kararlara imza atanlar var, diğer tarafta ise Sarıkaya'nın akıbetini gördüğü halde hukuktan vazgeçmeyecek, hatta meslekî geleceğini ve istikbalini ortaya koyabilecek kadar hukuka ve Türkiye'nin artık gerçek bir hukuk devleti olması gerektiğine inananlar var.
Burada yeni olan, üstünlerin hukukuna biat etmiş hukukçuların varlığı değildir. Onlar zaten vardı ve onlar için netleşen sonuç artık eski icraatlarını yaparken sobelenmekten kurtulamadıklarıdır. Asıl yeni olan, hukukun üstün olması gerektiğine inananların çoğalmasıdır. Bu açıdan bakınca bütün netliğiyle görünen sonuç şudur: Türkiye'de hukuk bitmiyor; aksine kabuğunu kırarak varlık sahnesine daha yeni çıkıyor... h.ozturk@zaman.com.tr
Kaynak: Zaman