Küçük olaylar büyük bir resme ışık tutabiliyor. Birkaç hafta önce Türkiye Cumhurbaşkanı Abdullah Gül Paris'te Osmanlı hazineleri sergisini açtı. Sergi, Türkiye'nin zengin mirasını tanıtma çabasının en önemli etkinliğiydi. Gül'e Nicolas Sarkozy de katıldı. Fransa cumhurbaşkanı geldiğinde sakız çiğniyordu.
Bu hikâyeyi İstanbul'a yaptığım ziyaret sırasında bana anlattılar. Sarkozy'nin sakız çiğnemesi, Türkiye'nin Avrupa hedeflerine karşı Fransa'nın küçümseyici bakışının bir metaforu görevi görüyordu. İki liderin Elysee Sarayı'ndaki çalışma yemeğinin havasına da bu saygı eksikliği damgasını vurdu. Atmosfer 'kibar' diye nitelendi. Bunun ne anlama geldiğini biliriz.
İlerleme Sarkozy'yi korkuttu
Fransız yetkililer, kasıntılı Sarkozy'nin hiçbir saygısızlık niyeti olmadığını söyleyip itiraz edecektir kuşkusuz. Fransa cumhuriyetinin başkanı diplomatik nezakete dikkat etmesiyle tanınan biri olmadı hiçbir zaman. Ancak konuğunun hassasiyeti şaşırtıcı değildi. Sarkozy kendisini, Türkiye'nin AB üyeliğine damardan karşı çıkan Avrupalı liderlerin öncüsü konumuna koymuş durumda.
Türkiye'nin Ortak Pazar'a katılmak için Avrupa'nın kapısını çalmasının üzerinden yarım asır geçti. 2004'te resmi üyelik müzakerelerinin başlamasına dek bir yığın iniş çıkış yaşandı. Sorunların genellikle Türkiye'den kaynaklandığını söylemek lazım. Askeri darbeler ve siyasi baskılar, Avrupa'nın demokratik klubüne üye olma davasına pek de yardım etmedi.
O günler geride kaldı. Türkiye'nin AB üyeliğinin demokratik koşullarını yerine getirmek açısından önünde hâlâ uzun bir yol var, fakat doğru yönde büyük adımlar attığına kuşku yok. Korkulan şu: Sarkozy ve diğerlerinin ilk baştaki anlaşmayı bozmasına yol açan, Türkiye'nin kendisinden istenenleri yaptığının giderek daha görünür hale gelmesi. Sarkozy Türkiye'yi kabul etmenin birliği 'sulandıracağını' söylüyor. Asıl kast ettiği şeyse Avrupa'nın 70 milyondan fazla Müslüman'ı istememesi.
Haliyle Türkiyeli siyasetçilerin sabrı tükeniyor. AB üyeliği yerine önerilen 'imtiyazlı ortaklık'la ilgilenmiyorlar. Başbakan Tayyip Erdoğan'ın hükümeti, yüzünü doğuya çevirmeye karar vermiş durumda. Türkiye kendisini Ortadoğu'da arabu-lucu ve barış yapıcı olarak inşa ediyor. Komşularıyla sorunlu ilişkilerini düzel-tiyor. Ve Arap başkentlerinden gördüğü saygıyı, Avrupa'da maruz kaldığı aşağılanmadan çok daha cazip buluyor.
Erdoğan stratejiyi Türkiye'den Stratejik İletişim Merkezi'yle ABD'den Marshall Fonu'nun ev sahipliğinde düzenlenen yıllık İstanbul Forum toplantısında ortaya koydu. Erdoğan'a göre hükümet Avrupa yolculuğunu sürdürecekti. Fakat çaresizce yalvaran bir tutum sergileme niyetinde değildi. Bunun yerine Türkiye, Doğu'yla Batı'nın stratejik kavşağında hızla yükselen bir güç statüsüyle uyumlu bir rol benimseyecekti.
Strateji büyük bir başarıyla yürüyor. Birkaç yıl önce Türkiye, PKK'nın Kürt ayrılıkçılarına destek verdiği için Suriye sınırına on binlerce asker yığmıştı. Bugünse iki ülke sınırlarını vizesiz giriş çıkışa açtı. Irak hükümetiyle yakınlaşma ve Kürt azınlıkla uzlaşmaya varma çabaları söz konusu. Suudi Arabistan ve Körfez ülkeleriyle ticari ve ekonomik bağlar hızla gelişiyor.
