Geçen hafta Kıbrıs hakkında bir tartışmada moderatörlük yapmak üzere Hollanda'ya gittim.
İki konuşmacıdan biri, Berlin merkezli düşünce kuruluşu SWP'den tanınmış Türkiye uzmanı Heinz Kramer, diğeri ise Kıbrıs Üniversitesi'nde çalışan ve adanın bütününde güvenilen ve saygı duyulan birkaç Kıbrıslı Türk'ten biri olan Niyazi Kızılyürek'ti. Tartışma, Türkiye'nin değişen dış politikasına dair 'İyi Bir Komşu' adlı konferans dizisinin parçasıydı. Konferans dizisi, ekimde Türkiye Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu tarafından başlatıldı. Son noktayı ise Bilgi Üniversitesi'nden Soli Özel koyacak. Toplantıları Hollanda'daki Türkiye Enstitüsü organize ediyor (www.turkije-instituut.nl).
Enstitünün adını ilk kez duyan insanların çoğu şaşırıyor ve bunun ya Türk büyükelçiliğine
ya da Hollanda üniversitelerinden birine bağlı bir tür resmi organizasyon olduğunu düşünüyor. İkisi de değil. Türkiye Enstitüsü, 2007 güzünde küçük bir grup heyecanlı insan tarafından kurulan tümüyle bağımsız bir organizasyon. Hedef genel kamuoyuna Türkiye hakkında objektif bilgi sağlamaktı; kurucuların dayanak noktası, Hollanda'da Türkiye'ye dair üretilen bilginin ve haberlerin bazen eksik kaldığı ve çağdaş Türkiye'nin çeşitliliği ve dinamiklerine yönelik daha iyi bir kavrayış gerektiği kanaatiydi.
Birçok genç Hollandalı arasında Almanya'ya yönelik var olan negatif algıyı kırma hedefiyle
10 yıl önce kurulan Almanya Enstitüsü örnek alındı. Kuruluşundan bu yana Almanya Enstitüsü, Almanya ve Almanların Hollanda'daki genç nesiller tarafından görülme şeklini etkilemek açısından son derece başarılı oldu. Gençler artık, anne-babalarının ve büyükanne-büyükbabalarının İkinci Dünya Savaşı'nda Hollanda'nın Almanya tarafından işgal edilmesine dayanan eski yaklaşımlarını taklit etmiyor. Gelinen noktada modern Almanya, dehşetli bir geçmişten çıkmış olan ve dünün değil bugünün performansıyla değerlendirilmesi gereken canlı ve açık bir toplum olarak görülüyor.
Almanya Enstitüsü'nde bu büyük algı değişiminin mimarı olan ismin, şimdi Türkiye Enstitüsü'nün de ilk direktörü olması tesadüf değil. Lily Sprangers 2007'deki kuruculardan biriydi ve o zamandan beri enstitünün itici gücü oldu. İki yıl önce mali destek ararken tanışmamımızı gayet iyi hatırlıyorum. Brüksel veya Ankara'da para bulmaya çalışmış, fakat başarılı olamamıştım. Sonunda Türkiye'de ticari çıkarları olan Hollandalı şirketlerin
sağladığı parayla başlangıç yapıldı. Onların dayanak noktası da, kendi ülkelerinin Türkiye'deki sosyo-ekonomik gelişmeler ve bu ülkenin sunacağı ekonomik imkânlar hakkında daha fazlasını bilmesi gerektiği kanaatiydi.
Fakat Türkiye Enstitüsü halkla ilişkiler kuruluşu da değil. İlk yılda toplantılar başörtüsü gibi tartışmalı meseleler hakkında düzenlendi ve toplantılara Türkiye'nin AB üyeliğine sert eleştiriler yönelten konuşmacılar katıldı. Bütün bu girişimlerin hedefi, zaten ikna olmuşlara vaaz vermek değil, daha genel bir alıcı kitlenin Türkiye dahilinde süren bütün tartışmalar hakkındaki farkındalığını artırmak. Laiklik hakkında, kadınların rolü hakkında, eğitim hakkında. Sonuç olarak enstitünün, tartışmaları veya sorunları açık etmekten pek hazzetmeyen Türk devleti temsilcileriyle arası her zaman iyi değil.
Türkiye Enstitüsü şu meşhur 'eleştirel destek' kavramının bir örneği. Sadece parlak yönleri göstermenin Avrupa'daki Türkiye tartışmasına faydası dokunmuyor. Türkiye'nin gerçek dostları, daha iyi anlamak ve mümkünse bu sorunların çözümüne yardımcı olmak için çetrefilli meseleleri de gündeme getiriyor. Keşke Avrupa'da daha fazla Türkiye Enstitüsü olsaydı.
Kaynak: Radikal