Türkiye-İsrail ilişkileri

'Türkiye-İsrail arasındaki gerilim geçici bir münakaşa mı yoksa stratejik bir değişim mi?'


Mustafa Abdulaziz Mursi

Herhangi bir ülkendeki iç gelişmeleri, onun dış politika yönelimlerinden ayırmak zordur. Bazı analistler, bir ülkenin dış politikasının, iç politikanın tezahürü olduğunu bile söylerler. Bu açıdan bakınca, Türkiye-İsrail ilişkilerini analiz etmek, evvela her iki tarafın motivasyonlarını teşhis etmeyi sonra da bölgesel ve uluslararası gelişmeler ışığında, karşılıklı çıkarların bir değerlendirmesini icâp ettirir.

Tarihten bakıldığında, Türkiye, Şah dönemi İran'ı ve İsrail ABD liderliğindeki bölgesel bir ekseni temsil etmişlerdir. Gâye, 1950'lerde ve 60'larda kaydadeğer bir güç kazanan Arap ulusçusu harekete karşı koymaktı. İşte bu, Türkiye'nin İsrail'i erken bir vakitte hemen tanımasını, İsrail'le stratejik bir ilişkiyi destekleyecek bir yönelim benimsemesini sağlamıştı ki Ankara, modern Türkiye'nin kurucusu Kemal Atatürk'ün kutsadığı batı eğiliminin bunu teyid ettiğini düşünüyordu. NATO ittifakına katılmak için bir giriş kapısı olarak da görmüştü ve Sovyetler Birliği'ni kuşatma politikası için bunun önemi vardı; İsrail, Irak ve Suriye'ye karşı dengeleyici bir güç olarak da algılanıyordu.

Türkiye-İsrail ilişkileri, askeri ve güvenlik alanlarında stratejik işbirliği anlaşmasının imzalandığı 1997'de zirvesine ulaştı; Türk-İsrail ortaklığı kuruldu ve GAP'ın resmi açılışı yapıldı. Türk analizcilere göre artan bu ilişkiler, geçici bir istisnâi durumun ve her iki tarafın, kendi münferit çıkarlarını elde etme arzularının sonucuydu. Tel Aviv, bölgede izlediği politikalar ve sergilediği duruşlar için Türkiye'nin daimi ve şartsız desteğini almayı arzularken Ankara, batılı bir devlete dönüşmek ve AB üyesi olmak için didiniyor ve elinden geleni yapmaya çalışıyordu. Bölgeyle ilişkilerini koparmasını ve batı kapısının anahtarı olarak görülen İsrail'le ilişkileri geliştirmesini talep ediyordu bu. Türk yönetici seçkinleri, büyük bir yalanın kurbanı olduklarını ancak şu yakın zamanlarda tespit edene dek bu duruşu ısrarla sürdürdüler ve cazip yeni ümitler için doğuya bakmaya başladılar.

Türkiye' nin batıya uzattığı tüm askeri ve siyasi iltimaslara rağmen, batı, Türkiye'ye hırpani davrandı ve Kıbrıs meselesinde olduğu üzere, onun düşmanlarının yanında durdu. Doğu grubu, AB üyeliği şartları karşılamasına rağmen Türkiye'nin AB üyeliği talebini geciktirmeye devam etti. Türkiye'ye bu şekilde muamelesi edilmesi ve AB'nin Türkiye'yi sürekli olarak reddetmesi, Türkiye'de bölgeyle ilişkileri yeniden kurma arayışındaki popüler bir hareketin doğmasına yardım etti. AK Parti'nin temsil etiği Türkiye'nin yönetici seçkinleri, politikalarına yeniden yön vermek ve yakın coğrafyaya, hassaten de Arap bölgesine odaklanmak üzere bu yola koyuldular ve bu yüzden de "yeni Osmanlılar" olarak adlandırıldılar. Batıyla pazarlık kozunu güçlendirmenın yanısıra uzun vadeli iktisâdi, siyâsi ve stratejik çıkarlar için yapılıyor bu.

Türkiye bu bakımdan iki önemli politikaya yatırım yapmakta. İlki, uluslararası düzlemde ve ifadesini mâli kriz dolayısıyla ABD'nin zayıf düşmesinde bulur. Dünyanın pek çok bölgesinde nüfuz kaybetmesine yol açtı ve Washington'ı "çatışmaları bölgeselleştirmeye" iten bir politikaya mecbur etti; bunun anlamı, çatışmaları çözmek, çatışmalara bölgesel çözüm üretmek üzere bölgesel taraflara daha fazla rol verilmesidir. İkincisi etken ise bölgesel düzlemdedir ve ifadesini "Arap sisteminin" zayıflığında ve "güç boşluğu" yahut bir yazarın dediği gibi "siyasi mânada, sahipsiz Arap toprağında" bulur - tüm tarafları cezbeden bir şeydir bu ve Türkiye'nin bölgesel tutkularını artırmıştır. İran'la yakınlaşarak (belki de İran'ın duruşunu ve Suriye'yi kuşatmak için Washington'la eşgüdüm halinde) yeni ittifaklar kurma cesaretini sergiliyor. Ankara, bu bağlamda, İsrail'le arasına hesaplı bir mesafe koyan ve Türkiye'nin Araplar ve İranlılarla muvazene içinde olacağı yeni yönelimin taşlarını döşeyen yeni adımlar attı ve yeni duruşlar sergiledi.

