Türkiye Sünni-Şii denkleminde resim vermemeli

Savaş makul bir aklın arzu edip isteyebileceği bir şey değildir. O insanoğlunun fıtratında var olan vahşet tarafının dış dünyaya yansıması, bazılarındaki kan görme ihtiyacı gibi insanî olmayan tarafıyla ilişkilidir. Yani bizim ‘Habil’ tarafımızın değil, ‘Kabil’ tarafımızın isteğidir. Vatanın, toprakların, inançlara yapılan saldırıların durdurulması dışında insanın herhangi bir sebeple savaşa razı olması mantıklı değildir, hele ki bunu arzulaması hiç de sağlıklı değildir. fetihler dönemi kapanalı yüzyıllar oldu, iki dünya savaşı sonrasında dünya iki defa yıkıldı ve yeniden kuruldu. Şimdi 100 yıllık gecikmemizi, bir kaç yıl içinde telafi etme aceleciliği içindeyiz.

Yakın geçmişte savaşlar yakın coğrafyamızda değil, bizim bilmediğimiz uzak yerlerde olurdu sanki. Ülke gündeminde de çok yer tutmazdı. Vietnam'da, Kamboçya'da, Güney Amerika'da... Daha sonra Afganistan, İran-Irak savaşı, Körfez savaşı derken gün geçtikçe daralarak savaş coğrafyası Türkiye çevresinde kendine kalıcı bir yer buldu. Suriye de artık Irak, Afganistan, Lübnan gibi artık büyük ihtimalle uzun süre daha barışı yaşayamayacak virane ülkeler listesine eklenmiş oldu.

Suriye’deki iç savaş hepimizin canını fazlasıyla yakıyor. İçinde oldukları apartmanları başlarına yıkılan binlerce sivil, yollara dizilmiş göçler, mülteciler, açlıktan ölümler, işkenceler, kıyıya vuran bebek cesetleri vicdanımızı paramparça ediyor. Savaşın iç şavaştan çıkarılarak bütün küresel güçlerin içinde bulunduğu bir bölgesel savaşa doğru evrilmesi ve haritaların yeniden çizilmesinin planlarının yapıldığı hissediliyor. Fakat, beş yıldır acımasızca sürdürülen bu kirli savaşın, diktatör Esat ve muhalifleri arasında olmadığını, savaşın asıl aktörlerinin küresel bütün aktif güçler olduğunu, onların her nedense bölgede ısrarla bulunmak istediklerini ve bölgeyi istedikleri yönde dizayn etmek için burada var olduklarını gösteriyor.

Türkiye büyümekte olan bir güç artık bu kesinlikle doğru ve denklemlerde dikkate alınması gereken bir ülke. Ancak Suudilerin ipiyle kuyuya inilmeyeceğini bilmek gerekir. Başarılı bir sempozyum bile organize etmeyi başaramayan, halkını aşağılamada dünya çapında nam salmış, parçalanması mukadder gözüken bir Suudi Krallığını peşimize takip da dünyaya "Sünnî Bloku" resmi vermek akıl kârı değil. Hele ki, mezhep temelli Sünni-Şii ayrı ı üzerinden bir cephe oluşturmaya çalışmak da akıl dışıdır. Türkiye Sünnilik-Şiilik gibi dar bir çekişmenin içinde yer almamalıdır. Türkiye'yi ne zamandan beri Sünni olarak konumlandirildigi tartışmalı olan Suudiler de düne kadar Ortadoğu'da emirkulu diğer bir ülke olan Katarla aynı safta Suriye'ye sürmek makul değildir.

Savaş tecrübeleri sıfır olan, paralarının çoğu başka ülkelerde bloke edilmiş veya edilecek olan Suudilerle yan yana resim vermek bile üzerinde elli defa düşünülmesi gereken bir konu. Mısır’da darbeci Sisi’nin yanında duran, silahlı Vehhabi grupları Kafkasya’dan Orta Asya’ya Balkanlara kadar destekleyen ve bunlar için şimdilik uyarılmayan ama bir gecede "terörist devlet" olarak adlandırılmaya müsait ve trilyonlarca doları bloke edilebilecek bir ülkeden bahsediyoruz. İçinden çıkılması güç bir denkleme sürüklenmemeli, her adımı büyük bir titizlikle hesaplamalıyız. Ayrıca bu Vehhabi Suudileri Peygamberimizin mirasçısı gibi gören varsa "sapla samanı karıştırıyor" demektir. Kutsal toprakların orada bulunması, onların bugüne kadarki "emirkulu" oldukları gerçeğini görmeye engel olmamalı. Suudiler ne Cezayirlilere, ne Faslılara, ne Mısırlılara benzer. Sözlerini dış baskı veya içlerinde yaşayacakları kargaşalarla anında unutabilirler.

Beş yıldır Suriye’de yapılan her türlü hukuksuzluk ve haksızlıkla Türkiye’nin müdahalesi için dışarıdan her türlü ikna ve "sinir oyunları" çalışmaları yapılıyor. Türkiye tabii ki kendisini koruma hakkına ve gücüne sahip. Ancak, gücümüzü iyi tartıp kendimizi korumanın ötesinde bir maceraya kalkışmamalıyız. Tarihte 16 defa yaşandığı gibi Ruslar ve Türkleri tokuşturmalarına veya İran’la savaştırarak parsayı toplamak isteyen diğer güçlere fırsat verilmemeli. NATO üyesi olmak veya diğer uluslararası kuruluşlara üye olmak böylesi bir adımda işe yaramayabilir. Bu kavgada, Türkiye bir anda yalnızlığa itilebilir, bir anda düşman ülke konumuna sokulabilir.

Savunma dışında bir hayal kurmamak gerektiğini bize uzak ve yakın tarih anlatıyor. Bugün Türkiye'nin Suriye'ye girmesinde büyük toprak kazançları hesap edilmemeli. Dışarıdan oluşturulan yanıltıcı atmosferin büyüsüne kapılarak maceraya girilmemeli. İmparatorluğun nasıl elden çıktığını ve dağıldığını, o zamanlarda da bütün dünyanın nasıl Türkiye aleyhine kenetlendiğini, savunmak isterken çözülmeyi nasıl da stratejik hatalarla hızlandırdığımızı hatırlamak gerekiyor.

Allah hepimize akıl, fikir, dirayet, basiret ve sabır, Dünyaya da acilen barış nasip etsin.