Türkiye"de işler, yeni cumhurbaşkanının seçimiyle bağlantılı sıcak bir atmosfer içinde, tarihi bir yol ayrımına doğru gidiyor.
İslâmî köklere sahip muhafazakâr Adalet ve Kalkınma Partisi, uzun bir bekleyişten sonra, cumhurbaşkanlığına, partinin lider kadrosunda yer alan ve halen Dışişleri Bakanlığı görevini yürüten Abdullah Gül"ü aday gösterdi.
Bu, birçok sebepten dolayı beklenen bir karardı. Bu sebeplerin en önemlisi şudur: Eğer Adalet ve Kalkınma Partisi, kendi adayını göstermeyip cumhurbaşkanlığı yarışından çekilseydi, siyasi bir zaaf sergilemiş ve küçük düşmüş olacaktı.
Çünkü muhtelif laik güçler, Adalet ve Kalkınma Partisi üzerinde, cumhurbaşkanlığı yarışına girmemesi konusunda baskı oluşturmuşlardı. Bu güçlere göre, böylece, başbakanlığı elinde bulunduran Adalet ve Kalkınma Partisi ile kendisini, Türkiye devletinin temelini oluşturan laikliğin koruyucusu kabul eden ordu yönetimine ek olarak- cumhurbaşkanlığını da elinde bulunduran laik kesim arasında siyasi bir denge sağlanmış olacaktır.
Esas meydan okuma Başbakan Recep Tayyip Erdoğan üzerinde yoğunlaşmıştı. Ancak Erdoğan akıllıca hareket etti. Partisinin siyasi saygınlığını korumak ve aynı zamanda tansiyonu da düşürmek için kendisini aday göstermedi ve Gül"ü yarışa soktu.
Ancak bu, laik Türklerin ve ordunun, durumu kabullenmeye ikna olmalarına yetmedi ve laik partilerin tamamı, Parlamento"daki cumhurbaşkanlığı oylamasının yapılacağı oturuma katılmadılar. Dolayısıyla Gül, seçilmek için gerekli olan üçte ikilik oy oranını elde edemedi. Bu yüzden Parlamento"da iki oturum daha yapılacak, ancak üçüncü oturumda, üçte ikilik çoğunluk hazır olmasa bile Gül"ün seçilmesi mümkün olabilecektir.
Anayasa Mahkemesi, bir partinin başvurusu üzerine, yarın birinci oylamanın geçerli olup olmadığı meselesini inceleyecek. Ancak son derece önemli bir husus, Türk Silahlı Kuvvetleri"nin yaptığı beklenmedik açıklama oldu. Bu açıklamada, cumhurbaşkanlığı konusu açık bir şekilde zikredilmeden, Türkiye"deki laiklerin karşı karşıya bulunduğu tehdit dile getirildi. Hükümet, devlet içinde İslâmi görüntülerin yükselişine göz yummak ve bunlara gerektiği gibi karşı koymamakla itham edildi. Sonra da, şartlar gerektirdiğinde ordu müdahaleye mecbur kalır şeklindeki gizli tehdit dile getirildi.
Askeriye, halka, halkın tercihlerine, seçilmiş hükümete ve hükümetin icraatlarına vasilik yapmak gibi son derece garip bir görüntü ortaya koyuyor. Sanki devlet idaresinde, hakkın ve batılın referansı kendisidir.
Ancak modern Türkiye"deki süreçte, dört muhafazakâr hükümeti deviren, bakanları ve başbakanları idama mahkum eden, bunların bazılarını idam edip diğerlerinin cezasını hapse çeviren askeriyenin, böyle bir tavır sergilemesi anlaşılabiliyor. Ne var ki, açıklaması uzun sürecek iç ve uluslararası durumlar dikkate alındığında, askeriyenin sergilediği bu son tavrı anlamak geçmiştekiler kadar kolay değildir.
Gelen haberler, ortamı sakinleştirmek için, Erdoğan"ın komutanlarla telefon görüşmesi yaptığını bildiriyor. Ancak ordunun açıklamasını reddeden Bakanlar Kurulu"nun yaptığı açıklama oldukça keskin ve sertti. Bu açıklamada tam olarak şöyle deniyor: Türkiye"nin problemleri hukuk çerçevesinde çözülecektir; başka bir yol yoktur
Genelkurmay Başkanı görev ve yetkilerinden dolayı Başbakana karşı sorumludur.
Yaşanan kriz, Avrupa Birliği ve Amerika Birleşik Devletleri tarafından, hukuka ve demokrasiye saygı gösterilmesine çağıran, açıklamalar yapılmasına sebep oldu.
Avrupa Birliği"nin yaptığı açıklamada, bu durumun, Türk ordusunun, demokrasiye ve bizzat laikliğin kendisine gösterdiği saygı konusunda belirleyici bir sınav olacağı ifade edildi.
Türk modernliği, bütün bölge için son derece önemlidir. Çünkü Türkiye"nin deneyimi, Arap dünyasındaki siyasi problemlere en yakın olan deneyimdir. Özellikle de, anayasal siyasi proje içinde yer alıp, demokrasinin gereklerine uyum sağlayan, toplumsal İslâm"ı gerçekleştiren, genel özgürlükleri koruyan ve hukuk devletini ikame eden İslâmî hareketleri ve muhafazakâr akımları kapsaması yönünden.
Dolayısıyla Türkiye deneyimindeki herhangi bir yıkım, bölgedeki İslâmî durum ve siyasi sistem arasındaki çatışmanın, istikrar ve barış ümidi olmaksızın, zamanı belirsiz bir vakte kadar ve bilinmeyen bir istikamete doğru yol almaya devam edeceği ve bölgenin siyasi geleceğinin, beklenmeyen gelişmelere her zaman açık olacağı anlamına geliyor. Yine buna bağlı olarak, bölgenin, demokratik olmayan rejimlerin gölgesinde ve her an siyasi şiddetin patlayacağı korkusu içinde kalmaya devam edeceği anlamına geliyor.
Bu durumda, kalkınma projeleri başarısız olacak, uluslararası kutuplaşma operasyonları ile sivil toplum güçlerinin zayıflaması ölçüsünde- siyasi sistemler ve muhalifleri zayıflatılacak ve içerdekilerin meşru emelleri, hedefleri ve çıkarları ile dışarıdakilerin şüpheli emelleri birbirine karışacaktır.
Türkiye deneyimi son derece önemlidir. Bu yüzden ülkelerimizdeki genel durumla ilgilenenlerin, bu deneyimi çok daha ciddi bir şekilde gözlemlemeleri gerekir.
Bu makale Halil Kendir tarafından Dünya Bülteni için tercüme edilmiştir.