İran ve Türk modelleri arasında kesişme ve zıtlaşma gibi iki gariplik söz konusu. İran'da görünüş itibarıyla seçim oyununa saygı gösteren bir rejim var. Zira ömür boyu devlet başkanlığı, monarşi ve sınırsız yönetim bulunmuyor.
Gazeteler eleştiri özgürlüğünden yararlanıyor ve parlamentonun siyasi hayatta gerçekçi rolü var. Fakat bu rejimin üzerine kurulduğu hukuk, seçimleri gerçek içeriğinden boşaltıyor ve demokratik sistemin köklerinden uzak kılıyor. Seçilmemiş kurumlar seçimlere kimlerin aday olma hakkı bulunduğunu, kimlerin İslami rejim için tehlike olarak görüldüğünü, kimlerin devrimin yolunda gittiğini, kimlerin gitmediğini ve bunun dışındaki gelişigüzel hükümleri belirliyor. Türkiye'de de siyasi hayat, seçimler, gazeteler, muhalefet ve iktidar var; ancak seçilmemiş bazı kurumların seçmenlerin iradesine karşı çıkmaları mümkün. Bu kurumlar ise perde arkasından siyasi hayatı yönlendirme eğiliminden tamamen kurtulamayan ordu yönetiminin yanı sıra birkaç kişiden ibaret. Fark ise İran'da devrimin bekçilerinin, Humeyni döneminden miras aldıkları bu durumdan rahatsızlık duymamaları. Hatta bunu İslam cumhuriyeti rejiminin bir meziyeti olarak görmekte, övünmekte ve ihraç etme eğilimindeler. Türkiye'de laiklik devriminin bekçileri ise seçilmemiş kurumların kararlarının, anayasal da olsa insanlar arasındaki ortak düşünceyle çeliştiğini bildikleri için utanarak hareket ediyorlar. Laiklik, rekabet ettiği din devleti tezi karşısında kendi zayıflığından şikâyet ediyor. Zira laiklik, Batılı rejimlere yakınlaşmayı ve o minvalde davranmayı öngörür. Bu rejimlerde laiklik demokrasiyle iç içe geçer ve ikincisi olmadan birincisinin uygulanması zordur. Fakat Büyük Ortadoğu'da laikliğin, demokrasi yönünde ilerlediği zaman genelde toplumdaki azınlığın projesi olduğu ortaya çıkıyor. Demokrasiyi hayata geçirme riskine girdiği zaman ise mezarını kendi eliyle kazıyan kimse gibi oluyor laiklik. Bu durum İslami veya laik iki projeden birini destekleyen aydınlara da yansıyor. Birinci projenin aydını engelleme ve karşı koymanın başka bütün yaklaşımların üstünde olduğunu düşünürken rejimi içeriden korumakta bir sıkıntı görmüyor, hatta bunu kararlılığını ortaya koymanın ve korumanın şartı olarak görüyor. İkinci projenin aydını ise laiklik ile demokrasi arasında minimum bir eşgüdüme karşı çıkan şartları savunmak zorunda kalıyor.
Arap bölgesinin, siyasetçilerin düşünce ve pratikleri düzeyindeki büyük bir boşluktan şikâyet ettiği şüphesiz. Zira Arap bölgesinin önünde İran ve Türkiye'de yaşananları gözlemlemek ve kanıt olarak sunmak dışında bir seçenek kalmadı. Bir asır önce çıkan Arap milliyetçi ideolojinin Türk Turancılığından etkilenmesi ve Turancılığı iktibas eden bir rakip olarak ortaya çıkmasıyla birlikte aydınları ve halkları kutuplaştıran bir ideoloji olarak geliştiği, lider ve teorisyenlerinin ortaya çıktığı kesin. Arap milliyetçiliğinden sonra boşluk dışında bir şey oluşmadı ve alternatif düşünce üretilemedi. Arap siyasi durumunun önemsizliği, yönetim sistemlerine isim verilemediği ve geleceğin projesini temsil edebilecek bir düşüncenin bulunamadığı noktaya vardı. Oysa Arap düşüncesi geçmişte dünya uygarlık sistemi içinde en fazla gelişmiş olması hasebiyle Batı'nın taklit edilmesi çağrısı yapıyordu. Bugün ise Batı uzaklaştı ve istenmez oldu. Geriye ise düşünce ve pratiğin modeli olarak ilham alabileceğimiz İran ve Türkiye kaldı sadece. Türk modeli yukarıda zikrettiğimiz eksikliklerden şikâyet ettiği için İran devriminin ihraç edilmesi projesi, Arap kapılarını çalmayı sürdürecek. Zira bu kapılar hiçbir şeye karşı koyamayacak derecede kırılgan.
Laiklerin kendi hayallerinden çıkmaları ve soyut düşünceler dünyasında yaşamamaları öngörülmektedir. Ortada insanların çoğunluğunun bilincine yönelik göz ardı edilemez veya sonuçları azımsanamaz bir vakıa var. Laiklerin gerçeklerle kavga etmesinin kendileri için çözümsüz psikolojik sorunlara sebebiyet verme ihtimali de söz konusu. Zira bugün Arap aydını halkların veya kalabalıkların söylemlerine olan inancını kaybetti. Halkların da şu an olduğu gibi geçmişte de aydınların teorileriyle ilgili olmadıkları açık. Bu teoriler halklara göre siyasetçilerin söylemlerine ve resmi medya programlarına ilave edilen boş işlerden başka bir şey değil. Arap düşüncesini gelecek yıllarda velayeti fakih ile Arap müzik kanalı Rotana'nın yıldızları arasında bölünmüş olarak düşünmemiz abartı olmaz. Hal böyleyken modern felsefelerden alınan bütün düşünce mercileri ise gizlenmektedir. Zira bu düşünce mercileri bir asırdır gerçeklerden uzaktır
Kaynak: Zaman