Türkiye-Avrupa Forumu (I)

Türkiye ile AB arasındaki ilişkilerin bir miktar soğuduğu, reformların ve AB ile ilgili girişimlerin yavaşladığı bir dönemden geçiyoruz. Bu durumun bir yavaşlama değil de 'gerileme' olduğunu bile düşünmek mümkün. Türkiye-AB ilişkilerinin yeniden canlandırılması gereğini düşünen, bunun Avrupa toplumları nezdinde lobi faaliyetleriyle destekleneceğine inanan girişimlerden biri ise geçen hafta gerçekleşti.

TASAM tarafından organize edilen 1.Türkiye-Avrupa Forumu ile Polonya'nın Baltık kıyısındaki Sopot şehri birçok kişiyi bir araya getiren toplantılara sahne oldu. Toplantıda çok fazla sayıda konuşmacı vardı ve uzun süren yorucu oturumlar yapıldı. Türkiye'den eski dışişleri bakanları, milletvekilleri, emekli büyük elçiler, akademisyenler ve basın mensupları katıldı. Bir ilk gerçekleştiği ve çok fazla Türk davetli olduğu için genel olarak Avrupalılarla kontak kurma yerine birbirini uzun zamandır göremeyenlerin hasret gidermesine yarayan durumlar da oldu. Bununla birlikte hem bir başlangıç olması, hem Polonya'da gerçekleşmesi hem de nelerin eksik olduğunun saptanması bakımından son derece yararlı bir girişim gerçekleşti denebilir.

Toplantının Polonya'da olması, Türkiye'nin AB üyeliğini resmi olarak destekleyen ülkelerdeki kamuoylarını 'çantada keklik' sanmamak gerektiğini ortaya koyması bakımından önemli. Ayrıca, mesela Polonya'nın ya da Romanya ve Bulgaristan'ın hatta Yunanistan'ın neden Türkiye üyeliğini desteklediklerini de anlamak gerekiyor; bu tür toplantılar buna imkan veriyor. Türkiye'nin üyeliğini destekleyen ülkelerin kendilerini AB lideri pozisyonunda görme iddia ve koşulları yok, dolayısıyla kendilerini değil içinde bulundukları AB'yi küresel lider yapma arzuları bulunuyor. Bu haliyle Türkiye'nin AB'yi küresel güç yapabilecek oyuncu olduğunu düşünüyorlar. Tüm yapısal sorunlarına ve AB için fazla gelen büyüklüklerine rağmen Türkiye'nin güç arttırıcı etkisinden dem vuruyorlar. Bu çerçevedeki en büyük ivmenin 'güvenlik' konusundan geldiği hatırlatılmalı. Eski doğu bloğu ülkelerinin hala Rusya'ya şüpheyle baktıkları ve Rusların son dönemdeki saldırgan politikalarından ürktükleri söylenebilir. Bununla birlikte bu ülkelerin Rusya'yı esas olarak AB ve ABD politikalarının yeniden 'tehdit' haline getirdiği yolunda kanaatleri de bulunuyor.

AB içindeki ağırlık merkezinin zaten çok işe yaramayan klasik merkezden yeni merkeze kaymasının ancak Türkiye ile gerçekleşeceği düşünülüyor. Her halde o yüzden bu toplantıda Alman ve Fransız görmek mümkün olmadı. Buna rağmen konu Türkiye-AB olsa da Ukraynalı, Moldovalı, Ermenistanlı konuşmacılar, Gürcü ve Azeri dinleyiciler vardı. Bu durumun iki biçimde değerlendirilmesi mümkün.

Birinci ve daha art niyetli değerlendirme, Türkiye'nin müzakere eden ülke olmasına rağmen ancak Ukrayna, Moldova ve Güney Kafkasya ülkeleriyle aynı sepette ele alındığı yönünde olabilir. Bu olasılık Türkiye'nin üye olmaktan çok 'iyi komşuluk' politikasının içine hapsedilmesine yol açabilir. Zira Ukrayna, Polonya ya da diğerleri üyelik düzleminden değil, ayrıcalıklı ortaklık kapsamından değerlendirilen ülkeler. Üstelik bu politika sadece AB genişleme krizini atlatmayı hedeflemiyor, aynı zamanda Rusya'yı daha fazla kızdırmamayı da kapsıyor.

İkinci ve iyi niyetli değerlendirme ise, Türkiye-AB ilişkilerine atfedilen önemin bir yandan ülke içindeki dönüşümlere ama öte yandan yakın çevresindeki ülkelerle kuracağı ilişkilere bağlı olduğu üzerine yapılabilir. Ukrayna, Moldova ve Kafkasya söz konusu ise ve toplantıda Romen, Bulgar katılımcılar var ise, esasen konunun Karadeniz Havzası olduğunu anlamak zor olmaz. Konu Karadeniz olduğunda da, içeriğinin Rusya ve enerji başlıklarından oluşmayacağı iddia edilemez. Gayet tabi bu iki konuda Türkiye'nin tutumu, girişimleri ve yatırımları ile diğer enerji üreten ülkelerle ilişkisi herkesi bağlayıcı sonuçlar doğurur. Bu çerçeveden bakan ve Türkiye'nin üyeliğini destekleyenler, Türkiye'nin Rusya'yı dengelemesini ve AB'nin enerji güvenliği konusunda Türkiye'nin güvence sağlamasını bekliyorlar.

Star Gazete