2011 yılı sonunda Amerikan askerleri ‘resmi’ bir biçimde Irak’ı terk edecekler. Lakin genel kanaat gayri resmi biçimde varlıklarını koruyacakları ve devam ettirecekleri yönünde. Hatta çeşitli adlar altında 20 bin askere ilaveten sayıları 150’ye varan güvenlik şirketlerinin de kalacakları varsayılıyor. Bunların en kötü şöhretlilerinden birisi ise Black Water olarak bilineni. Amerikalılar uyanıklık yapıp kötü şöhrete haiz şirketin sadece ismini değiştirmişler: US Training Centre INC. Sıfat, müsemma ve icraat aynı ama isim değişmiş. Irak resmi çekilmeden sonra yeni bir döneme girerken muhtemel gelecek senaryolarını Hey’etü’l ulema Başkanı Haris Dari ile değerlendirdik. Halen Ürdün’de ikamet etmekte olan Haris Dari her zaman ki gibi gelecekle alakalı olarak iyimser. Ama kaygıları da yok değil. Irak semalarında her zamanki gibi kara bulutlar dolaşıyor. Bu kara bulutların başında Irak’ın yeniden bölünmesi veya bölgeler (menatikiyye) rejimine geçmesi geliyor. Sünniler siyasi sürece de federalizm sürecine de hep gecikmeli olarak katıldı. Amerikalıların Irak’a girmesiyle birlikte Irak, Kürt bölgesiyle sınırlı da olsa federatif bir yapıya büründü. Amerikalıların çıkmasıyla birlikte bu federal yapının daha da muhkem hale gelme ve genişleme ihtimali var. Kürtlerden sonra Şii İslamcılar veya Irak İslami Yüksek Meclisi veya Hekim ailesi de özellikle güneyde Basra civarındaki bölgede kuzeydeki Kürt bölgesine mümasil olarak bir özerk Şii bölgesine sıcak bakıyor. Bu bölgeci veya federatif modellere veya projelere sıcak bakmayan tek kesim Sünnilerdi. Ama onlar da Amerikalılar çıkarken sürece katılmaya hazır. Yani girerken de çıkarken de Amerikalılar Irak’ı hem resmi hem de fili olarak bölmüş oluyorlar.
*
Şimdi Sünniler de (en azından bazı kesimleri) bu projeye dahil olmuş bulunuyorlar. Özellikle İhvan kökenli Hizb-i İslami ve Tevafuk (Uzlaşma) Kitlesinin eski simalarından Adnan Düleymi gibi şahsiyetlerin şimdi federatizm ve bölgecilik projesine sahip çıktıkları anlaşılıyor. Söz konusu zümreler Ayetullah Sistani ve Şiilerin siyasi süreci başlattıkları 2005 yılıyla birlikte geride kalmamak maksadıyla bu sürece eklemlenmişlerdi. Lakin işgalin meşruiyetini tanımayan bazı Sünni kesimler ise bu süreçten uzak kalmışlar ve dolayısıyla Sünniler arasında hem teorik ve hem de pratik zeminde bir bölünme yaşanmıştı. Sürece gecikmeli ve geç ve parçalı başlayan Sünniler toparlanamamışlardı. Aksine, başta güçlü bir kitle olan Hizb-i İslami gibi Sünni partiler de süreç içinde kemiyet ve keyfiyet bakımından zayıflamışlardı. Bu süreçle birlikte Sünni kesim veya kitle lehine bir varlık gösteremeyen ve sağlayamayan Sünni partiler seçmenlerinin gözünden düşmüşler ve güçlenen Nuri Maliki ve hükümetini dengeleyememişlerdi. Maliki’nin tasallutunu kıramamışlardı. Fiili sahada ‘mukavemet’ ise Sünniler arasından doğan ve palazlanan köy korucuları modelinin uzantısı veya başka bir versiyonu olan Sünni Sahavat güçleri tarafından bastırılmış, kırılmış ve ardından ‘Sünni milis’ güçleri olarak algılanan Sahavat, başta Başbakan Maliki ve Şii güçler olmak üzere birçok kesimin hedefi olmuş ve etkisizleştirilmişti. İşlevi bitmiş ve etkisiz hale getirilmişti. Dolayısıyla siyasi sürece katılan Sünniler zamanla siyasi alanda marjinal kaldıkları gibi kurumsal açıdan da açıkta ve çıplak kalmışlardı. Yeni Irak yönetiminde hiçbir etkileri kalmamıştı.
