Türkiye'nin dış politikası, Arap bölgesindeki devrimlere karşı özellikle devrimin Libya'ya uzanmasından sonra tereddüt yaşamıştır. Türk yetkililer, Libya devrimine karşı net bir tavır sergilemediler, başta Kaddafi rejimine karşı yapılacak dış müdahaleye karşı oldular ancak baskılar sonucunda Avrupa ülkelerinin ve Amerikan yönetiminin yaklaşımlarına uyum sağlamak zorunda kaldılar.
Şüphesiz Arap ülkelerindeki değişim dalgası, dünyayla birlikte özellikle Arap coğrafyasında giderek serpilmekte olan bölgesel rolüne etki etmeyecek şekilde sakin bir devrimden yana olan Türk liderleri de şaşırtmıştır.
Türkiye'nin tedirgin ve temkinli yaklaşımı Tunus ve ardından Mısır'da başlayan isyanlardan sonra ortaya çıkmıştır. Ancak Türk cumhurbaşkanının, Mübarek rejiminin devrilmesinden sonra Mısır'ı ziyaret eden ilk cumhurbaşkanı olması, Türkiye'nin Tunus ve Mısır halkının seçimlerine destek vermekte geç kalmadığını göstermektedir.
Bununla birlikte Türkiye'nin Arap devrimlerine olan yaklaşımı belli sınırlar ve ilkeler çerçevesinde olmuştur. Arap halklarının taleplerini desteklemiş ve göstericilere karşı şiddet kullanılmasına karşı çıkmıştır. Ayrıca, Arap liderlerden demokratik değişimi ve gerekli reformların yapılmasını talep edip, dış müdahaleye karşı tamamen iç değişikliği desteklemiştir. Türk liderlere göre değişimin tek tip olması gerekmez çünkü her ülkenin kendine özgü sosyal ve siyasi yapısı bulunmaktadır.
Ancak isyan rüzgârlarının Suriye'ye ulaşması Türkiye'nin yaklaşımını değiştirmiştir.
LİBYA'YA KARŞI YAKLAŞIM
Libya'daki devrimin başlamasıyla Türk liderler her hangi bir uluslararası askeri müdahaleye karşı çıkmışlardır. Başbakan Recep Tayip Erdoğan ateşkesin ilan edilmesi için arabulucu olmayı teklif etmiştir.
Türkiye'yi takip edenler bu teklifin sebebini Libya'da bulunan 200'e yakın Türk şirketin ve 25 bin Türk çalışanın çıkarlarını koruma isteği amacına dayandırmıştır. Ancak Türk yetkililer, Türk çıkarlarını Arap devrimleriyle ilgili olarak belirledikleri ilkelere tercih ettiği yönündeki görüşü reddetmiştir.
Türkiye'nin Libya'daki devrimin başlamasıyla sergilemiş olduğu tavır çok dikkatli olup karmaşık hesaplar çerçevesinde inşa edilmiştir. Türk hükümeti, Arap devrimleri karşısında sergilediği tavrın dış politikadaki çizgisiyle ters düşmemesi için Libya'ya karşı yapılacak dış askeri müdahaleye ortak olmayı reddetmiştir. Bunun yanı sıra Fransa'nın Ortadoğu'daki çıkarlarını korumak adına dış müdahaleye sıcak bakan yaklaşımına karşı Türkiye rekabete girmesi gerektiğinden Başbakan Recep Tayip Erdoğan Libya devriminin ilk günlerinde NATO'nun askeri müdahalesine karşı net bir tavır sergiledi.