Foruma katılanlardan birinin bana söylediği gibi, Türkiye paranın nerede olduğunu biliyor. Kafkaslara gelince, hükümet Ermenistan'la, biraz şans biraz çabayla bir asırlık karşılıklı düşmanlığı sona erdirebilecek olan bir anlaşma imzaladı. Rusya'yla ilişkiler canlı, Yunanistan'la istikrarlı.
Obama etkisi açık
Batı başkentlerindeki endişeleri görmezden gelen Türkiye, Hamas ve Lübnan'daki İran destekli Hizbullah'la temas halinde. Gelecek hafta Erdoğan Tahran'a gidecek, zira Türkiye İran'la Batı arasında arabulucu rolüne soyunuyor. Üst düzey Türk yetkililere bu ilişkilerden bazılarının akılcı olup olmadığını sorduğunuzda size ABD Başkanı Barack Obama'yı işaret ediyorlar. Bir yumruk yerine açık bir el önerdiğini hatırlatıyorlar. Erdoğan'ın danışmanlarından biri, Türkiye'nin bölgede böyle bir tutum alması gerektiğini söylüyor.
Madalyonun diğer tarafına bakarsak, İsrail'in Gazze işgali iki ülke arasında uzun yıllara dayanan ilişkide bir kırılmaya yol açmış durumda. Erdoğan İsrail-Filistin anlaşmasını, Türkiye'nin arka bahçesinde istikrar için vazgeçilmez görüyor. Fakat Türkiye başbakanı, İsrail hükümetinin anlaşmaya hiç niyeti olmadığını düşünüyor.
Doğuya doğru bu dönüşten herkes memnun değil. Uzun yıllar Avrupa meşalesini taşımış olanlar, Erdoğan yönetiminin İslamcı karakterini Atatürk'ün laik cumhuriyetine ciddi bir tehdit olarak görüyor. Başbakan ve bakanlarının Avrupa'nın demokratik liderlerinden ziyade bölgesel despotlarla daha rahat görünmesinden, Müslüman kimliğin Avrupalı kimliğine baskın çıkması ihtimalinden endişe duyuyorlar.
Muhaliflere göre Türkiye'nin Ortadoğu'da nüfuz inşa etmeye odaklanması ve bunun için seferber ettiği enerji, Türk devletinin demokratik ve laik karakterini güçlendirecek reformların feda edilmesini getiriyor. İfade özgürlüğü üzerindeki kısıtlamalara ve Müslüman toplumsal geleneklerin dayatılmasına dikkat çekiyorlar. Erdoğan'ın hükümeti, muhalefeti bastırma kampanyası çerçevesinde, ülkenin en büyük medya kuruluşu olan Doğan Grubu'na milyarlarca dolarlık para cezası kesmekle suçlanıyor.
Batı gücünü yitiriyor
Türkiye'nin NATO içindeki ortak-larından da huzursuz sesler yükseliyor. Ermenistan'la anlaşmada başrollerden birini oynayan ABD Dışişleri Bakanı Hillary Clinton'a göre eski düşmanlarla barış yapmak anlaşılır bir şey. Fakat hâlâ şiddete inanan bölgesel aktörlerle kucaklaşmak, Türkiye'yi duyarlı
bir iyi komşuluk politikasının dışına çıkarma tehlikesi taşıyor.
Öyle olabilir. Fakat Batı, Türkiye üzerindeki gücünü yitiriyor. ABD'nin gücüne Ortadoğu'nun her tarafında meydan okunuyor ve Avrupa olduğu gibi kalmaya niyetli görünüyor. Erdoğan Türkiye'si hâlâ Avrupa'nın parçası olmak istiyor. Ve enerjiden terörizme, uyuşturucudan göçe, ticaretten yatırıma kadar her alanda, demokratik, yüzü Batı'ya dönük bir Türkiye'nin gelişip serpilmesini sağlamak kesinlikle Avrupa'nın çıkarına. Türkiye'nin güvenliği Batı'nın güvenliği demek. Fakat Sarkozy ve benzerleri geçmişe saplanıp kalmaktan başka bir şey istemiyor. Türkiye'yse dünyayla konuşan bir ülke haline geliyor. (22 Ekim 2009)
Kaynak: Radikal