Türkiye, Tunus ve Mısır’daki ilk Arap ayaklanmalarıyla kolayca mücadele etti. Bu iki ayaklanma kısa sürede neticelendi; Mısır’da Hüsnü Mübarek’e devlet başkanlığını bırakması yönünde Türkiye Başbakanı Tayyip Erdoğan’ın çağrılarına imkân verilirken, Tunus lideri Zeynel Abidin Bin Ali, gitme çağrısına gerek kalmadan devrilmişti. Yemen, Bahreyn ve Libya ayaklanmalarının çıkmasıyla birlikte, Türkler açısından şartlar değişti. Libya’daki ekonomik çıkarlar ve ülkenin ikinci Irak’a dönüşmesi korkusu, genişleyen ve hiç kimseyi etki alanı dışında bırakmayacak bölünme eğilimlerinin güçlenmesine yol açtı.
Bahreyn’de ikinci bir Kerbela ve yine hiç kimseyi etki alanı dışında bırakmayacak mezhepçilik fitnesi var. Türkiye’nin Yemen’deki tutumuysa açık, ancak daha az ilgiliydi. Yemen Devlet Başkanı Ali Abdullah Salih’in halkın taleplerini karşılaması gerekiyordu. Bütün bu ülkeler, Türkiye açısından bir kefede, Suriye’deki yeni durumsa diğer bir kefede. Karışıklıkların diğer Arap ülkelerinden Suriye’ye sıçraması, Ortadoğu’daki siyasi harita ve dengelere yansıyacak bütün sonuçlar açısından farklı bir durum. Suriye, bölgesel sistemde sıradan bir ülke değil. Lübnan ve Filistin’deki direnişten Irak’taki şartlara, Arap-İran ilişkilerinden köktenci akımlarla laiklik arasındaki temas hattına ve yanı sıra İsrail’le çekişmeye kadar, birçok sorunun anahtarını içinde barındırıyor.
Görmezden gelinemez
Bu açıdan Türkiye, Şam’da halihazırdaki rejimde oluşabilecek herhangi bir kökten değişiklikten, en fazla zarar gören ülke olacak. Osmanlı döneminin sonlarında bazı Türkler, Türkiye’nin geleceğinin Araplardan ve bölgeden uzaklaşma yolunda olacağını düşündü ve bu bakış açısını yansıtan ‘Ne Arabın yüzü ne Şam’ın şekeri’ gibi deyimler giderek yayıldı. Yalnız Araplara, Müslümanlara ve Türkiye’nin diğer bütün bölgesel çevresine açılan yeni Türk dış politikası, 2002 yılına kadar 20’nci yüzyıl boyunca iktidara gelmiş Türk elitlerinin eğilimlerinin aksi yönündeydi. Suriye, Türkiye’nin Araplarla ve Ortadoğu’yla ilişkilerinde âdeta bir köprü oluşturuyordu. Bölgedeki ülkeler arasındaki ilişkilerde jeopolitik konumuyla hâlâ önemli bir rol teşkil ediyor ve Türkiye, 800 km’lik sınırının olduğu bu komşu ülkeyi görmezden gelemezdi.
İyi ilişkiler kurmanın önemi
Irak’ın iki federasyona bölünmesinin gölgesinde, Türkiye’nin Arap dünyasına açılan kara kapısı olarak sadece Suriye kalıyor. Zira Irak-Türkiye sınırı, aynı zamanda ‘Kürt devletinin’ de bir parçası olarak görülmekte artık. Fakat bu sınırda bir Kürt federasyonu olmasa dahi Suriye, coğrafi konumu itibariyle Türkiye’nin Arap dünyasına ve Ortadoğu’ya açılan en önemli kapısı konumunda. Bu nedenle Araplara yönelik Türk eğilimi, öncelikli olarak Suriye’yle iyi ilişkiler kurmaya yoğunlaştı. Suriye, güvenlik ve siyasi açıdan PKK’yla mücadelede Ankara’nın yanında durdu ve PKK’ya karşı kapsamlı işbirliği anlaşması imzaladı. Suriye Devlet Başkanı Beşşar Esad’sa, Kandil’de PKK içindeki Suriye asıllı Kürtleri kabul etmeye hazır olduğunu belirttiği zaman, büyük bir işbirliği içindeydi.
