Türkiye doğru dengeyi bulacak

Türkiye'de yeni ve girişimci bir orta sınıfla birleşen kültürel İslamcılık, laik yapıya meydan okuyor.

Bu rekabet din, laiklik, milliyetçilik, demokrasi, vatandaşlık hakları, etnik çoğulculuk ve ordunun rolü arasında tarihi ve meşru bir denge yaratarak dünyaya önemli dersler verecek

Halihazırda Türkiye'de yaşanan çalkantılı gelişmelerin, ülke ve Ortadoğu üzerindeki etkileri bakımından tarihi önemi haiz. Ancak İslamcılıkla laiklik arasındaki görünürdeki savaştan çok daha fazlası söz konusu.

Yeni cumhurbaşkanının seçimiyle ilgili, iktidardaki ılımlı İslamcı AKP'yle büyük ölçüde silahlı kuvvetlerin desteklediği laik muhalefeti karşı karşıya getiren anayasal mücadele, Türkiye'nin hiçbir zaman tek bir devlet kimliği altında tam anlamıyla uyumlu hale getiremediği yedi farklı fenomeni dengeleme yönündeki daimi tarihsel çabasında mühim bir merhale.

Bu yedi fenomeni şöyle sıralayabiliriz: İslam, Türk milliyetçiliği, siyasi laiklik, demokratik yönetim, vatandaşlık hakları, etnik çeşitliliğe sahip bir toplumda çoğulculuk ve ordunun sayılan bu altı unsurla ilgili rolü.

Modernliği kucaklamakta inatçı Türkiye Ortadoğu'da vatandaşların kendi ulusal değerlerini, ideolojisini, yönetim sistemini ve siyasi ittifaklarını tarif etme şansına sahip olduğu yegâne ülke.

Üstelik bu yeni bir şey de değil. Türkiye kronik bir tarihe sahip, zira reformcu Osmanlı padişahı 2. Mahmut'un 200 yıl önce, etkileri bugün de hissedilen önemli reformları başlatmasından bu yana uğraştığı meseleler bunlar.

Söz konusu miras laikliğe, vatandaşlar arası eşitliğe, hukukun üstünlüğünün tanınmasına, siyasi çoğulculuğa, ekonomik liberalleşmeye, küreselleşmeye,
insan hakları güvencelerine ve azınlıkların kültürel ve etnik haklarına yönelik adımları olduğu kadar, ordunun bu ulusal ve siyasi evrim sürecini istikrara kavuşturmayı veya askıya almayı amaçlayan sürekli müdahalelerini de içeriyor.

Bir asır veya daha uzun süre önce benzer reformları hayata geçirmeye kalkışan Mısır, İran, Suriye gibi Ortadoğu ve İslam toplumları başarısız ve şu an için güçlü adamların ve güvenlik birimlerinin tahakkümüne teslim olmuş durumdalar.

Türkiye'yse modernliği kucaklamak konusunda inatçı davranıyor, bir yandan da bu modernliği kendi adına ve belki diğer İslam ülkeleri adına da tanımlama çabası içinde. AKP'nin mecliste üçte iki çoğunluk eşliğinde iktidara geldiği 2002 yılından bu yana birçok Türk İslami kimliklerini ve değerlerini demokratik olarak ve gurur duyarak sergiledi. Ancak

AKP bu seçimlerde genel oy oranının sadece üçte birini elde etmişti, bu yüzden de partinin aleni İslami ilkeleri vatandaşların çoğunluğunun fikrini yansıtmıyordu.

Bununla birlikte AKP'nin ekonomik, sosyal ve dış ilişkiler politikaları, ekonomik liberalleşmenin sürmesi ve istikrarlı büyüme, AB üyeliği müzakereleri ve bölgedeki Amerikan politikalarıyla arasına isabetli bir seçicilikle mesafe koymak konusundaki kararlılığı çoğunluktan destek
buluyor. Geçmişte laik partileri destekleyen birçok seçmen 2002'de AKP'ye oy verdi ve bunun nedeni İslamcılık değil, partinin siyasi ve ekonomik programıydı.

