Onlarca yıldır laik Türk Cumhuriyeti’nin savunucusu olarak bilinen Türk askeri seçkinleri bu hafta Başbakan Recep Tayyip Erdoğan tarafından mat edilmiş buldular kendilerini. Ordunun siyasi talimatlar verdiği, darbeler yaptığı - 1960, 1971 ve 1980 – ve Başbakan Necmettin Erbakan’ı istifaya zorladığı günler geride kaldı. Bugünün Türkiyesi’nde, ister hükümetten isterse muhalefetten olsun, ordunun siyasete müdahalesini yahut ordu seçkinlerinin eğitim kurumlarında ve kamu görevlerinde başörtüsü giymeyi tercih eden dindar kadınlara ayrımcılık uygulayan radikal laikliğini pek az sayıda insan destekleyecektir.
Erdoğan, Türk ordusunun nüfuzunu 2003’ten beri yontmaktaysa da bu hafta onun için büyük bir zaferi imlemiştir. Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner ve diğer kuvvet komutanları istifalarını sunarak havlu attılar. Koşaner, bu istifa hamlesini 2003’te hükümeti devirme planı yapmakla suçlanan (akla yatkın görünen suçlamalardır) subaylara karşı yeni bir tutuklama dalgasını protesto olarak tanımladı. Ancak yıllık terfilerde son sözün artık Erdoğan’da olmasıyla birlikte, ki bu hafta gerçekleşen bir süreçtir, bu istifalar, ordunun sivil siyasi sisteme tastamam ikincil geldiğini telkin etmektedir. Basitçe söylenecek olursa, mutfak üst düzey askerler için fazla sıcak olduğundan dolayı dışarı çıkmayı yeğlemiş görünüyorlar.
Erdoğan için zamanlama bundan daha iyi olamazdı. Haziran’da yapılan genel seçimlerde yeniden seçilmiş, partisi yaklaşık yüzde 50 oy toplanmıştı. Şimdiki başlıca gündemi, 1982’de ordunun yazdırdığı modası geçmiş eski anayasa yerine yeni bir liberal anayasa hazırlamaktır. Yeni anaysa, Türkiye’yi nihayet gerçek bir demokrasi yoluna koyacak ve sırf geçen hafta 20 askerin hayatına mâl olan Kürt sorununu nihayet çözecektir. Bu sorunun askeri güçle çözülmeye çalışıldığı onlarca yıldan sonra açıktır ki Türkiye’nin güneydoğusundaki bölgelere sükûneti ancak siyasi bir çözüm getirebilir.
Şüphe yok ki Erdoğan Türkiye’yi en dinamik ekonomik dönemlerinden birine ulaştırmıştır. Son dört yıl zarfında sadece subayların değil çeşitli gazetecilerin ve akademisyenlerin darbe tezgâhına karışma şüphesiyle gözaltına alınmaları ve tutuklanmalarından sonra yakın gelecekte adil ve şeffaf bir yargılamanın yapılması hatta mahkeme kararıyla bazı zanlıların serbest bırakılması esastır. Böyle bir hamle, muhalefet üyelerinin bu tutuklamaların AK Parti’nin muhalefeti susturma teşebbüsünden başka hiçbir şey olmadığı iddialarına da bir son verecektir.
AK Parti, Türkiye’yi daha muhafazakâr kılma arayışında olduğunu inkâr etmiyor. Fakat muhafazakâr bir gündemden devlet destekli dini cebre uzun bir yol vardır. Aslında, alkol ve mütedeyyinliğin kamusal alanda gösterilmesini bir yana koyacak olursak, askeri seçkinler ve onların radikal laikliğini destekleyenler daha az muhafazakâr değildir. Üstelik eşcinsel haklarından Ermeni Soykırımına değin daha önce tabu olan bazı meseleler Erdoğan döneminde artık serbestçe tartışılır olmuştur.
Bölgesel olarak, dinç, artık askerin elinde olmayan demokratik bir Türkiye Arap dünyasına gerçek bir model sunabilir zira askeri seçkinlerin demokratik sistemin ortaya çıkışının önüne nasıl taş koyduklarını Arap ülkelerinden daha iyi kim bilebilir? Türk modeli, çatışan dünyagörüşlerine rağmen, İslamî hiziplerin liberal ve laik gruplarla nasıl birlikte var olabileceğinin modelini de sunmaktadır.
Türk askerinin [siyasi sahnedeki] çöküşünün en büyük mağduru Türk-İsrail ilişkileri olabilir zira İsrail, Türkiye ile bağlarına güven duymanın sınırlarını son yıllarda görmüştür. İsrail, Türk tanklarını ve jetlerini yenilemekten ekonomik fayda etmesine rağmen bu dostluk, Türkiye’de 1998 yılında yaşanan deprem İsrail yanlısı hissiyat dalgasına yol açmışsa da sivil topluma asla nüfuz etmemişti. Dolayısıyla, Türk ordusu ve hükümet arasındaki ilişkiler kötüleşirken, İsrail ve Türk hükümeti arasındaki ilişkiler de kötüleşti. Türkiye, katı bir ideolojiye sahip bir ülkenin ulusal bir kimliği korurken çok kültürlü bir topluma nasıl dönüşeceği hakkında bir örnek olarak da hizmet görebilir İsrail için. Türkiye, radikal Atatürkçülükten koparken, görünen o ki İsrail Siyonizm’in radikal yorumlarından ayrılmamaya çalışıyor – hatta ki gerekirse gemiyle birlikte batmaya hazırlanıyor.
Ancak bu haftanın olayları, Türkiye’nin bölgede ilk ve tek gerçek demokrasi olma yolunda olduğunu göstermektedir bilhassa. Şüphe yok, yanlışlıkla hem Türkiye’ye hem de İsrail’e verilmiş bir ünvandır bu. Komşularıyla kıyaslandıklarında, iki devletin nisbî demokrasiye sahip oldukları hakkında tartışma yoktur fakat aşırı şiddet kullanımıyla mümkündü bu: Türk devleti, Kürt meselesi bakımından; İsrail ise Filistin topraklarını işgal ve Filistinlilerin temel haklarını inkâr bakımından.
Çıkardıkları tüm işin boş yere olmadığını garantiye almak ve dini, etnik veya cinsiyet kimliği her ne olursa olsun tüm vatandaşları için Türkiye’yi daha âdil ve demokratik geleceğe taşımak Erdoğan ve hükümetine kalmıştır. Liberal bir Türk devleti toplumda marjinalleştirilmiş gruplara daha büyük hoşgörü imkânı sağlamakla kalmayıp Ortadoğu için de işaret fişeği olarak da hizmet edebilecektir.
Kaynak: Ha’aretz
Dünya Bülteni için çeviren: Ertuğrul Aydın