Türkiye ve Ortadoğu: Güncellenmiş Bir Değerlendirme

 

Bir açıdan kendini Ortadoğu'dan uzaklaştırmak için—Avrupa Birliği'nde üyelik elde etme başarısının yolu olarak—Türkiye'den daha fazla çalışan bir ülke yoktur fakat Türkiye'nin bölgede önemli bir rolü var. Bununla birlikte Türkiye'nin kimliği, çıkarları ve iç politikaları üzerindeki farklılaşmalar tarafından bu durum karmaşık bir hale getirildi.


1—Türklerin çıkarları ve algılamaları
Türkiye, hala 1920'lerde Mustafa Kemal tarafından başlatılan dikkate değer reformların bir ürünüdür. O, dış maceralardan ve bölgesel iddialardan kaçan batıya yönelmiş, laik ve modernleşmiş bir devlet arayışındaydı. Onun aradığı Türkiye, Türk halkını birleştiren, üniter ve fazlasıyla merkezi bir devletti. 

Atatürk'ün mirasının bir kısmı bu gün meydan okuma ile karşı karşıya iken Türkler bir an bile onun politikalarının etkisini unutamazlar. Dahası ülke Atatürk'ün vizyonundan saptığında bile yaşanan gelişmeler, genellikle onun kurduğu sistemin birbirini izleyen başarılarının sonuçları olmuştur. 

Örneğin, Türkiye'nin görece istikrarı ve 1970'ler ile 1980'lerin ekonomik reformlarının liberalleştirilmesinin ardından gelen ekonomik gelişmesi, çok dindar ve geleneksel zihniyetli olan Orta Anadolu'da yeni bir orta sınıf ortaya çıkardı. Cumhuriyetin nihai koruyucusu olarak sık sık seçim politikasının başarısızlığına karşı bir sigorta gibi davranan ordu da Atatürk'ün eseriydi. 

1940'ların sonundan 1990'lara kadar Türkiye'nin stratejik öncelikleri fazlasıyla uyumluydu. Türkiye öncelikli tehdidin SSCB ve Sovyet bloğundan geldiğini görerek batıyla özellikle de ABD ile (NATO üyeliğiyle sembolize edilen) ittifakını vurguladı. Bu yüzden Moskova ile müttefik olan radikal Arap rejimlerine muhalifti. 

Türk politikasının diğer önemli cephesi, Ege Denizi sınırları, Kıbrıs ve diğer sorunlarla ilgili Yunanistan'la yaşadığı çatışmaydı. Her iki ülke de batı ittifakının birer parçası olduklarından bu anlaşmazlık genellikle kontrollüydü. 

Fakat 1990'larda Soğuk Savaş'ın bitmesiyle Türk liderler yeni bir yön bulma ihtiyacının fazlasıyla farkında idiler. Sovyetler Birliği ve onun bloğu kuzeyden gelen tehdidi ortadan kaldırarak sahneden çekildi. Bunun yerine Türkiye'nin iyi ilişkilere sahip olabileceği etnik olarak Türk olan devletler ortaya çıktı. Bununla birlikte Türkler, Türkiye'nin bir sermayeden (müttefikten) daha azı olarak görülebileceği bir durumda batı ile olan ittifaklarını yeniden nasıl yapılandıracaklarını hesaplamak zorunda olduklarını biliyorlardı.

Bu sürecin ilk bölümünde Yunanistan ile yaşanan çatışma fiili olarak sona erdirildi. Aynı zamanda sürecin önemli bir Ortadoğulu unsuru vardı. Yeni tehdit, İran, Irak ve Suriye gibi radikal komşulardan gelen şey olarak belirlendi.

Süreç devam ederken İsrail'le yakınlaşma da, bu yeniden düşünüş tarafından yoğunlaştırıldı. Her iki ülke, bölge de aynı düşmanlara sahip, batıya yönelmiş, Arap olmayan ülkelerdi.

Bu yaklaşım Kürt sorunuyla da çakıştı. Türkiye'ye karşı kanlı bir terör savaşı yürüten radikal PKK, Suriye'nin bir maşasıydı. Türkiye, kuzeyinde Kürt çoğunluğuna sahip Irak'ın iç durumuyla yakından ilgilenmek zorundaydı. Eşit şekilde Türkiye'nin laik cumhuriyeti için bir tehdit olan İslamcılığa İran'ın desteği onu nerdeyse Kudüs'te algılandığı oranda Ankara'da da düşman haline getirdi. 

