Türkiye keşke Malezya olsa!

*Ülke ile rejimin farklı şeyler olduğu anlaşılmalı: Türkiye'nin rejimi, evet (üstelik, kap-katı) laiktir, ama, halkı müslümandır ve ülke de bu halkın ülkesidir!
B. Amerika'daki temaslarını sürdüren Başbakan Erdoğan, bir yahudi kuruluşunda, konuşmacının, 'Siz Müslüman bir ülkenin başbakanısınız..

Ortadoğu'da barışın tesisinde arab ülkeleriyle İsrail arasında önemli roller üstlenebilirsiniz..' gibi bir tesbiti üzerine, 'Ben laik bir ülkenin başbakanıyım..' diye bir yanlış 'düzeltme' yapmış.. Çünkü, kendileri, Müslüman bir halkın ve Müslümanların olan bir ülkenin çocuğu olarak, 'laik rejimin başbakanı'dır..
Yanlış bir tepki ve gereksiz bir hassasiyet.. Çünkü, Türkiye Müslüman bir ülkedir ve bütün geçmiş başbakanlar gibi, Erdoğan da bu Müslüman ülkenin -'laik' rejiminin- başbakanıdır.
Ama, anlaşılıyor ki son günlerde tekrar estirilmek istenen laikçi terör, onun kimyasında bile birtakım sağlıksız tepkiler meydana getirmiş ve 'taife-i laicus'un şirretliklerinin kaşınmaması için olmalı ki, -psikolojik savaşta bir geri çekilme havası verecek şekilde- laiklik vurgusu yaparken ülke ile rejimi karıştırmış.. Yoksa, Tayyîb Bey bu ince farkı bilmeyen birisi değildir.
Hatırlayalım, üç sene önce de, zamanın Gen. Kur. Başk. Hilmi Özkök de, 'Türkiye bir İslâm ülkesi değildir..' dediğinde karşı çıkmıştık. Şimdi Tayyîb Bey'e de beyanının yanlış olduğunu söylemek gerekiyor. Elbette, sözlerin taşıdığı mâna ve değerler sahibine göre değişir.
Tekrar hatırlayalım ki.. Devlet dediğimiz sosyal üst-yapı kurumunun üç aslî unsuru vardır.. 1- Kader birliği yaparak birlikte yaşamayı kabul eden (veya ettiği) farzolunan bir halk.. 2- Böyle bir halkın, üzerinde yaşayabileceği ve kendisine aid bir toprak, ülke..  3- Böyle bir ülkedeki halkın, kendisini yönetebilecek bir yönetim mekanizması, rejim..
Başka unsurlardan da sözedilse bile, bu üç aslî unsurdan birisinin olmaması halinde, yani, halk, ülke veya rejimden birisinin bulunmaması halinde, bir 'devlet'in varlığından veya teşekkül ettiğinden mantıken de, hukuken de sözedilemez..
Şimdi bu tarifi Türkiye'ye uygulayalım.. 
Öyle bir 'halk' var ve biziz. Ve bu halkın büyük ekseriyeti, kendisini nihaî tahlilde, Müslüman olarak tanımlar.. Kendisini açıkça 'müslüman değilim.' veya 'dinsiz' diye tanımlayanlar, yüzde 3-5'i geçmez.. Ülkemiz işte böyle bir halkın, yani, Müslüman bir halkın ülkesidir..
Ve amma, rejim.. İşte orada büyük bir sıkıntı var.. Çünkü, halkın özgür iradesiyle kurulmayan, 1. Dünya Savaşı'nda uğradığımız ağır yenilgiyle yitirilen siperlerin, mevzilerin bir kısmında, galib ve emperyalist güçlerin diktesi ile, temel nitelikleri '1923-Lausanne (Lozan) Sulh Konferansı'nda belirlenip andlaşılmış ve orada belirlenen çerçeveye karşı çıkanların dârağaçlarında, sürgün ve zindanlarda sindirilerek tesis olunduğu bir rejim.. Yani, bu halkın ve bu ülkenin asırlarca yabancısı olduğu 'ölçü'lerin dayatmasıyla tesis olunmuştur;  Üstelik, 1930'lar dünyasının eğilimlerine uygun olarak, ateizmle birlikte ve aynı değerde görülen bir (katı) totaliter, laik rejim.. Ama, bu rejim bile, başlangıçta kendisini 'Devletin dini, Din-i İslâm'dır..' diye bir beyan ile kamufle etmek gereğini duymuştu.. Gerçek mahiyetini, tekparti diktatörlüğü döneminde laiklik ilkesinin 1937'de CHP'nin temel prensiplerine eklenmesi ve oradan da anayasalara intikali ile ortaya çıkarmıştır. Gerçekte ise, bu katı laiklik uygulamasının başı, 1937 değil, Lozan'la tesis olunan 1923 rejimidir.. (Ondan önce de, laik uygulamalar şu veya bu şekilde, hep vardı, o ayrı bir konu..)
