Türkiye Arap Baharı için model değil

Hiçbir şey Türkiye'yi yavru Arap Baharı demokrasileri için model olarak düşünmek kadar temelsiz değildir. Bu, Türkiye tarafında iyi uygulamalar olmadığından değildir. Benim görüşüme göre problemler daha çok Arap tarafında yatıyor. Yazılım (Türk teknik ustalığı), mevcut donanıma (Arap Baharı cumhuriyetleri) uymuyor. Ne kadar ve niçin? Birkaç alan dikkat gerektiriyor.

ARAP VE TÜRK İSLAMİYETİ

Arap ülkelerinde devrimlerin patlak vermesi Türkiye'ye çok iyi geldi. O, en ilgili geçiş örneği olarak aniden gün yüzüne çıktı. Yeni Arap geçiş dönemi adaylarının potansiyel olarak model alabilecekleri bir ülkeydi o. Savunucuların kafalarında sadece demokrasi yoktur. Savunucuların dikkatini çeken, tamamen "İslami" ya da AKP tarzı demokratikleşmedir. Bu iddia asla buradakinden daha hatalı olamaz.

AKP marka demokrasi "Müslüman siyaseti" gerektirir. Bunun kullanımı, "Siyasi İslam" ve "İslamiyet'in önüne geçme maksatlıdır.

Dale Eickelman ve James Piscatori meseleyi ele alıncaya kadar fark genelde hep gözden kaçırıldı. İki bilim adamı, Müslüman Siyaseti kavramıyla ilgili çalışmayı 1990'larda başlattı. Ana fikir olarak bu kavram, İslami ideallerin 1400 seneden fazla bir dönemde topluca dini kurallara eklenen geniş çaplı semboller ve entellektüel kaynakların yeniden işlenerek, ihya edilerek, seçilerek, yeniden düşünülüp yorumlanarak gerçekle nasıl bağdaştırılacağına işaret eder. Sonuç, kutsal makamların anlamı, parçalanmasına itirazlar ve karşı itirazlar ile tartışmalı bir şekilde daha iyi eğitimli Müslüman kitlelerin yorumlayıcı seslere beklenmedik erişimidir.

İslamiyet, İslam'ın şehirle ilgili olarak yeniden markalaşmasına çalışır. Genel olarak bu, İslam sembollerinin siyasi sonuçlara uygun olarak tepeden tırnağa yeniden düzenlendiği bir hareket tarafından sevk olunur: Devlet, toplum ve kültürün sistematik olarak İslamlaştırılması. Bu hareketin de iniş-çıkışları olmuştur, sürtüşme dönemleri (ulusal-laik devletle karşı karşıya gelme) ve Müslüman Kardeşler'in farklı okulları (Sudan, Ürdün, Filistin, Körfez ve Mağrip ülkelerinin, Mısır'daki "ana teşkilat"a ince ayar yapan yorumlamaları) arasındaki tartışmalar da dahil. Türk ve Arap İslamiyetleri arasındaki fark aşağıdaki gibidir: Arap İslamcılar teoriyi uygulamaya tercih etmişlerdir; Türk İslamcılar ise tam tersini yapmışlardır.

Doğrudan Türk İslamcılarına bağlanmayıp Fethullah Gülen'in eklektizmine (piyasa ekonomisine açık olmak), pragmatizmine (tedrici uyanış, dogmalara daha az vurgu yapmak, eğitim üzerinde durmak) ve maneviyatına (Sufi muhtevalı) ve milliyetçiliğine (Türk milliyetçiliği, Said Nursi'nin öğretilerinden çıkarılan mahalli bilgiler) bağlı olanları Arapların ufuk açıcı ideolojileriyle eşleştirmek zordur, ki bu ideolojiler, Mısır'daki ölen Şeyh Muhammed El Gazali (demokrasiye açık, cinsler arasında ilişkilerde eşitlik, evrensel vatandaşlık ve hukuk düzeni) gibi parlak düşünürler arasında kendisine yer bulur.

Her iki marka İslamiyet'in kökeni ve bunların neşet ettiği "atölyeler" farklıdır.

