İran'ın en önemli kadın yönetmenlerinden Rakhsan Benietemad'dan bir mail aldım. Benietemad'la 2006 yılından bu yana tanışıyoruz. İstanbul'a 'Doğunun Kadınları /İştarlar Kapımızda Festivali' için gelmişti. Gerek sineması, gerekse sanatını taşıma biçimiyle hepimizde hayranlık uyandıran karizmatik bir Doğulu kadın imajı vardı. Rakhsan'la daha sonraları seyrek de olsa haberleştik.
Uzun zamandır ses yoktu. Ta ki, geçen hafta Tahran'da başlayan olaylara kadar. Belli ki İran'da yaşayan çoğu muhalif gibi o da tanıdıklarına sesini duyurmak istiyordu. Mailine Farsça bir bildiri ve link eklemiş. Yolladığı adresin YouTube sitesine ait olduğunu sayfa açılmayınca fark ettim. İranlı muhaliflerin dünyaya açılan kapısı olan siteye Türkiye'den ulaşılamıyor. Çünkü, YouTube video paylaşım sitesi Atatürk'e hakaret içeren videolar yayımladığı gerekçesiyle yasaklı. 'Türkiye, İran olmayacak' diyen kesimlerin ipotek altına aldığı Atatürk imgesi, bu yasağın gölgesinde korunuyor! Atatürk'e hakaret ettiği için hakkında dava açılan inek ve çocukların durumu kadar ironik olmasa da, kayda değer boyutları var bu meselenin.
İran ile karşılaştırılınca bir özgürlükler ülkesi imajı çizen Türkiye yanı başındaki komşusunun özgürlük çığlığını duyacak araçlardan yoksun. Bu yoksunluk sadece teknoloji ile ilgili olsaydı üzerinde durmaya değmezdi. Ama İran'a bakışta zihinsel araçları da kilitleyen bir yoksunluk bu. Her şeyden önce 'Türkiye İran olmayacak' sloganını Demokles'in kılıcı gibi tedavülde tutan kesimin korkuları İran'ı kavramaya engel. Bu korkular nedeniyle Tahran sokaklarında görünen yahut ev içlerinde derinden derine biriken muhalefetin anlamı yerine, rengi konuşuluyor. Sadece kadın üzerinden meseleye bakan ve kadına baktığında başörtüsünü gören bir yaklaşımla İran'ı anlamak mümkün olmuyor tabii.
YouTube örneğinde olduğu gibi, ifade özgürlüğü konusunda, haberleşme özgürlüğünü referans alsak dahi, bazı konularda İran'ın ilerisinde olmadığımızı görürüz. İran'a bakarken Batı tipi model dışında bir referansa sahip olmayan kesimlerin kendi bilinçlerindeki yarılmayı fark etmeleri için daha başka verilere ihtiyacı var belki de.
Öteden bu yana, İran ile Türkiye arasında siyasal hareketlerin dinamizmi açısından bir paralellik kurulur. Meşrutiyetin ilanından başlayan, modernleşme süreciyle devam eden bir benzeşme bu. Şah devrilirken Türkiye'de darbe olmuş, Türkiye'de Özal dönemini takiben İran'da Hatemi ile başlayan görece bir liberalleşme ve dışa açılma yaşanmıştı. Ahmedinejad yönetimi ise geleneği öncelikli referans olarak alan, dini kimliği önceleyen yanıyla paralellikler göstermişti.
Şimdilerde olan benzerlik ise şu: Türkiye ve İran yıllardır çözemediği sorunlarla yüzleşiyor. Türkiye'nin yeni anayasa ihtiyacından Ergenekon sürecine, darbe planlarından demokratikleşme engellerine kadar yaşadığı pek çok sorun grafik olarak İran'ı çağrıştırıyor.
Bastırılmış özgürlüklerin gün yüzü görme ihtiyacı toplumda karşılığını buluyor. Bu benzerliğin karakteri konusunda yapısal analizler yapan Darius Shayegan'ın 'Yaralı Bilinç' kitabına bakarsanız orada her iki Doğulu toplumun Batı referansları ile çıktıkları yolda ne türden yarılmalar ve çelişkiler ürettiğini görürsünüz. Doğulu bir zemine giydirilen Batılı gömleğin bir nevi delilik ürettiğini Shayegan 'kültürel şizofreni' kavramıyla tanımlıyor. Aynı deliliğe Türkiye'de Cemil Meriç dikkatlerimizi çekmişti.
Türkiye ve İran'ın demokrasi deneyiminden kaynaklanan paralelliklerden korkmamamız gerektiğini bize en net gösteren ise şu: İran ve Türkiye'nin Şii ve Sünni devlet geleneğinden kaynaklanan asla benzeşmeyen ve benzeşmeyecek olan yanları var. Bu farklılık iki ülke arasında Kasr-ı Şirin'in çizdiği sınır kadar net ve uyuşmaz bir hakikat. İki toplumun benzerliklerine rağmen tarih içinde yönünün farklı olmasını ancak bu hakikat açıklar. b.matur@zaman.com.tr
Kaynak: Zaman