Türkiye'deki siyasi tablo dışarıdan görüldüğü gibi değil. Zira Tayyip Erdoğan'ın partisi dini bir parti değil, liberal ve milliyetçilerin koalisyonu. Bu durum partiyi farklı renkleri temsil eden bir koalisyona dönüştürüyor. Partinin dini eğilimiyse, bazılarının başka yerlerde yapmak istediğinden farklı olarak kültüre ve değerlere dayanıyor.
Erdoğan'ın partisinin görece siyasi başarısının sebebi de, Türkiye'ye kalkınması için ihtiyaç duyduklarını veren bu koalisyon. İktidarda istikrar ve şeffaflığı korumak hassas bir denkleme dayanır; Türk başarısıysa ekonomiye bağlı. Türkiye nüfusu bugün Mısır'ınkiyle eşit. Türkiye coğrafi olarak
Mısır'dan büyük, toprakları daha zengin ve Mısır'dan sekiz kat daha fazla ihracat yapıyor. Diğer yandan Türk mallarının çoğu Avrupa'ya gidiyor. Bu durum, Türk sanayisinin büyük pazarlarda rekabet ettiğine, kalite ve fiyat rekabetinde ustalaştığının kanıtı. Kalite ve fiyat rekabeti Türk sanayisini dünya pazarlarına altın bir tabakta sunuyor ve gerçekleşirse, Avrupa ortak pazarına üyelik Türk halkı için dev bir ekonomik kazanım olacak.
Türk deneyiminde aslında bir mucize yok. Ortada sadece şeffaf bir biçimde ne istediğini ve yaptığını bilen kararlı bir yönetim var; hatta bazı kararlar kısa vadede halkın lehine olmasa da, orta ve uzun vadedeki geri dönüşler temelinde alınıyor. Türkiye ekonomisini çalkantılı durumdan Avrupa ortak pazarına girişe hazırlık sürecine getiren yeni bir dinamizm bu.
Öte yandan, son üç yıldaki ekonomik sıçrayışa rağmen Türkiye'de her şey toz pembe değil. Bu sıçrayış büyük ancak Türkiye bir yandan da hakların yavaşça 'öldüğü' bir ülke. Öncelikle Türk milliyetçiliğini ele alalım.
illiyetçilik, düşüncelerin milletlerin gelişmesinde etkin olabilmesinin ölçütü. Türk milliyetçiliğiyse, iki açıdan engel oluşturuyor. İlki KKTC'yle ilişkiler: Kıbrıslı Türkleri anavatana bağlayan milliyetçi duygular sebebiyle, Türk hükümetleri bu konuya bugüne dek akılcı bir çözüm getiremedi.
İkincisiyse, Türklerle aynı vatanı paylaşan azınlıklara, özellikle de Kürtlere yönelik tutum. Kürt sorunu, insan hakları ve eşitlik açısından bir başka engel. Milliyetçi düşüncenin iç politikadaki hakimiyeti sebebiyle çağın bir gerçeği olan etnik ve kültürel çeşitliliğin kabul edilmemesi, Türkiye'nin kalkınmasını engelliyor. Bu iki etken hafifletilseydi, Türkiye küreselleşmeye daha hızlı nüfuz edebilirdi, bu durum da tarihi kalkınma sağlardı.
Atatürk Türkiye'ye bir yol göstermeye çalıştı ve ülke uzun zaman bu yolda yürüdü. Alfabeyi Latin harfleriyle değiştirmekle kalmadı, beş vakit namaz bile Türkçeleşti. Fakat ezan daha sonra aslına döndü ve ülke o günden sonra askeri yönetimin deneyimi, yanlışı ve biraz da demokrasi şemsiyesi altında yürüdü. Kalkınmanın, modern yönetim ve demokrasi gibi olmazsa olmaz kaideleri vardır. Türkiye'yi bugün istikrarlı hale getiren budur.
Öte yandan, Atatürk Türklerin dini duygularını silemedi; bu duygular orta tabakada yayıldı. Halklar tarihlerinden, özellikle de kültür ve değerlerinden ayrılmaz. Ayrıca, kalkınma çoğulculuk ve doğru yönetim üzerine kurulu modern yönetimle sağlanır.
Bu, her kesiminin olumlu sonuçlarından istifade edeceği en etkin kalkınma yoludur.
Modern Türkiye ne Osmanlıcılıktır ne de Atatürkçülük. Modern Türkiye, Arapların olumsuz bulduğu anlamıyla 'laik Türkiye' değil, hızlı kalkınma yolunda yürüyen bir ülkedir. Türkiye, siyasilerinin de kavradığı gibi çağı yaşayan, küreselleşmiş bir ülkedir.
Kaynak: Radikal