Libya'daki durumun kötüye gitmesinden sonra Türk dış politikasının önceliği olması hasebiyle, Türk vatandaşlarının oradan tahliye edilmesi gerektiğine dair sesler yükselmeye başladı. Bunun ardından bazı Türk politikacılar Erdoğan'dan Kaddafi'ye karşı sert bir tavır almasını talep etti. Ancak Erdoğan, Türkiye'nin yaklaşımının ancak ulusal çıkarları tarafından belirlendiğini varsayarak bu talebe karşılık Kaddafi'den sadece halkın isteklerini yerine getirmeyi ve onlara karşı şiddet uygulamamayı istedi. Bu durum Türkiye'nin ilkesel yaklaşımlarla Türk çıkarları arasında bir yerde durduğunun gösterilmesine sebep olmuştur. Erdoğan daha sonra, batının baskıları sonucunda Türkiye'nin sadece insani yardımlara katılması şartıyla NATO'nun askeri müdahalesine onay verdi. Yani bir bakıma Türkiye, Libya'ya olan müdahalede arka planda katılmayı kabul etti.
Türkiye, Kaddafi ve ailesi dâhil, Libya toplumunun yapısını göz önünde bulunduran bir arabuluculuğu öngörerek başkanlık ve parlamento seçimi yapılması çağrısında bulundu. Ancak bu çağrı ne Libya tarafından kabul edildi ne de uluslar arası düzeyde ilgi gördü. Erdoğan ve hükümetine artan batı baskıları sonucunda Türkiye, Libya ulusal geçiş konseyiyle bağlantıya geçerek ama aynı zamanda Kaddafi'yle iletişimi kesmeden Libya'daki duruma karşı olan tavrını değiştirdi.
Türk yetkililerin Kaddafi'ye çekil çağrısında bulunması, Libya ulusal geçiş konseyi başkanı Mustafa Abdülcelil'i Ankara'ya davet etmesi ve cumhurbaşkanı, Hükümet başkanı ve dışişleri bakanı tarafından karşılanması ve ulusal geçiş konseyini Libya'nın yasal temsilcisi kabul etmesi, Türkiye'nin tavrının Libya muhalefetine yaklaşarak geliştirmesine yol açtı. Bütün bunlara rağmen Kaddafi'yle olan bağların tamamıyla koparılmaması Türkiye'nin dış politikasında uzun vadeli diplomatik yol izlediğini kanıtlamaktadır.
SURİYE'YE KARŞI YAKLAŞIM
Recep Tayyip Erdoğan'a göre Türkiye'nin Suriye'de olanlara karşı verdiği önem, Mısır'da ve Libya'da olanlara karşı verdiği önemden tamamen farklıdır. Bunun nedeni ise Suriye'yle olan 850 km sınırlardır.
Aynı bağlamda, bazı Türk yetkililerine göre Suriye'de olan durum, Türkiye'nin iç meselesi haline gelebileceği için olanlara karşı farklı bir yaklaşım alınması gerekmektedir.
Suriye'deki olaylar baş göstermeye başladığında Türk hükümetinin izlemiş olduğu yol, hem reform hem istikrarın sürmesi denklemi önerisi, hem de Suriye devlet başkanı Başar Esed'in ülkedeki reformları bizzat ve bir an evvel gerçekleştirmesi gerektiği şeklinde olmuştur. Türkiye bunun için MİT müsteşarını ve dışişleri bakanını Suriye'ye göndermesinin yanı sıra, başbakan Erdoğan, Esed'le sayısız telefon görüşmesi yapmıştır.
Suriye'de AK Parti'ye sempati duyan bazı toplulukların protestocuların isteklerine destek vermesi, Türk liderlerinin Suriye'de olan durumlara karşı daha sert bir tavır almasına ve isteklere cevap verilmemesi durumunda bunun sonuçlarına katlanılacağından bahsetmelerine sebep olmuştur. Buna karşın, Erdoğan ve Ahmet Davutoğlu'nun açıklamaları, Suriye'deki yetkilileri rahatsız etti ve Suriye devlet medyasında Türkiye'ye karşı savaş açılmasına sebep oldu.
İstanbul'da, Suriye'deki Müslüman Kardeşlerin Genel Mürşidi'nin ağırlanması ve ardından Antalya'da Suriyeli İslami toplulukların ve şahsiyetlerin buluştuğu konferansın yapılması Türkiye ve Suriye arasındaki ilişkilerde derin bir yara açmış ve iki ülke liderleri arasındaki politik bağlantıların kesilmesine sebep olmuştur.