Halkımızın temel problemi de, kendisine bir deli gömleği gibi zorla giydirilen ve egemen zorbalarca yorumlanan ölçüler içinde uygulanan laik rejimlerdir.. Tayyîb Erdoğan da, bu sistemin içinde siyaset yapmayı tercih etmiş birisi olarak, laik bir ülkenin değil; Müslümanların ülkesindeki bir laik rejimin başbakanıdır!. Ki, bir ülkenin özelliğini, o ülkenin tarihi, halkının temel inançları, ahlâk anlayışı, mâbedleri, ibadet şekilleri, mezarları, günlük hayattaki örf ve yaşayış tarzı vs. belirler.
Laikçiler ise, kendilerini bu ülkeye zorbalıkla ekleyen ve egemen konumu haline gelen tufeylî bir zümre olarak görünmektedirler. 
Tekrarlayalım, ülkemiz herkesten çok müslümanların ülkesidir! Ve bu sahiblenme öyle basit bir iddiadan ibaret olmayıp, asırların içinde verilen çetin mücadelelerle de şekillenmiştir ve o çaba ve mücadeleler son 85 yıldır diktatörce uygulanan 'laisizm' zorbalığına fedâ edilemez..
*Keşke Malezya olunabilse ve hattâ aşılabilse: Ağızlarda bir sakız, Malezyalılaşmak korkusu.. Malezya bugün, hakkında doğru dürüst bir şey bilmeyenlerin medyayı kötüye kullanmasıyla bir ülke hakkında, bir başka ülkenin nasıl da kolayca yanıltılabildiğinin ilginç bir örneğini oluşturuyor.. Efendim, Malezya'nın eyaletlerinden birisinde İslâmî hükümlere riayet etmeyen müslümanlara, inançlarının gereğine göre riayet etmeleri hatırlatmasında bulunuluyormuş.. Daha geçen hafta, Amerika'da bir eyalette de, alt-iç çamaşırlarını gösterecek şekilde giyinenlere, 'genel ahlâkı ve kamu düzenini bozacak davranışlarda bulunmak' gerekçesiyle, para ve hapis cezaları verileceği bildiriliyordu, eyalet meclisince..
Ama, orası değil de; Müslüman bir halkın kendi ahlâkî ölçülerine göre bir sosyal bünye oluşturma çabası sözkonusu olunca feryadlar koyveriliyor..
'Eyvah, Malezya'lılaşacağız..' diye feryad edenler kimler? Yüzbinlerce kızımız başta olmak üzere, onmilyonlarca aileyi dilhûn eyleyen, onlara 'kamusal alan' saçmalığı adına zorla, kendi 'laik ölçü ve zevkleri'ne göre bir hayat tarzı dayatan zorbalar!
Yani, dâvaları özgürlük falan değil; onca fizikî zencirleme çabalarına rağmen ruhlarını esir alamadıkları insanların mukabil hışımlarından ve kendi tahakkümlerini yitirmekten korkuyorlar. Malezya, yüksek teknolojide dünyanın sayılı ülkelerinden birisi haline gelmiş, kişi başına yıllık gelir ortalaması, 13-14 bin doları bulmuş.. Henüz 5 bin dolar'larda dolaşan Türkiye için, (aşılması ümidiyle) geçici olarak örnek alınacak bir ülke sayılabilir, yani.
Ama, 'taife-i laicus' zorbalarının böyle dertleri yoktur.. Onlar hâlâ 'Tanzimat kafası'yla, gardrob devrimciliğiyle tahakküm zevklerini sürdürmenin peşindeler.. Çünkü, kişi başına yıllık gelir ortalamasının hesabı, sırf 'taife-i laicus'a göre yapılacak olursa, onların 25-30 bin dolar'ı bile geçtiği görülür.. Zâten yaşayış tarzlarından ve milletin zenginliklerini nasıl hortumladıklarından da anlaşılmıyor mu? Böyle bir gücü yitirmek isterler mi?.
Öyleyse, inadına, Malezya gibi olmaya ve hattâ aşılmaya çalışılmalıdır..

 

 

Kaynak: Vakit