Onun teknolojik bilgisini satın almak istediği kadar İsrail askeri başarılarına saygı duyan TSK, İsrail ile ittifak için arzulu bir taraftardı. Benzer şekilde etkili ekonomik faktörler de vardı. İsrail, Türkiye için iyi bir pazardı ve iki ülke arasındaki ticaret artmıştı. Bunun karakteristik bir sembolü, İsrail'in yeni uluslar arası havaalanı ile İstanbul'daki mukabilinin benzerliğiydi—her ikisi de aynı Türk şirketi tarafından inşa edildiler.

Ak Parti Hükümetinin Gelişi

2002'de Adalet ve Kalkınma Partisi tarafından bir hükümetin kurulmasıyla Türkiye yeni bir döneme girdi. Buradaki kilit ve cevaplanmamış soru, bunun kısa vadeli bir değişim mi yoksa ülkenin yönünde temel bir değişim mi olduğu sorusudur.

Ak Parti, ülkenin geleneksel olarak İslamcı partisindeki daha genç üyelerin engellenmelerinden ve onlar tarafından yapılan yeniden düşünüşten ortaya çıktı. Samimiyet ve faydacı hesap arasında yapılan harmanlamadan bir sonuca ulaşıldı: böylesi herhangi bir grup ancak merkeze doğru taşınıp açık İslamcı niyetinden kurtulursa bir çekiciliğe sahip olabilir.

Böylece yeni partinin liderleri partiyi; AB üyeliğini güçlü bir şekilde destekleyen merkezin sağında, muhafazakâr ve geleneksel değerleri kendinde buluşturan bir parti olarak tanımladılar. 2002 seçiminde parti oyların %34'ünü ve Türk seçim kanununun garabetlerinden dolayı parlamentodaki koltukların üçte ikisini kazandı. Partinin iktidarı o kadar başarılı bulundu ki 2007 seçimlerinde oylarının oranını %48'e çıkardı.

Partinin başarısı tamamen—veya büyük oranda—İslamcı yönelimli olmasından kaynaklanmıyordu. Diğer iki önemli faktör; muhalefetin ispatlanabilir ehliyetsizliği ile bölünmüşlüğü ve Ak Parti'nin ülkenin ekonomik çökmüşlüğünün üstesinden gelme başarısıdır. Sözü edilmeye değer diğer bir şey; partinin Kürtlere, Kürt milliyetçiliği yapmalarındansa ortak Müslüman kimliği üzerinden onlara bir çözüm önererek Kürtleri cezp etmesidir. 

Daha derin olan akım, Türk toplum ve siyasetini belirleyen merkez ve periferi arasındaki uzun süren rekabetti. Ülkenin daha fazla batılılaşmış ve modernleşmiş batısı, tıpkı merkezi hükümet bürokrasisinin özel sektör üzerinde keyfi hüküm sürdüğü gibi Anadolu üzerinde hüküm sürüyordu. İç bölgelerin zenginliğinin gelişmesi ve büyümesi ve buna ek olarak şehirlere gerçekleşen kitlesel göçle birlikte Ak Parti eski sisteme bir meydan okumayı temsil etti. 

Ak Parti köktenci İslamcılar tarafından yönetilmediğini ispatladığından ona duyulan ve giderek büyüyen bir saygı fazlasıyla laik ve batılılaşmış çevrelerde bile moda haline geldi.

Ak Parti nasıl değerlendirilmeli? İslamcı veya ılımlı bir kareye konulamaz. Her iki unsur da Ak Parti'de mevcuttur. İslami bir Türkiye görmek isteyen partide aralarında şimdiki cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün de olduğu pek çok unsur var. Daha merkezci bir hattı izleme konusunda fazlasıyla samimi görünen ve muhtemelen başbakan Recep Tayip Erdoğan'ın da aralarında olduğu başkaları var. Yine de, Türkiye'yi İslamcı bir yöne götürmedeki ek bir unsur; Ak Parti hükümetinin uzun vadeli etkisidir. Burada partinin ne kadar uzun süre iktidarda kalacağı ciddi bir faktör olacaktır. 

