Türkiye halihazırda boyutları ve sahası geniş coğrafik bir eklem içinde bulunuyor. Balkanlar'da bir ayağı var, Ortadoğu bölgesinde diğer ayağı ve Orta Asya bölgesinde ise kolu.
Asya ile Avrupa arasında dağılmış durumda. Afrika'dan da uzak değil. Geçmişte büyük iki imparatorluk kurmuş iki ülke kendisine komşu: Rusya ve İran. Kader, geçmişte İstanbul Boğazı'nın nakliyat, ticaret ve enerji hatları için önemli denizler olmuş iki denizin arasını birbirine bağlamasını istedi. Bütün bunlardan da önemlisi Türkiye'nin laik ile İslamcı, Sünni ile Alevi, Arap ile Kürt arasında düğümlü bir demografisi var. Bütün bu çevreler ve taraflar kapsamında rol oynaması gerekmekte. İş bu noktada da durmuyor. Türkiye geçmişin mirasını ve bağını taşıyor. Zira Türkiye yeryüzünün katliamlarıyla yatıştı ve her defasında kendisinden bu bedeli ödemesi ve Avrupa Birliği üyeliği kapılarında olsa bile bu katliamı tanıması isteniyor.
İşte Türkiye'deki karar alma organının karşılaştığı sorunlar ve paradokslar bunlar. Atatürk'le birlikte konu netleşti ve geminin kaptanı Batı ve ABD yönünde açılmaya karar verdi. Türkiye, Atlantik paktı NATO üyesi oldu. Bu coğrafyanın kıyılarında bulunmamış olsa bile... İslam ülkesinin kalbinde İsrail'in iki konsolosluğu açıldı. Atatürk'ten sonra Türkiye, Bağdat Paktı'ndan Avrupa'yla gümrük anlaşmasına, Birleşik Almanya ile ilişkileri derinleştirmesine ve güçlendirmesine kadar Batı'yla koalisyonlara girdi. Bütün sorunlarından ve çözümsüzlüklerinden uzak durarak Ortadoğu'yu terk etti. Fakat bugün Türk dış politikasını belirleyenler gerçek bir trajediyle yüzleşiyorlar. Zira Ankara'nın âşık olduğu ve tek taraflı sevdiği Batı, AB'ye üyeliğini reddediyor. Türkiye'nin üyeliğine muhalefet ise NATO'nun halis muhlis evlatlarından biri olan Sarkozy'den geldi. Üstelik Ankara'nın bu yaşlı kıta için sunduğu bütün ödünlere rağmen...
Kendisine, paktlarına ve savunma politikalarına bağlandığı ABD bağlamında ise Ankara, kendi çıkarlarından başka hiçbir şey görmeyen dar görüşlü kör bir Amerikalı dik kafalılık karşısında buluyor kendisini. Türkiye'nin bölgedeki birinci ekonomik müttefiki Irak'a saldırıyor ve sınırlarında bir Kürt oluşumunun kurulmasını teşvik ediyor. Oysa bu konunun Türkler nezdinde ne kadar hassas olduğunu biliyor. Fakat bazı zamanlar isyancı yeniçeri zihniyetiyle hükmeden Ankara, Washington'daki hocasına isyan etti ve Suriye Devlet Başkanı Beşar Esed'i topraklarında karşıladı, kendisi ile İsrail arasında arabuluculuk rolünü kabul etti. Şu an Türkiye'de ülkeyi Ortadoğu ve Müslüman Asya atmosferine götürme eğiliminde siyasi bir ekol var. Ankara, Ortadoğu ülkeleri ve Suriye ile İsrail arasındaki gerginliği düşürmeye, Tahran ile dış dünya arasındaki gerginliğinin dozunu hafifletmeye çalışıyor.
Türkiye ne kadar kendi derisinden ve geçmişinden sıyrılsa da siyasi coğrafyasını ve coğrafik komşularını ortadan kaldıramaz. Zira İran gazına, Rus ve Irak petrolüne, Körfez ülkelerinin yatırımlarına muhtaç. Orta Asya ülkeleriyle bir demografisi ve coğrafyası var. Keza Balkan ülkeleriyle de öyle. Bu durum onu bu coğrafyadaki rolünü yerine getirmekten alıkoyamaz kesinlikle. Türkiye'nin özelliği, coğrafik konumunun, iyi şekilde kullanıldığı takdirde kendisine birçok halkada rol oynamasına izin vermesidir. Türkiye'nin gelişim derecesi ise ticari ve ekonomik bağlamda önemli aktör olmasındadır. Ayrıca enerji boru hattı üzerinde bulunması kendisine güç, Avrupa'nın hakaretlerine karşı çıkma ısrarını ve başka siyasi coğrafyanın atmosferlerine eğilmeyi bahşetmektedir.
Kaynak: Zaman