Türkiye tabu yıkarken Obama'nın ne dediğinin önemi yok

Türkiye'de Kürt meselesinden Ermeni soykırımına uzanan birçok konuyla ilgili tabuları yıkmak yönünde dikkat çekici bir çaba var. Obama'nın 'soykırım' deyip demediğine odaklanmak yerine artık ileriye bakmalıyız.

Bu yılki 24 Nisan anması öncekilerden çok farklı, zira Ermenistan ve Türkiye ilişkileri 'normalleştirmek' yönünde tarihi bir anlaşmayı şekillendirmenin eşiğinde. Eylülde bir Türk devleti liderinin Ermenistan'ı ilk kez ziyaret etmesiyle doruğa çıkan uzun bir gizli diplomasi sürecinin ardından iki taraf da geçmişlerini gözden geçirip geleceği tanımlamaya nihayet hazır görünüyor.

1915 olaylarının devlet tarafından yürütülen planlı bir soykırım politikasını teşkil ettiğini gösteren hatırı sayılır miktarda kanıt olduğu açık. Fakat sadece soykırım meselesine veya ABD Başkanı Obama'nın kelime tercihlerine dar görüşlü bir odaklanma asıl meseleyi gözlerden gizliyor: Tarihsel mirasıyla yüzleşme sorumluluğu bizzat Türkiye'nin omuzlarında ve Türkiye çoktandır geçmişini gözden geçirmek ve kimliğini yeniden tarif etmek konusunda önemli ve zaman zaman acı verici bir çaba içinde.

Türkiye içindeki değişimin dinamik tabiatını da görüyoruz; tabu kıran birçok kitap yayımlanıyor ve 'Özür Diliyorum' benzeri, on binlerce insanın geçmişlerini eleştirel biçimde ele aldığı önemli kampanyalar düzenleniyor.

Dahası Türkiye'de, (Kürt meselesinden Ermeni soykırımına uzanan) birçok konuyla ilgili, tabuları kenara bırakmak yönünde süregiden bu dikkat çekici çaba cesaretlendirilmeli. Ancak bu süreç daha hızlı ve ileriye gitmeli, sadece seçkinleri değil toplumun bütün kesimlerini kapsayacak şekilde genişletilmeli. Bu minvalde Türkiye temel düşünce ve ifade özgürlüklerini kısıtlayan
yasaları da kaldırmalı, zira sağlıklı ve gerçekten açık bir toplum bunu gerektirir.

Ermenistan-Türkiye normalleşme süreci taze bir iyimserlik ve umut havası estiriyor ve bu hava her iki ülkenin kamuoylarının yaşadığı değişimle güçleniyor. Ve ilişkilerin olası normalleşmesiyle (sözgelimi sınırın açılması ve diplomatik bağın tesis edilmesi) Türkiye ve Ermenistan ortak soykırım miraslarını gözden geçirebilir ve bunun geçmiş veya bugün için değil, iki komşunun geleceği için ne anlama geldiğini ortaklaşa keşfedebilir.

İlaveten Türkiye artık diplomatik ilişkileri genişletmek ve Avrupa'nın son 'demir perdesi' mahiyetinde, Kafkaslar'da çatışmanın yerine işbirliğini koymanın zorluğuna yönelik üzücü bir tanıklık gibi duran Ermenistan sınırını açmaya hazır görünüyor. Kendi payına Ermenistan, Türkiye'yle görüşmeler için 'sıfır önkoşul' politikası güttüğünü sürekli vurguladı.

Fakat en önemlisi, artık her iki taraf da kapalı sınırların kapalı zihinleri katılaştırmaktan başka işe yaramadığını anlıyor.

Deklarasyonların ötesine geçilmeli

Fakat hâlâ başarının çok uzağındayız. İki taraf da deklarasyonların ötesine geçmeli; Ermenistan'ın ilk dışişleri bakanı Raffi K. Hovannasyan'ın dediği gibi: "İki taraf söylemini geçmişten gelen ayrılıkları küçümseyecek şekilde değil, diplomatik ilişkilerin önkoşulsuz ve derhal kurulması, Türkiye'nin
yasadışı sınır ablukasını kaldırması ve tüm meselelerin müzakere edilmiş çözüme kavuşturulması aracılığıyla ayrılıklar arasında köprü kuracak biçimde yapılandırmalı. Çözüm, tarihin kabulü temelinde ve tekerrür etmemesini garanti edecek bir gelecek vaadine dayanmalı."

Önümüzdeki eşsiz fırsat göz önüne alınırsa, Türkiye ve Ermenistan'ın ortak gelecek vaadiyle ileriye yürüyebileceğini ve geçmişle hesaplaşabileceğini umut edebiliriz. Ancak böylelikle normalleşme taahhüdü gerçek uzlaşma haline gelebilir ve gelecek 24 Nisanlara yeni bir ortak önem bahşedebilir.  (Erivan Ulusal ve Uluslararası Ermeni Araştırmaları Merkezi'nin direktörü, 24 Nisan 2009)

Kaynak: Radikal