'Türkiye'yi kim kaybetti?' Geçmişte de sık sık ortaya atılan bu soru, Başbakan Tayyip Erdoğan'ın Davos'taki son Dünya Ekonomik Forumu'nda sergilediği duygusal patlamanın ve İsrail Devlet Başkanı Şimon Peres'le birlikte katıldığı paneli aniden terk etmesinin hemen sonrasında daha sıcak bir anlam kazandı. Ve Türkiye meselesi çok önemli, zira dünyanın en istikrarsız ve en çetrefilli diplomatik ihtilaflarının bazılarına dokunur nitelikte.
Türkiye gerçekten 'kaybedildi'yse, bunun sorumluluları arasında AB, ABD, İsrail ve bizzat Türkiye var. AB'nin Türkiye'nin üyeliğiyle ilgili giderek artan çekinceleri, Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy tarafından açık seçik dile getiriliyor.
ABD'de eski başkan George W. Bush, Irak savaşından dolayı kabahatin bir kısmına sahip. İsrail de, 2006'daki Lübnan savaşı ve Gazze'deki son askeri operasyonlarıyla Türkiye'nin Batı'dan uzaklaşması konusunda kendi rolünü oynadı.
Bütün bu olaylar Türkiye'yi rahatsız ediyor ve kafasını karıştırıyor; 1930'lardan beri tanık olunan en kötü ekonomik krizin ülke içindeki etkisi de durumu daha da içinden çıkılmaz hale getiriyor.
Elbette Türkiye'nin laik, Batı yanlısı seçkinleri AB ve ABD'yi, yeri doldurulamaz olmasa da, hâlâ önemli birer ortak ve müttefik olarak görüyor olabilir. İslami köktenciliği, Hamas'ı, Hizbullah'ı ve İran'ı gerçek veya en azından potansiyel birer tehdit gibi görüyor da olabilirler. Ancak kısa vadeli popülist refleksler veren ve uzun vadeli bir vizyondan yoksun olan Avrupa'nın Türkiye'ye düzgün davranmadığına da eminler.
Türkiye meselesi elbette karmaşık. Türkiye'nin coğrafyası büyük ölçüde Asyalı, İsrail-Filistin ihtilafında hissiyatı giderek Ortadoğulu, yani Müslüman bir nitelik kazanıyor ve yine de seçkinleri sıkı biçimde Batı yanlısı ve Avrupa yanlısı olmayı sürdürüyor. 21. asrın başında, İslam dünyasıyla diyalog Batı dünyasının kilit önemdeki zorluklarından biriyken, Avrupa Türkiye'ye kapıyı kapatırsa tarihsel önemde stratejik bir hata yapmış olacak. Kapıyı kapatmak Osmanlı İmparatorluğu'nun mirasçılarını gerisin geri Asyalı, Müslüman
ve Ortadoğulu bir tarihsel yörüngeye itecek.
Türkiye'nin AB üyeliğinde yolculuk menzilden daha önemli. Türkiye'nin AB'ye aday ülke statüsü sayesinde, çok kısa bir zaman içinde uygulamış olduğu reformlar çarpıcı. Biz Avrupa'dakiler, herkesin duyabileceği bir 'hayır'ı seslendirerek bu ilerlemeyi gerçekten riske atmalı mıyız? AB'nin nüfuzunu Ortadoğu'ya ciddi biçimde kabul ettirebilecek stratejik ve diplomatik bir ortağa ekmek su gibi ihtiyacı var. Avrupa'nın genç Türkiye'nin dinamizmine de ihtiyacı var. Hepsinin ötesinde, Türkiye'nin üyeliğinin temsil edeceği bir uzlaşma mesajını İslam dünyasına göndermesi gerekiyor.
Elbette Türkiye'yi 'içeriye' istemek, birçok bakımdan mantıklı olmayan inançlara dayalı bir adım değil, iradi bir adım. Avrupalıların büyük kısmı Türkiye'yi 'Avrupalı Öteki' olarak değil, 'Avrupalı Olmayan Öteki' olarak görüyor. Türk şehirlerinin en Batılılaşmışı olan İstanbul'da bile anayollardan biraz kenara saptığınızda kendinizi Ortadoğulu veya Asyalı bir kültürle kuşatılmış buluyorsunuz.
İsrail AB üyesi değil, fakat o da Türkiye'yi kaybetmek gibi büyük bir tehlikeyle karşı karşıya. İsrail'in Lübnan ve son olarak Gazze'de kalkıştığı iki askeri macera, güvenliğini artırmak şöyle dursun, daha da tecrit edilmesine ve dünyanın sempatisini daha da kaybetmesine yol açtı. Bu fenomenin
en güçlü olduğu ülke de Türkiye; söz konusu maceralar iki ülkenin stratejik ittifakını kopma noktasına getiren bir gerginlik yaratmış durumda.
Obama'nın Türkiye politikası hakkında konuşmak için henüz erken; İslam'la saygılı bir diyalog başlatma niyeti açısından, Obama'nın doğru istikamette hareket eden yegâne Batılı lider olduğu söylenebilir sadece. Fakat ABD'nin, kilit bir NATO üyesi olan Türkiye'ye yönelik olumlu jestleri İsrail'in duyarsız, hatta pervasız politikalarını dengelemeye yeter mi? Cevap belirsiz.
Erdoğan Davos'ta sorumsuzca davrandı
Bu yükselen gerginlik sürecinden bir yanıyla da Türkiye sorumlu. Erdoğan'ın Davos'taki davranışı, en hafif tabiriyle sorumsuzcaydı. Kendi ülkesinde popülerlik kazanmış olabilir, fakat bu ekonomik zorluk zamanlarında ucuz popülizmin ayartmaları her zamankinden daha tehlikelidir. Kimse bir kuru odun yığınının hemen yanında kibritlerle canının istediği gibi oynamamalı. (Pakistan'da İngilizce yayımlanan gazete, Fransız Uluslararası İlişkiler Enstitüsü'nün (Ilfri) kurucularından, Harvard Üniversitesi'nde misafir profesör, 21 Şubat 2009)
Kaynak: Radikal