Yeni Türk dış politikasının mimârı da olan Türk Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu sözde "yeni Osmanlıların" üç ilkesini tanımladı. İlki, özgürlük ve güvenlik arasında denge ilkesi; ikincisi, ileriye yönelik barış politikası; üçüncüsü, Türk nüfuz sahasına faal katılım. Türkiye, yeni politikasını başlatmak için, bu son önermeye dayalı olarak, Arap bölgesini en iyi nüfuz sahası olarak belirledi. Bu doğrultuda, İsrail'le stratejik ilişkilerinin olduğu karanlık tarihi, Arap halkının aklından ve hafızasından silip yok etmeye çalışıyor. İsrail'in Gazze'deki saldırganlığı (Ocak 2009) (İsrail, yasak kitle imha silahlarını serbestçe kullanmıştı) planlı bu dönüşüm için mükemmel bir fırsat verdi. Türkiye bu saldırganlığı karşı sağlam bir duruş sergiledi; Türkiye'nin muhalefeti, 30 Ocak 2009 tarihinde Davos'ta yapılan Dünya Ekonomi Forumu'nda Erdoğan ve İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres arasındaki açık bir yüzleşmeyle zirvesine ulaştı. Türkiye Başbakanı, İsrail'i Gazze'de çocuklar öldürmekle suçlayıp Forum'dan çekilmişti.

Erdoğan hükümetinin Arap ve İslami çevrelerdeki popülaritesini artırdı bu. Erdoğan, Goldstone raporuna sonuna kadar destek vereceğini de ilan etti. Bu ise İsrail'i kızdırdı ve Türkiye'yle yakın güvenlik bağlarının temelini tehdit edebilecek jeopolitik değişiklerin yaşanması ihtimalinden kaygı duymasına yol açtı.

Türkiye, bu bağlamda, Suriye'yle ilişkilerini geliştirme yönünde dikkat çekici bir sürece girdi ve Şam, bölgesel ve uluslararası baskılar karşısında umulmadık derecede bir siyasi esneklik kazandı. Türkiye'yle ilişkilerini stratejik düzleme yükseltecek şekilde artırdı ki Tel Aviv'in hemfikir olmadığı bir gelişmedir.

Bunu, Türkiye'nin İsrail'le ilişkilerine etki eden bir başka gelişme tâkip etti. Ankara, İsrail'in en önemli yıllık askeri tatbikatlarından birini sırtından attı; Türkiye'nin "Anadolu Kartal'ı" adında NATO üyeleriyle birlikte dönemsel olarak yürüttüğü bir tatbikattı. Tel Aviv'de bu yüzden tam bir telaş doğdu ve bu adım arkasındaki niyet hakkında pek çok varsayım ortaya atıldı. Bu askeri tatbikatın önemi, pilotlarını eğitmesi için İsrail ordusuna daha geniş bir havası bahşetmesinde yatmaktadır zira İsrail'in sınırlı bir hava sahası var. Ayrıca, İsrail pilotlarının çeşitli hava rotalarını ve bölgeye giriş noktalarını öğrenmelerine imkan vermekteydi ki İsrail uçakları nükleer reaktör inşa edildiği iddiasıyla 2007 Eylül'ünde Suriye'nin Deyr el Zor şehrindeki bir hedefe saldırdığında kullanılmış bir bilgidir bu. Der Spiegel dergisi, İsrail uçaklarının Türkiye havası sahasına sızarak buradan Suriye' semâlarına giriş yaptığını ve hedefi yok ettiklerini ifşa etmişti.

Erdoğan, İngiltere'de yayınlanan Guardian gazetesine yaptığı açıklamada İran nükleer dosyası hakkında İsrail'in ortaya attığı iddialara da karşı çıktı ve "Batı'nın Tahran'ın nükleer bomba istediği yolundaki korkuları dedikodudan ibarettir" dedi.

Burada ortaya çıkan soru şu: Türkiye'nin İsrail konusunda sergilediği duruşun sonucu ne olacak? Stratejik bir değişime eşdeğer midir? Yoksa geçici, taktik bir pozisyon mudur? Gerçekte, Erdoğan bu ilk pozisyonlarla, Türk diplomasisine Arap ve bölgese düzlemlerde hayâti bir rol biçmeyi başardı. İç (özellikle ordu tarafından) ve (ABD ve İsrail'in hayâti çıkarlarını koruma amaçlı) dış baskıya rağmen Türk hükümetinin aldığı pozisyonlar, bağımsız karar alma yeteneğini geçmişte teyid etmiştir. ABD kuvvetlerinin 2003 yılındaki Irak savaşında Türk toprakları üzerinden geçişini reddetmesinden bellidir. Şu an ki Türk hamlelerinin, Arapların duyarlılık seviyesini teşhis etmek, mâliyet ve kazanç değerlendirmesi yapmak maksadıyla keşif aşamasında olduğu söylenebilir. İsrail'e yönelik ilkeli bir Türk pozisyonunun başarılı olması için, bu Türk değişimini Arap-Türk stratejik itifakına tahvil edecek mütekabil Arap boyutunun da olması gerekir. Bu ittifak, bölgesel formülleri ve bölgedeki güç dengelerini, Türk-İsrail stratejik ittifakına nüfuz edip onu kıracak bir seviyede yeniden yapılandıracaktır. Arapların bu yeni fırsattan faydalanmayacağı korkusu her daim mevcut. Nitekim Arap bölgesi halen kayıp fırsatlar bölgesi olmayı sürdürüyor. Arapların zıt pozisyonu varlığını sürdürdüğü takdirde, İsrail'le ilgili câri Türk pozisyonundan tedricen ricât edilmesi muhtemeldir.


Yazar Hakkında: Eski Mısır Dışişleri Bakanı yardımcısı. Mısır Dış İlişkiler Konseyi üyesidir ve El Ahram Stratejik Araştırmalar Merkezi kurucularındandır.

Kaynak: Middle East Online

Dünya Bülteni için çeviren: M. Alpaslan Balcı