Türkiye’nin karşılaştığı en önemli sorunun Kürt sorunu olduğunu hatırlatırsak, Suriye’nin Türkiye’yle halihazırdaki siyasetinin önemi de ortaya çıkar. Keza Suriye’nin Türkiye sınırında bulunan Kürt şeridi, Suriye’deki şartların kontrol edilememesi durumunda Ankara’yı oldukça endişelendiriyor ve Kürtlerin Türkiye’nin güney cephesine dönmesi endişesini yeniden körüklüyor. Bu endişe, sadece güvenlik açısından değil, Suriye’nin Kürt kuzeyiyle Türkiye’nin Kürt güneydoğusu arasındaki bağlantı çerçevesinde de önemini koruyor.
Arap milliyetçilerin son kalesi
Siyasi açıdan Suriye, Türkiye’nin bölgedeki nüfuz kapısı oldu. Şam, Arapların Türklere bakışının değişmesine büyük katkıda bulundu. Suriye, Baas Partisi’nin temsil ettiği Arap milliyetçiliğinin son kalesi. Türkiye’yle Suriye arasındaki ilişkiler de birbirine düşman iki ülkenin ilişkilerinin, dost ve koalisyon ilişkilerine nasıl dönüştüğüne ilişkin bir model oluşturdu. Suriye, Türkiye’yle vizeleri kaldıran ilk Arap ülkesiydi. Sınırlar açıldı, sınırın iki tarafındaki halklar etkileşim kurdu ve iki ülkenin stratejik işbirliği konseyleri kurmasıyla, Türk ekonomisi canlandı.
Dahası Suriye, Fransa’nın rolüne karşı çıkıp Ankara’nın İsrail’le ilişkilerde arabulucu rol oynamasını isteyerek, Arap-İsrail çekişmesinde Türkiye’nin bölgedeki kredisinin yükselmesini de sağladı. Bu rol, Türkiye’nin uluslararası kredisini de yükseltti. Suriye’yle yeni Türk ilişkileri kanalıyla, Türkiye’nin Lübnan’da rol oynama imkânı da oldu, ki bu rol, en azından Suriye’nin rızası olmadan mümkün değildi ya da sonuçları olumlu olmazdı.
Reform destekçisi Türkiye
Türkiye-Suriye ilişkilerinin iyiye gitmesi, Türkiye-İran ilişkilerinde de etkisini gösterirken, Filistinlilerin direniş hareketiyle bağlantılarda, Gazze’deki şartlar üzerinde ve Arap ve İslam dünyasında yayılan mezhepçi kutuplaşmanın kırılması noktasında da büyük önem kazandı.
Yeni Türk dış politikasında oldukça ağırlığa sahip olan Suriye’yi, Ankara’nın elinden kaçırması mümkün değil. Türkiye gibi demokrasi yolunda çaba sarf eden bir ülkenin, herhangi bir ülkede siyasi özgürlüklere sınırlama getirilmesini savunması mümkün olmadığından Erdoğan, Esad’la birlikte haftalar önce Asi Nehri üzerinde dostluk barajının temelinin atılması sırasında, demokratik reformların gereğinden bahsetmiş, bunun üzerine Esad da reform sözü vermişti.
Şam tarafından açıklanması beklenen reformlar çerçevesinde Erdoğan, geçenlerde Esad’la yaptığı telefon görüşmesinde, şartları yatıştıracak ve protestoların Suriye’yi kaosa ve iç savaşa sürükleyecek biçimde yayılmasını önleyecek reformlara geçilmesini vurguladı. İki ülkenin çıkarları açısından kaçınılmaz olan reformlara gidilmesiyle birlikte, Türkiye’nin Esad’ın yanında olduğuna dair güçlü bir mesaj verildi. Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun geçenlerde İstanbul’daki bir panelde, ‘Ankara’nın Ortadoğu’da istikrarı bozmaksızın değişimi desteklediği’ yollu sözleri de bu çerçevede söylendi. (Lübnan gazetesi Sefir, 28 Mart 2011)
Kaynak: Radikal