Müslüman siyaseti az ya da çok, daha önce dışarıda bırakılan kalabalıkların katılımını kolaylaştırır. Konuşma kapıları da sonuna kadar açıktır. İşte AKP'nin faydalı olduğu yer de burasıdır: İslami sembollerin uygunluk ya da faydasını belirtmek ve ispatlamak için siyasette beceriklilik oluşturmak. Ahkam kesen hiçbir dini oligark yoktur -AKP'de Hasan El Benna, Seyyid Kutup, Hasan El Turabi ya da Raşid Gannuşi'nin bir benzeri mevcut değildir. Bununla beraber, bunların safları arasında binlerce başarılı sanayici, iş adamı, müteşebbis, sanatçı, meslek sahibi ve devlet memuru vardır.

'İSLAM ŞEHRİNİ' İNŞA ETMEK

AKP tepeden tırnağa bir "İslam şehri" inşa eder gibi görünürken hayatın yatay boyutlarıyla iştigal etme suretiyle hem siyaset hem de İslam açısından beceri elde ediyor: Nasıl modern altyapı inşa edeceği, fakirliği gidereceği, fabrikaları Avrupa'dan Türkiye'ye nakledeceği ve sağlam bir iş ahlakı tesis edeceği. Arap İslamcılar için "İslam şehri" halen büyük ölçüde tutarsız olarak kalmaya devam ediyor: Elbette bu Arap Baharı bağlamında Mısır ve Tunus'ta olduğu gibi İslamcılar iktidara gelinceye kadardır.
İşte bu, toplumu yeniden tahayyül etmenin bir mahsulü, Kur'anî emirler ve hadislerle örülen bir süreçtir ve modern bir ekonominin nasıl inşa edileceğinin sancılarına ancak süklüm püklüm bağlıdır: Rekabetçi bir şekilde egemenliği korumak ve global ekonominin kıvrımlarını öğrenmede ileride olmak.

Özetlersek, Müslüman olmak ile siyasette aktif olmak arasında paralellikler oluşturmak ve farklılıkları kayıtlara geçirmek üzere üç büyük kriter vardır:

Ontoloji bakımından, AKP ve Arap İslamcıları şunu kabul ederler: Esas itibariyle İslam'dan koparılmış bir Müslüman kimliği var olamaz.

Epistemolojiye gelince: AKP için İslam şehrinin (şehirli İslam) doğrulanabilirliği, tecrübi beceride ve Batı modernitesinin katılım testlerinde tasdik bulur. Arap İslamcılar için dogma, teleoloji ve eskatoloji, içinden çıkılmaz bir şekilde, moderniteye alternatifin itirazlara yol açtığı "İslam şehrinin" bazı fikirlerinin araştırılmasına bağlıdır.
Metodolojik olarak, AKP pragmatik bir şekilde, kaliteye yönelik arayışlara öncelik vererek nicelik olarak İslam'ın sembollerini yasalaştırır. Zira Arap İslamcılar hakikatin nitelikli arayıcılarıdırlar, bunlar için nicelik ikinci sırada gelir. Daha sonra ödemonyayı (mutluluk) gözardı ediyorsa maddi başarının bir anlamı yoktur.

ARAP VE TÜRK LAİKLİKLERİ: DEMOKRASİYE GİDEN YOL

Araplarla eşdeğeri olmaksızın Türkiye'nin bu konuda farkı vardır. Kemal Atatürk zamanından bu yana Türkiye'de laiklik sürekli çalışmalar başlattı. Bu çalışmalarla kutuplaşmalar birlik içinde ayrılık dinamikleri, sistemde çoğunluğu sağlayan muhalifler oluşturdu ve sonunda demokratikleşme yoluna girildi.

Arap laiklikleri tutarsızdı, her türlü muhalefeti tamamen reddediyordu. Sosyalizm devlet politikasıyken piyasa ekonomisi ya da liberal politikaların savunucuları devletin düşmanları olarak görüldüler. Zaman değişince ve devletlerin siyasi zihniyetlerinde açık kapıya doğru bir evrim başlayınca siyasi alanın solunda söylemler, erdemler ve ideolojiler yeni marjinal noktalar oldu. Genelde "sol" ve "sağın" aşırılıkları dini konuşmalar ve güçleri lağvetti.

Doğu-Batı bölünmesi Türk şartlarında işler bir sentez oluşturmak için uygun bir zemin oluşturdu. Atatürk'ün Avrupalılaşma arayışındaki aşırılıkları Türk İslam'ı arzularıyla harmanlanır. Türkiye "Batı kompleksini" aştı. Genel olarak Araplar, özellikle de İslamcılar, "Batı'ya" sabit antitezleri olarak döndüler. Yani, Batılıların Araplar ve Müslümanlar hakkındaki "istisnacılık" tezlerine karşı koyarak bir tür "Tersine oryantalizm."