Türk Dış Politikasına Etkisi

Bu iç karışıklık, Türk dış politikası üzerinde herhangi birinin bekleyeceğinden daha az etkiye sahip oldu. Bunu sağlamada en ciddi öneme sahip olan şey; yeni liderliğin radikal olmadığını ispatlamayı çok istemesiydi. Bu yüzden parti, AB üyeliği için çalışmada çok arzuluydu. Bu politika, üyeliği kişisel çıkarlarına uygun gören, son zamanlarda yükselen üreticiler arasındaki önemli seçmen kesimi nezdinde revaçtaydı. Buna ek olarak, AB tarafından dayatılan pek çok reform özellikle de ordunun ve devletçi bürokrasinin gücünü zayıflatan reformlar Ak Parti tarafından da desteklendi.

İsrail ile ilişkiler de nispeten korundu. Ticari çıkarlardan söz etmezsek ordu, onların dostça bir düzeyde ilişkilere devam etmesini istediğinden, orduyla sürtüşmekten kaçınmanın ve Ak Parti'nin İslamcı bir parti olmadığının bir delili olarak kullanmanın göreceli ucuz bir yolu olduğundan parti böyle davrandı. Ak Parti hükümetinde, keskin bir şekilde İsrail karşıtı olan bir medya tarafından daha da azdırılan İsrail'e yönelik korkunç bir düşmanlık var fakat politika yapanlar tercihlerini değil çıkarlarını izlerler. 

Bununla birlikte, her ne kadar bazıları bölgedeki gelişmelerden dolayı olsa da Türkiye'nin Ortadoğu ülkeleri ve ABD ile olan ilişkilerinde daha fazla değişim oldu. Türkiye başarılı bir şekilde Suriye'nin PKK'yı desteklemesini engelledikten sonra Şam ile ilişkiler dikkate değer bir şekilde rahatladı. Saddam devrilmiş olduğundan Irak artık eskisi gibi bir tehdit değildi. Türkiye ve İran arasındaki İslam/İslamcı yönelim de onları bir araya getirdi. 

ABD ile ilişkiler ciddi bir krize dönüştü. Bunun arka planı Ak Parti hükümetinin İslamcı yönelimi ve Ortadoğu'daki radikal hareketlere ve devletlere yönelik tavrındaki 180 derecelik değişiklikti. Fakat ana sebep Irak sorunuydu.

Her şey kararlaştırılmış değildi. Türkiye, 2003'te Saddam Hüseyin'e saldırıları desteklemeye yaklaştı. Fakat ulusalcı, İslamcı ve Amerikan karşıtı faktörler, sonunda Washington'a karşı düşmanlığı tırmandırmak için uzlaştılar. Türkiye belirli bir biçimde Irak'taki göreceli anarşi ile birleşen oradaki Kürt gücünün yükselişi tarafından tehdit edildiğini hissetti. Sınırda kurulacak bir Kürt devletinin Türkiye'nin güneydoğusundaki etnik Kürt nüfusunun aklını çeleceği ile ilgili eski korku Türkiye'de önemli stratejik ve psikolojik bir faktördür. ABD'nin Kuzey Irak'taki PKK varlığına baskı yapmaması özel bir sinir bozucu unsurdu.

ABD, Türkiye'ye ve Ak Parti hükümetine yönelik tavrında o kadar kontrollüydü ki Türkiye'deki muhalefetten şikâyetler hatta Washington'un Ak Parti'yi hükümette istediği ile ilgili iddialar sadır oldu. Gerilimler son zamanlarda dindi. Türkiye'nin şimdiki yöneticilerinin ABD'den daha fazla İran'la kendilerini rahat hissettikleri hala bir merak konusu olmalıdır. 

Türkiye ve Ortadoğu Diplomasisi

Türkiye bölgede yapıcı bir rol oynayabilirken, bir mit susturulmalıdır. Hiçbir anlamlı açıdan Türkiye, Arapça konuşan ülkeler için bir model değildir. Tarihi, ulusçu ve diğer nedenlerden dolayı Araplar, Türkiye'ye bakmazlar. Bu, hem Atatürk'ün sistemi hem de buna eşit oranda şimdinin "ılımlı Müslüman" rejimi için de doğrudur. 

