Türkiye ile AB arasındaki müzakerelerin özde değil de şeklen sürmesi aslında hem AB'nin hem de AKP iktidarının işine geliyor; bunu kabul etmek lazım.
AB'nin işine geliyor, çünkü "Türkiye sorunu"nu nasıl çözebileceklerine dair ortak bir siyasi irade oluşturmaktan uzaktalar... O an gelene kadar zaman geçirmeyi yeğliyorlar.
AB ciddi bir kriz içinde... Halk ile AB kurumları arasında ciddi bir kopukluk söz konusu. Lizbon Antlaşması'nın İrlanda tarafından reddi AB'yi derin bir kurumsal krizin içine soktu. Savunma ve güvenlik alanlarında da AB, cüssesinden beklenen rolü oynayamıyor. AB'nin hem askeri gücü, hem de ortak dış politika oluşturma iradesi zayıf.
Bu olumsuz şartlarda bir de Türkiye'nin üyeliğine karşı güçlü biçimde direnen bir Avrupa kamuoyu gerçeği varken, AB'deki Türkiye'ye yönelik isteksizliğin nedenlerini anlayabiliriz. Tabii ki anlayış göstermek, hak verdiğimiz anlamına gelmiyor.
Müzakerelerin şeklen sürmesi AKP iktidarının da işine geliyor; çünkü onlar için Türkiye'nin AB üyeliği gündemlerinde zaten ideolojik ve politik bir öncelik taşımıyor. AB'nin Türkiye'ye "ucu açık müzakere perspektifi" sunmuş olmasını, AKP iktidarının dişe dokunur bir reform yapmamak için sonuna kadar sömürmesinin ardında AB konusundaki niyetsizliği yatmaktadır.
Ancak, yeni bir ivme kazandırılmazsa, müzakereler bir noktada şeklen de olsa sürdürülemez hale gelebilir. 2009'da Kıbrıs sorununa bir çözüm bulunsa ve bu nedenle askıya alınmış olan başlıklarda müzakerelere geçilse dahi, bu dosyaların ilerletilmesi için de tarafların ortak bir siyasi irade sergilemeleri gerekiyor ki, şu an zaten en büyük eksik de budur.
Fransa'nın beş başlıktaki vetosunu da unutmayalım.
Tıkanıklık nasıl aşılır?
Türkiye'nin AB perspektifindeki tıkanıklığı aşmak için dönemin realitelerini gözeterek biçimlendirilmiş yeni fikir ve öneriler ortaya atılıyor.
Ekonomi ve Dış Politika Araştırmalar Merkezi'nin (EDAM) Bodrum'daki Kempinski Hotel'de düzenlediği iki günlük yuvarlak masa toplantısına katılan, yerli ve yabancı diplomat, düşünce kuruluşu, uluslararası örgüt ve akademya mensubu, politikacı ve gazeteci toplam 45 kişinin tartıştığı konular arasında bu yeni fikirler de vardı.
AB, Ortadoğu ve küresel kriz konularının ele alındığı toplantının yüksek düzeyi hakkında fikir vermek için katılımcılar arasından Dünya Ticaret Örgütü (WTO) Başkanı Pascal Lamy, BM Kalkınma Programı Direktörü Kemal Derviş ve AB Güvenlik Araştırmaları Enstitüsü Başkanı Alvaro de Vasconselos'un isimlerini zikretmekle yetiniyorum.
'Kademeli üyelik'
"Türkiye'yi AB'ye toptan sokmak çok fazla zaman alacaksa ve AB'nin koca ülkeyi bir anda sindirmesi zor olacaksa, Türkiye'yi AB'ye aşamalar halinde sokalım ve bunu yapmaya en mümkün ve en işlevsel olan alanlardan başlayalım"... Toplantıda tartışılan "kademeli üyelik" formülünü bu şekilde basitleştirebilirim.
Türkiye ve AB arasındaki, her iki tarafın da istekli gözüktüğü somut işbirliği alanlarından birinin enerji, diğerinin de savunma ve güvenlik boyutu olduğunu göz önüne alalım... Formül, örneğin savunma ve güvenlik boyutunda şöyle işleyecek: Türkiye önce sadece güvenlik ve savunma boyutunda AB'ye girecek ve bu politikaların belirlenmesi ve uygulanması ile sınırlı kalmak koşuluyla bir tam üyenin bütün yetkilerine sahip olacak...
Kademeli üyeliğin imtiyazlı ortaklıkla karıştırılmaması gerektiği toplantıda özellikle vurgulandı. İmtiyazlı ortaklık, tam üyeliğin yerine geçiyor; kademeli üyelik ise tam üyelik yolunda bir ara aşama sadece.
Kademeli üyelik AB sürecini canlı tutmak için ortaya atılmış bir fikir ve çok tartışılmaya muhtaç... AB'nin hukuki yapısı kademeli üyeliğe geçit vermiyor. Ama unutmamak lazım ki, bütün dönüşümler önce fikir düzeyinde başlar.
Kaynak: Milliyet