Türkiye, Suriye'de güvenli bölgeler oluşturulmasına öncülük etmeli

Suriye’deki krize müdahale etmesine dair Barack Obama yönetimine yönelik baskılar geçen hafta iki temel prensipten dolayı kayda değer derecede arttı.

Birincisi, şimdiye kadar sınırlı bir şekilde olsa da Suriye’deki iç savaşta kimyasal silah kullanıldığına dair şüpheler var -zor durumdaki Beşşar Esad rejimi ya da belki de bu tür silahları devletin stoklarından elde eden isyancılar tarafından.

İkincisi, isyancıların ilerleyişi, rejimin kritik bölgeleri savunmada başarılı olması üzerine durdu. Suriye ordusu ve hükümetinden kaçmalar yok denecek kadar azaldı.

İsrail’in ay başında şüpheli Suriye füze stoklarını vurması da bölgesel dinamikleri iyice karmaşık hale getirdi.

Sadece ABD içinden değil, bölgesel güçlerden de bir şeyler yapması için Amerika’ya yapılan baskılar artıyor.

Geçenlerde Beyaz Saray’ı ziyaret eden ve ülkesi Suriyeli mültecilerden dolayı büyük zorluk çeken Ürdün Kralı Abdullah, Amerika Birleşik Devletleri’nin liderliği ele almasını istedi.

Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan’ın da perşembe günü Başkan Obama’yla görüşmesi planlanıyor. Muhtemelen o da bu fırsatı aynı ricada bulunmak için kullanacak. Ziyaret, pazar günü Türkiye’nin güneyinde yapılan ve Suriye ile irtibatlandırılan araba bombalı çifte saldırının hemen akabinde geliyor. Bu saldırılar Türkiye’nin Suriye’deki ihtilaftan kaynaklanan risklerini hatırlatmakta işe yarayacak.

Obama yönetimi, şimdi politikasını değiştirmeyi düşünebileceği ve isyancı tarafa öldürücü silahlar ve ilgili malzemeler sağlamaya doğru ilerlediğine dair emareler olsa da Suriye’ye askeri olarak müdahale etmeyi şimdiye kadar hep reddetti.

Bununla birlikte, Suriye bir Amerikan meselesi değil, öncelikle bölgesel bir problemdir. İki seneyi geçen savaşta insanların çektikleri korkunçtur ve muhtemelen sona ermeden önce çok daha kötü olacak.

Şimdiye kadar kriz, bölgedeki ülkeleri öncelikle mülteci akını oluşturarak etkiliyor. Bu, Sünni-Şii gerginliğini arttırdı, geleneksel sınırları tahrip etti ve yeni aktörlerin yükselişine yol açtı ki bunların en kayda değer olanı, El Nusra Cephesi gibi El Kaide bağlantılı olanlardı.

Bölgesel dengeler de altüst oluyor: Türkiye ve Katar’ın, Suudi Arabistan, Ürdün ve Birleşik Arap Emirlikleri’nin oluşturduğu koalisyona karşı birlikte çalıştığı görülüyor. Bu ülkelerin hepsi İran, Irak ve Lübnan’daki silahlı Hizbullah eylemcilerine karşı ismen aynı taraftadır.

Amerika’da yurt içindeki eleştirmenler, Suriye’ye tek taraflı ve askeri olarak müdahalede gönülsüzlüğünden dolayı Obama yönetimine yığınla eleştiri yöneltirken, kimse Amerika’nın en iyi ne şekilde müdahale edebileceği ve ABD’nin çıkış stratejisinin ne olacağı konusunda işler bir çalışma planı ortaya koymadı.

Bunun yerine, sık sık gündeme getirilen iddia, hiçbir şey yapmamanın bir şey yapmaktan daha riskli olduğudur. Eleştirmenler işlerin sonunda iyi gideceğini farz ederler (ya da daha doğru ifadeyle ümit ederler). Ama Suriye’de olduğu gibi girift sosyal bozulmalar ve iç savaşlarda durum hiç böyle olmaz.

Hepimiz biliyoruz ki, eğer Amerika Birleşik Devletleri öncülük eder ve müdahale ederse bu Suriye’ye “sahip olunmasıyla” neticelenir ve ABD Suriye’yi yeniden inşa etmekle mükellef olur.

Eski ABD Dışişleri Bakanı ColinPowell’ın ifadeleriyle, PotteryBarn firmasının darbımesel kabilindeki kuralı uygulanır: "Kırarsanız, satın alırsınız." Suriye’nin kırılmış olmanın çok ötesinde olduğunu ise asla gözden kaçırmayın.

Müdahaleciler bölgede sıradan insanların, kendi içlerinde bir diğer Amerikan askeri macerasına olan isteksizliğini de hafife alıyorlar. Daha önemlisi, Sayın Esad görevden alındığı zaman Suriye halkının ne kadar minnettar olacağı konusunu da fazla abartıyorlar; Amerikan karşıtlığı tüm bölgede yerleşmiş bir olgudur.

Öyleyse ne yapılabilir?

2003’teki Irak savaşı arifesinde çoğu bölgesel güç -benzer kafadaki ülkelerle konferanslar düzenleyen Türkler de dahil-, Saddam Hüseyin’in bölgesel bir problem olduğunu, bu problemin bölge ülkelerince halledilmesi gerektiğini savunarak Amerika Birleşik Devletleri’ni saldırıdan vazgeçirmeye çalıştı. O zaman ABD postallarının devreye girmesi için gerek yoktu.

Obama yönetimi şimdi o zamandan ders alabilir ve Esad rejimine karşı bölge ülkelerinden gelecek her türlü eylemi desteklemeye ve bu eylemlere yardımcı olmaya gönüllü olacağını savunabilir. Bu tür projeler için Türkiye olmazsa olmaz konumundadır.

Bu, Türklerle müttefiklerin Suriye’de güvenli bölgeler oluşturma teşebbüslerine destek mahiyetinde  Suriye hava savunma tesisleri ve üslerine hava saldırılarına yol açabilir.

Bu, hiçbir şart altında karada ABD askeri birimleri olmayacağı anlayışı ile yerine getirilebilir. Aynı zamanda, pazar günkü şiddet, Türkiye’nin muhtemelen Suriye’deki olaylara karışacak olmaktan ari olmadığını gösteriyor.

Bu yaklaşım Obama yönetimi için sadece nispeten güvenilir değil aynı zamanda makuldür de. Bu kriz, bölgesel güçleri doğrudan etkiliyorsa, bunlar meselenin halli için de yükü birlikte paylaşmalıdır.

Muhtemelen Türkler ve diğerleri kendi askerlerini gönderme fikrine tepki göstereceklerdir; bunların da kulak vermeleri gereken kamuoyları var. Şimdiye kadar bunlar için tüm yükü Obama yönetimine yüklemek kolay oldu.

Bölgesel güçler bu şartlara karşılık tepkilerini ortaya koymasalar, iç savaşın kendi nüfusları, güvenlikleri, altyapıları ve kaynakları üzerindeki sonuçlarıyla karşı karşıya kalmaya devam ederler. Bununla birlikte, bunlar suçu Amerika Birleşik Devletleri ve Batılı müttefiklerinin üzerine atamayacaklar.

Kaynak: The National

Dünya Bülteni için çeviren: Emin Arvas