Bütün bunlar, özellikle Amerika ve Avrupa'nın Suriyeli yetkililere yönelik uygulamaya koyduğu yaptırımlardan sonra, Amerika Birleşik Devletleri, Fransa ve İngiltere'nin Suriye üzerinde devam eden baskılarına denk geldi ve bunu Amerika Genelkurmay başkanının Ankara ziyareti takip etti.
ROL VE ÖRNEK
Suriye'nin Türkiye açısından sahip olduğu önemi onun Arap dünyasına açılan penceresi olmasından kaynaklanmaktadır. Bu durum Suriye'yi düşman bir devlet konumundan Türkiye'nin Arap âlemine açılan kapısı durumuna getirmiştir. 2004 yılında iki ülke arasında serbest ticaret anlaşmasını yanı sıra birçok güvenlik, ekonomik ve ticaret anlaşmaları imzalanmıştır.
Türkiye'nin orta doğuda olan rolü büyümeye başladı ve bu büyüme, Adalet ve Kalkınma partisinin birçok Arap ülkesiyle anlaşmalar imzalamasına sebep oldu ve ayrıca, Suriye, Lübnan ve Ürdün ile olan vize kalktı. Böylece, Türkiye birçok Arap ülkesiyle siyasi ve ekonomik iş birliğini güçlendirmiş oldu.
Bütün bunlar, Türkiye'nin Arap ülkelerine karşı olan politikasında değişikliğe yol açtı ve en önemlisi iyi ve olumlu bir şekilde seyreden ilişkiler Türkiye'yi Arap ve İslam ülkeleri için örnek devlet olmasına sebep oldu. Ayrıca, bu noktada Türkiye'nin kalkınma, ekonomi ve demokrasi alanındaki başarıları ile din-devlet arasında dengeli ilişki kurma başarısı önemli rol oynamıştır.
Türkiye'deki rejim, uluslar arası ilişkileri yönetme konusunda başarılı olmuştur çünkü sürekli olarak değişen güç dengeleri ışığında yaşanan gerçeklerle ilkeler arasındaki dengeyi sağlamayı başarmıştır.
Türkiye'nin yükselen güç konumunda olması, bölgede yaşanan kaosta büyük rol üstlenmesi, bölgenin istikrarı, devletin egemenliği ve halkların haklarının korunması konusunda oynadığı temel rol, Arap düşünürlerini Türkiye'nin orta doğudaki tecrübesi konusu üzerinde durmaya ve bunu incelemeye yönlendirmiştir.
Ancak, Suriye'de ortaya çıkan kaos ve gösteriler ile protestoların artması yla birlikte Türkiye'nin sergilemiş olduğu çift taraflı politika bu durumun değişmesine neden olmuştur. Türkiye bir taraftan Suriye rejimini reformlar ve değişiklikler yapması konusunda teşvik ederken, diğer taraftan da son dönemde Antalya konferansına ev sahipliği yapmış ve Suriye'deki muhaliflerin birçoğunu ağırlamıştır.
Türkiye'nin Arap dünyasında yaşanan değişikliklere karşı sergilemiş olduğu tavır sadece ilkeler ve çıkarlar çerçevesinde oluşmamıştır. Bunun yanı sıra, bazı düşünceler ve hesaplamalar ile iç ve dış baskılar da buna neden olan hususlar arasındadır. İç baskılar, anayasanın değiştirilmesi sürecinde olan ve yeni parlamento seçimlerine hazırlık yapan AK parti çevresinden gelmektedir. Dış baskılar ise, Amerika birleşik devletleri, Avrupa birliği ve NATO'dan gelmektedir. Ayrıca Türkiye, özellikle güney sınırlarında ve genel olarak bölgede istikrarın sağlanmasına önem vermektedir.