Etkisini giderek artıran yeni ve girişimci bir orta sınıfla birleşen kültürel İslamcılık, geleneksel laik yapıya aynı anda iki yönden meydan okuyor; geleneksel yapı da doğal olarak buna karşı koyuyor.

Türk siyaset bilimci ve köşe yazarı Soli Özel'in, siyasi gelişmelerin hızlı seyrinin tam ortasında bana söylediği gibi: 'AKP hükümeti bu ülkedeki iki önemli seçmen kitlesini temsil ediyor.

Dünya ekonomisiyle tam entegrasyon halinde olan yükseliş içindeki bir girişimci sınıfının çıkarlarını savunuyor; bu sınıf geçmişin cumhuriyetçi girişimci sınıfından kültürel ve sosyal bakımlardan daha muhafazakâr.

AKP aynı zamanda küreselleşmenin kaybedenlerinin çıkarlarına da hizmet ediyor; onların ihtiyaçlarını karşılıyor, onlara sınıf atlama umudu veriyor ve temel hizmetleri yerine getiriyor. Böyle yaparak dışlanmışları ülkenin sosyal ve siyasi sistemine entegre ediyor.

Bu süreçte de kaçınılmaz olarak verili yapıyı yerinden ediyor'.

AKP, İslamcılık, laiklik, demokrasi ve liberal ekonomik büyüme arasındaki ayrımın her zaman çok keskin olmadığının kanıtı. Bu yüzden de İslamcı-laik ikilemi bugün Türkiye'de yaşananları açıklamak bakımından fazla basit ve dar kaçıyor. Temel meselelerin tartışıldığı bu süreç etkileyici de.

Kuşku götürmez bir biçimde İslami bir toplum, birçok alanda ulusal bir gündem belirleme yarışını barışçı ve demokratik yollardan sürdürüyor: Sokak gösterileriyle, Meclis ve cumhurbaşkanlığı seçimleriyle, Anayasa Mahkemesi'nin kararlarıyla ve medya atışmalarıyla.

AKP orduya karşı soğukkanlı Ordunun rolü bu sürecin üzerinde, aynı İstanbul semalarına hâkim olan yüzlerce minare gibi geziniyor; bazen tetikte, bazen nevi şahsına münhasır, bazen de tahakkümcü, fakat neticede ordu da zengin ve birçok farklı güç merkezinin ve kimliğin bir arada bulunduğu bu manzarada sadece bir unsuru teşkil ediyor. 10 gün önce Genelkurmay Başkanlığı 'laikliğin kesin savunucusu olarak Türkiye'nin temel değerlerini korumak için harekete geçeceğini ve gerektiğinde bu konudaki tavrını açıkça ortaya koyacağını' ilan eden bir bildiriyi internet sitesinden yayımladığında, Türk vatandaşları ve siyasi sistemi dikkat çekici bir soğukkanlılıkla, hatta doğrulukla tepki verdi.

Kadroları itibarıyla internete aynı ölçüde hâkim ve aynı ölçüde kararlı olan AKP hükümeti bu bildiriye, generallere sivil kontrol altındaki çalışanlar olduklarını ve demokratik politikada rol oynamamaları gerektiğini hatırlatarak cevap verdi. Saray darbeleri yerine e-postaların düellosu, modern Ortadoğu'da siyasi gücün kullanımı ve ulusal kimliğin tarifi konularında Türkiye'nin en son katkısı.

Türkiye'de yaşanan bu rekabet, ilerleyen süreçte din, laiklik, milliyetçilik, demokrasi, vatandaşlık hakları, etnik çoğulculuk ve ordunun rolü gibi meseler arasında tarihi ve meşru bir yeni denge yaratarak,

Avrupa ve Ortadoğu'ya önemli dersler verecek