Bununla birlikte bir devlet ve bölgesel bir güç olarak Türkiye faydalı olabilir. Bu boyut, İsrail devlet başkanı Şimon Perez ve Filistin Yönetimi lideri Mahmut Abbas Türk parlamentosunda konuştuğunda temsilini buldu. İkili, aynı zamanda Batı Şeria'da iki endüstriyel bölge için Türkiye ile bir anlaşma imzaladılar. 

Türkiye, Arap—İsrail uzlaşmasında rol oynamayı birkaç nedenden dolayı istiyor. Bunlardan biri itibar ve Türkiye ile iyi ilişkilerin değerini göstermektir; diğeri Ak Parti'nin ılımlı kimliğini cilalamaktır. Bölgede daha fazla istikrarın Türkiye için iyi olduğu düşüncesi ile birlikte Filistinlilere duyulan güçlü sempati bu yöne iten ek faktörlerdir. 

Ama neyin başarılabileceği ile ilgili de sınırlar var. Türkiye hükümeti yeni dostları Suriye ve İran'ı kızdıracak kadar ileri gitmek istemez. Ve Ak Parti'nin Filistinlilere duyduğu sempati Abbas'ın güçlerinden daha çok Hamas içindir. Bununla birlikte gizli iletişimler için bir kanal oluşturma ile ilgili, ekonomik gelişmenin bir destekçisi ve Arap dünyasındaki retçileri dengelemek için bir barış destekçisi olarak Türkiye kayda değer bir değere sahiptir. 

Bir Türk rolünün dolaylı bir avantajı, Avrupa—Türkiye ve ABD—Türkiye bağlarını güçlendirmesidir. Ak Parti hükümetine karşı ihtiyatlı davranırken onu, bölgenin radikal güçlerinin bulunduğu yönde çok fazla ileri gitmemesi için tutmak önemlidir. Türkiye hükümetinin —çatışmayı dindirmek için bazı sorumluluklar alarak; İsrail ile iyi ilişkileri sürdürme ihtiyacı duyarak—ortada olması her türlü ilerlemeyi sabote etmek isteyen Tahran, Hizbullah ve Hamas'ı cesaretlendirmesinden daha iyidir. 

Ve Türkiye için daha karmaşık fakat bazı açılardan daha acil diplomatik rol, Irak'la ilgili roldür. Batının çıkarları için hoş olmayan çözümleri arayan Irak'ın diğer komşularının tersine Türkiye dengeli ve ılımlı bir Irak istiyor. Türkiye'nin özel istekleri; bağımsız Kürt devletinin olmaması, Türk karşıtı teröristlerin Kuzey Irak'ta varlığına izin verilmemesi ve oradaki etnik Türk nüfusuna adil davranılmasıdır. Bunlar karşılanabilecek isteklerdir. 

Ülkenin geri kalanındaki şiddetli düzensizlikle karşılaştırıldığında Kuzey Irak'taki göreceli istikrar Türkiye'nin işbirliğine özellikle de sınır ötesi ticareti kolaylaştırmasına bağlıdır. Türkiye'nin Irak'taki rolü, nasıl yaklaşıldığına bağlı olarak korkunç bir problem veya vazgeçilmez bir sermaye olabilir. 

Ve bu Türkiye'nin Ortadoğu rolünün çift yönlü ana noktasıdır. Türkiye bölgesel sorunlarla uğraşmada pozitif bir ajandaya doğru gitmeye alıştırılmalıdır. Ve aynı zamanda böyle yapmak Türkiye'nin kendisinin daha ılımlı ve şimdiki hükümetin iktidarında olabildiği kadar batıya yönelimli kalmasını sağlamaya yardımcı olabilir. 

Barry Rubin, Uluslararası İlişkiler Global Araştırma Merkezi'nin (http://www.gloriacenter.org) yöneticisi ve Uluslararası İlişkiler Ortadoğu Gözden Geçirme Bülteni'nin http://meria.idc.ac.il editörüdür. Son kitapları, The Truth About Syria (Palgrave—Macmillan) ve The Long War for Freedom: The Arab Struggle for Democracy in the Middle East (Wiley)'tir.