Türkiye, NATO ve Avrupa Birliği

Türkiye'nin 1952'den bu yana mensubu olduğu NATO'daki yeri, bu ülkenin stratejik öneminin kanıtı olarak, güçlenmeye devam ediyor. Aslında şu son aylarda birçok önemli dosya birleşti.
 
İlk dosya, Kıbrıs sorunu konusunda Avrupa Birliği ve NATO arasındaki ilişkiler üzerinde odaklanmaktadır. Kıbrıs Rum Kesimi'nin Ada'nın birleşmesini hedefleyen Annan planını reddetmesinin ardından, aslında siyasi açıdan baktığımızda Ada'nın sadece Rum kesimi AB ile birleşmiş olsa da, Kıbrıs 1 Mayıs 2004'te AB üyesi oldu. Zaten Kıbrıs tarafsız ülke olarak NATO üyesi değil. Bu bağlamda AB ve NATO'nun ortak toplantılar 2004'ten bu yana Kıbrıs ile Türkiye arasında sürtüşme mekanlarından biri oldu, Türkler Kıbrıslı Rumların iki örgütün ortak toplantısına katılmasına itiraz etmekteler.

Lizbon Antlaşması'nın kabul edilmesiyle birlikte Avrupa Ortak Güvenlik ve Savunma Siyaseti'ne dönüşen- Avrupa Ortak Güvenlik Siyaseti'nin (PESD) kökeninde bu oluşumun bir kumanda zinciri ve askeri planlama kapasitesiyle donatılması öngörülmemişti, bu nedenle AB ve NATO arasındaki ikili bir antlaşma Avrupalıların NATO'nun komuta ve planlama vasıtalarına ulaşımını sağlamaktadır. AB, operasyonları için NATO vasıtalarını kullanabilmektedir. Bu durum tüm NATO üyesi devletlerin NATO'dan AB'ye tüm planlama ve komuta vasıtaları üzerinde denetim yetkisine sahip olmaları sonucunu doğurmaktadır. Bu prosedür Türk yetkililer tarafından Kıbrıs ve Avrupa ülkelerine baskı kurmak için bir vasıta olmaktadır. Ne zaman bir PeSDC misyonu NATO'nun istihbarat ve kaynaklarını kullanmak istese Türkiye Kıbrıs'ın süreçten çıkartılmasını dayatmaktadır. Diğer zorluk PeSDC ve NATO'nun aynı operasyon alanında misyon işbirliğine dairdir. İki örgütün paralel olarak tamamlayıcı misyonlar yürüttükleri Afganistan ve Kosova örneklerinde, mantık bu operasyonların koordine olmasını öngörürdü. Ama Türkiye buna karşı çıktı.

Bu birbiri ardına gelen engellemeleri düzenlemek hedefiyle NATO Genel Sekreteri Anders Fogh Rasmussen birçok teklifle 7 Ekim'de Ankara'ya gitti: Türkiye gibi AB üyesi olmayan bir ülkenin dış operasyonlar hakkındaki, özellikle ikinci en büyük askeri birliğe sahip olduğu Bosna hakkındaki görüşmelere katılması; AB ve Türkiye arasında "güvenlik antlaşması"; Norveç'le –AB üyesi olmayan bir başka NATO ülkesi- Türkiye'ye Avrupa Savunma Ajansı'nda (AED) aynı ortak statüsünün verilmesi. Türkiye'nin PeSDC misyonlarına katılan bir ülke olarak AED nezdinde oluşturulan planlara kaynağından katılmak istemesi meşru bir taleptir. Şimdilik hiçbir resmi Türk yanıtı hazırlanmadı.

İkinci dosya NATO ülkelerinin uygulamaya geçirmek istedikleri füzesavar savunma sistemi hakkında. Bu planla NATO ülkelerini her türlü dış saldırıdan bir engelleme sistemiyle koruma altına almak hedeflenmektedir. Bu hedef aslında hiç de yeni değil, 1960'lı yıllardan bu yana Sovyetlerin kışkırtmalarıyla başlayan onlarca projeden biridir. Ronald Reagan 1983'te meşhur "Star Wars" projesini oluşturmuştu, 1990'larda bunun yerini National Missile Defense aldı, nihayet 2000'li yılların başında George W. Bush bunu sürdürdü ve nihayet şimdiki tartışmayla süreç devam ediyor. Son derece masraflı olmasının yanı sıra, sadece askeri açıdan bile baksak projenin etkinliği kuşkulu ancak 19-20 Kasım tarihlerinde Portekiz'de düzenlenecek olan NATO zirvesinde gündemin en önemli konularından biri de bu proje olacaktır. Zirvenin en önemli konularından biri Türkiye'yi bu hedefin doğruluğu konusunda ikna etmek olacaktır. Bu sistemin hedeflediği ülkelerden biri de, nükleer silah ürettiğinden kuşkulanılan İran'dır. Bu nedenle Türkiye son derece çekingen davranmaktadır, çünkü Türkiye, özellikle İran, Suriye ve Rusya'nın hedeflendiği "komşularla sıfır sorun" konsepti üstüne kurduğu dış politikasının Avrupa'da bir füzesavar kalkanın oluşturulması projesiyle çeliştiğini düşünmektedir. ABD'li yetkililer bu ülkeler üzerinde en küçük bir baskı kurulması hedefinin söz konusu olmadığını belirtmeye özel bir önem vererek Türk yetkililerle yaptıkları görüşmeleri artırdılar. Savunma Bakanı Robert Gates, Washington'daki American-Turkish Council'de, eğer proje kabul edilirse, Türkiye'nin teknik ve operasyonel katılımının nasıl olacağını incelemek amacıyla iki ülke arasında siyasi ve askeri görüşmelerin başladığını belirtti. Ankara, özellikle İran üzerinde çünkü Rusya bu sisteme artık muhalefet etmiyor gibi, potansiyel kabulünün etkisini en alt düzeye indirmenin yollarını aramakta.

Türkiye'nin olumsuz yanıtı, Türk hükümetinin doğru olarak savunduğunun aksine Batılı güçlerden uzaklaştığı iddiasında olanların konumunu güçlendirecektir. Bu nedenle zor bir seçim söz konusu ve Ankara hükümeti güvenceler elde etme çabasında. Öyle görünüyor ki Türkiye, sadece İran'a yakın olan bölgelerinin değil tüm topraklarının bu kalkan tarafından korunmasını istiyor.

Türkiye'nin 1952'den bu yana mensubu olduğu NATO'daki yeri, bu ülkenin stratejik öneminin kanıtı olarak, güçlenmeye devam ediyor. Aslında şu son aylarda birçok önemli dosya birleşti.

ABD ve NATO Genel Sekreteri kesin bir taviz bekliyorlar çünkü birçok dosya için Türkiye'ye muhtaç olduklarını biliyorlar. Özellikle Afganistan'da, Türkiye çatışmalara katılmasa da, yönetimini bir yıl daha muhafaza ettiği ISAF nezdinde merkezi önemde bir siyasi role sahip.

Böylece ele alınan iki dosya, kesin olmaktan uzak olsa da, bir kez daha Türkiye'nin Avrupa ve NATO savunma projelerinde Türkiye'nin merkezdeki stratejik önemini bir kez daha gösterdi. 2010 Temmuz ayında Büyükelçi Hüseyin Diriöz'ün güvenlik politikası ve planlamasından sorumlu NATO Genel Sekreter Yardımcısı olarak atanması Türkiye'nin mensubu olduğu kurumlar nezdinde güçlenerek yerini aldı.Avrupalı yöneticilerin bunu anlamasının artık vakti geldi.  

Kaynak: Zaman