Türkiye Avrupa kamuoyunu hâlâ kazanabilir

Türkiye bu yaz 'belirsiz' bir yıldönümünü kutladı: Ülke AB üyeliğine, daha doğrusu o zamanki adıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu'na bundan tam 50 yıl önce başvurmuştu.

Geçen yarım yüzyılın ardından Türkiye hâlâ kabul edilmeyi bekliyor. O 50 yıl sırasında birliğe başka ülkeler katıldı, bir zamanların altı ülkelik Avrupa kulübü 27 üyeye genişledi. Fakat en iyimser senaryoda bile, Türkiye'nin en az bir 10 yıl daha üye olması zor. Türkiye'nin liderleri ne kadar uzun sürerse sürsün bu taleplerine bağlı olduklarını söylüyor.

Fakat üst düzey Avrupalılardan oluşan Bağımsız Türkiye Komisyonu'nun raporuna göre sabır yeterli olmayabilir. Bbazı Avrupalı liderlerin Türkiye'nin üyeliğine dair korkuları beslediğini belirten raporda şöyle deniliyor: "AB-Türkiye sürecine yönelik saldırılar göç, istihdamla ilgili endişeler, İslam korkusu ve AB konusundaki genel memnuniyetsizliğe yönelik halk çapındaki endişelerin 'temsilcisi' haline geldi. Bazı Avrupalı liderlerin olumsuz açıklamaları... ve müzake-relerin önüne konulan engeller süreci rayından çıkardı."

İsimleri telaffuz edilmese de raporun, Türkiye'nin AB'ye katılmasına hiçbir zaman izin verilemeyeceğini söyleyen Fransa Cumhurbaşkanı Nicolas Sarkozy ve Almanya Başbakanı Angela Merkel'i hedef aldığı açık. Bu liderlerin ikisi de, AB'nin 2004'te oybirliğiyle Türkiye'yle katılım müzakerelerine başlama kararı almasından sonra iktidara geldi. Fakat Merkel ve Sarkozy Türkiye konusunda AB'ye tam üyelik yerine 'imtiyazlı ortaklık'tan söz ediyorlar.

Türkler de bu düşmanlığın farkında. Türkiye'de AB üyeliğine verilen destek 2004'te yüzde 70 oranındayken, geçen yılın sonunda yüzde 42'ye düştü. Rapora göre, dışlanmışlık hissi Türk reformcuların moralini bozarak reform sürecinde 'üzücü bir yavaşlama'ya yol açtı. Bu da karşılığında, reform yapılmamasının Türkiye'nin üyeliğe layık olmadığını gösterdiğini savunan Avrupalı şüphecilere yaradı. Bu, Türkiye'deki reformları tehlikeye atan ve AB'nin bölgedeki çıkarlarına zarar veren bir kısır döngü.

Çıkmazın sorumluluğunun bir kısmını da Türkiye'nin bizzat kendisi üstlenmeli. AKP'nin iktidara geldiğinden beri orduyla itişip kakışması darbe korkularını artırdı. Başbakan Tayyip Erdoğan da ocakta Brüksel'de yaptığı bir konuşmada bu krizin AB'yle müzakereleri ertelediğini itiraf etmişti. Diğer yandan, Avrupa ufku giderek kapanırken Türkiye Ortadoğu'da ilişkiler inşa ediyor, Ülke Orta Asya'dan Avrupa'ya giden doğalgazın transit rotalarından biri. Ve Suriye, Irak ve hatta İran'la ittifaklar kurmuş durumda. Türkiye'yi, Ortadoğu'daki nüfuzunu artırmaya çalışan AB için daha da değerli hale getirecek girişimler tam da bunlar. Bağımsız Komisyon raporu da herşeyden çok, AB'yi Türkiye'nin üyeliğine yönelik dürüst bir tahhahüdü tekrar ortaya koymaya teşvik ediyor.

Fakat bunun önündeki en büyük engel kamuoyu. Geçen yıl bir anket Avrupalıların sadece yüzde 31'inin Türkiye'nin üyeliğini desteklediğini ortaya koyarken, adayların bu üyeliği veto etme vaadinde bulunduğu Avrupa Parlamentosu seçimlerinde de, Türkiye'nin popüler bir kum torbası olduğu görüldü. Bağımsız Komisyon raporu, AB liderlerinin halkın önyargılarını çıkarları için beslemek yerine bunlara meydan okuması gerektiğini söylüyor.

Kamuoyu görüşünün nasıl değişeceğine örnek olarak da şu istatistiği kullanıyor: 1954'de Fransızların yüzde 51'i Almanlar hakkında olumsuz fikirlere sahip olduklarını söylüyor ve sadece yüzde 29'u bir Fransız-Alman ittifakının işleyeceğine inanıyordu. Şimdi bu iki ülke, Türkiye'yle benzer bir anlaşmanın önünü birlikte tıkıyor. (8 Eylül 2009)

Kaynak: Radikal