*
İşte bu gelişme karşısında siyasi ve sosyal varlıklarını devam ettirebilmek için federalizm tezini savunmaya başladılar. Bu bir savrulma ve Haris Dari’ye göre düşmanın bölgesel reçetesini sahiplenme ve uygulamadır. Bu reçete Irak merkezli olarak uygulanacak ve sonrasında mümkünse bölgeye tamim edilecektir ve klonlanacaktır. Irak’taki çözülme süreci bütün bölge ülkeleri için tehlikeli bir çığırı haber vermektedir. Bu zihni değişim ile birlikte Adnan Düleymi, Üsame Nuceyfi ve Rafii İsavi gibi Sünni liderler veya önderler federatizmi ve buna bağlı olarak Sünni bölge oluşturma tezini savunmaya başladılar. Haris Dari ise siyasi sürecin aslı yanlış olduğu gibi türevi ve ifrazının da yanlış olduğuna inanmaktadır. Buna her açıdan karşı çıkıyor ve tıkanma noktası yaşayan ve duvara toslayan siyasi sürecin mimarı ve parçası olan Sünni önderlerin çaresizliklerini bu proje ile aşmaya ve örtbas etmeye çalıştıklarını savunuyor. Söz konusu önderler merkezi hükümetin tasallutundan böyle kurtulmayı planlıyorlar. Ama heyhat! Bu yanlış istikamette Sünni önderlere Türkiye kılavuzluk yapıyor. Iraklı Sünni önderler bir yanlışı başka bir yanlışla düzeltme telaşı içindeler. Dari, Sünni üçgenin özerk bir bölgeye dönüşmesiyle birlikte bundan en fazla kaybedecek tarafın yine Sünniler olacağını tasavvur ediyor. Zira Sünniler taksimat halinde, yoğunlukla ve çoğunlukla diğer bölgelere ait şehirlerde kalacaklar. Dolayısıyla kendilerine tahsis edilen bölgede nüfus çoğunluklarını temin edemeyecekler. Bir başka mahzurlu tarafı ise bu bölge kaynak itibarıyla diğer bölgelerin en zayıfı ve fakiri olacaktır. Bu da işgal sonrası Irak’ta tükenmez kavgalara neden olacaktır. Bir de bu proje Irak’ı tamamen yabancı nüfuzuna açacaktır. Kuzey Irak Batılı güçlerle birlikte İsrail’in nüfuz alanını temin edecektir. Basra ve civarı ise tamamen İran’ın kontrolüne girecektir. Haris Dari’ye göre, zaten federatizm tezini ve hukuki çatısını Bremer anayasası temin etmişti. Dertleri Irak’ın bitirilmesiydi. İsrail karşısında Bağdat’ın etkisizleştirilmesiydi. Dolayasıyla Dari’ye göre, federalizmi pazarlayan ve bu formül altında Irak’ın çözülmesine en fazla istekli olan uluslararası güçler ABD, İngiltere, İsrail ve İran’dır. Haris Dari en fazla da bu projeye destek veren ülkenin sinsi İngiltere olduğunu da savunuyor. Dari siyasi sürece yatırım yapan Türkiye’nin de bu süreçte kaybettiğine inanıyor. Türkiye’nin Iraklı partnerleri tarafından yanlış yönlendirildiğini ve bu yönlendirme ile Türkiye’nin de Sünni kitleler için yanlış kılavuz haline geldiğini düşünüyor. Ona göre, 2005 yılına kadar doğru tezi savunan Türkiye siyasi süreç yandaşlarının etkisiyle siyasi sürece yatırım yapmış ve sonunda kaybeden taraf olmuştur. Türkiye’nin Irak politikasının en önemli zayıf noktası ilişkilere pragmatik zeminden bakması ve değerlendirmesidir. İdeolojik yönünün bulunmaması veya ihmal etmesidir. 1 Mart Tezkeresiyle birlikte Türkiye işgalcilerin tekerleğine çomak sokmuş iken bilahare işgali konsolide eden bir siyaseti benimsemiş ve siyasi sürece alet olan Iraklı Sünni liderlerin peşinde etkisini kaybetmiştir. Sonunda Kuzey Irak’ta kırmızı çizgileri bittiği gibi Sünniler için de federalizm tezini benimsemiştir.
*
Hey’etü’l ulema Başkanı Haris Dari’nin ayrıca sıfır sorun politikasına da itirazları var. Ahmet Davudoğlu bu politikanın sadece ve münhasıran Suriye cephesinde çöktüğünü savunsa da Haris Dari bu yaklaşımın temelden yanlış ve sakat olduğunu ve Kur’an eksenli anlayışla bağdaşmadığını hatta çeliştiğini ifade etmektedir. Uluslararası ilişkilerde Kur’an anlayışı tedafüü kanununu vazeder. Bu, güçleri dengeleme ve birbiriyle savma politikası ve yaklaşımıdır. Dolayasıyla sıfır sorun politikası Kur’an eksenli anlayış ve hayatın akışıyla da ters yöndedir. Haris Dari satır aralarında sıfır sorun politikasını da böyle değerlendirmiş ve analiz etmiş oluyor.