Dahası, Türklerin büyük bir toprak parçasında dogmalardan uzaklaşarak ve İslam'ın sembollerini tasdik ederek moderniteyle buluştukları "Müslüman siyaseti", laiklik ve İslamiyet'in nasıl uzlaşabileceğini öğretti ki bu da ülkede sanayiciler, müteşebbisler, insan hakları ve demokrasi savunucuları ve hatta AB savunucuları için çıtayı yükseltti.
Arap İslamcılar, farklı derecelerde, milletleri için zenginlik meydana getirme, işleyen bir ülke inşa etme, kuvvetli bir iş ahlakı içinde rekabet etme ya da böyle bir ortam geliştirmede "Smithian mantığın" (mecazi) benimsenmesinden türeyen tutarsızlık ve karmaşıklık seviyesini yükseltmede çok dogmatiktirler. Laikliğin karmaşıklığı ancak bu çalışmalarda test edilebilir, düzenlemeler yapılabilir ve belki de bunun yerine yenisi getirilebilir. Bu yüzden, çok övülen "İslam devleti" ilanları modernitenin giriftliği, yenilikler ve bilimsel, tıbbi ve teknolojik devrimlerle pratikte uyumdan mahrumdur.

Türkiye'nin bugün iktisadi büyüme ve demokratik ilerleme yolunda olması Türklere has bu durumla anlaşılabilir: "Demokratikleşme diyalektiği", siyaset ve toplumu geri dönüşü olmayan bir reform mantığına kilitledi. İşte çok partili dönemin başladığı 60 yıldan fazla bir sürede, siyasi ve iktisadi gelişmelerin bina edildiği yapısal başarılar bu yüzdendir. Mevcut durumda Atatürk ve Erdoğan zahirde zıt tarafları temsil ediyor. Pratikte ise bunlar tez-antitez gibi birleşmişlerdir ve bugün Türkiye'deki sentezi oluşturmuşlardır.

DEMOKRATİK DİYALEKTİK

Bu yüzden, Türkiye'de yönetim kadrosundaki siyasi figürlerden her biri, demokratikleşmeye doğru giderken dini partiler de dahil çok partili dönemi takiben Atatürk milliyetçiliği ve askeri-bürokratik merkeziyetçilik sistemik sürecinde yeniliğe annelik yapma ihtiyacını temsil eder.

Atatürk, Osmanlı İmparatorluğu rejimini tasfiye etti ve merkeziyetçi bir cumhuriyet tesis ederek Anadolu'daki anavatanı muhafaza etti. Çok partililiği getiren "Yeni Atatürkçü" İsmet İnönü, Atatürk'ün tek parti ve babadan kalma politikasına isyan etti. O, Atatürk'ün Cumhuriyet Halk Partisi'nin (CHP) hakimiyetine son verdi ve 1946 genel seçiminde CHP isyancılarının yanı sıra Demokrat Parti'nin (DP) de iktidar için yarışmasına müsaade etti. Dört sene sonra çok partili sistem, DP'nin 1950 seçimini kazanması ve 10 seneye yakın bir zaman hükümete liderlik etmesiyle iyice yerleşti.

Süleyman Demirel, ihracat temelli bir yönelişle iktisadi stratejide devrim yaparak gelenekleri kırdı ki bu da tam kapsamlı bir kapitalist sistemin başlangıcı oldu. Bu, işçiler ve soldaki kuvvetlerin siyasi hünerlerini ve muhalefetlerini kuvvetlendirdikleri yeni demokratik diyalektiğin de başlangıcı oldu.

Başbakan Adnan Menderes hükümetine karşı askeri darbe yapılan 1960'lar, yeterli demokratik diyalektik oluşturdu. Bunun sonucunda ordu ve bürokrasiye karşı sivil toplumdan bir ivme başladı. Bu, zıtların ataerkil siyasi patronaj ve demokratik çoğulculuk kuvvetleri arasındaki iç tartışmalarda nasıl dönüştürücü dinamik oluşturduğunun baş örneğiydi.

Askeri vesayet ve Süleyman Demirel'in Adalet Partisi'yle Bülent Ecevit'in CHP'si arasında zahirdeki demokratik rekabet altındaki 1960'lar ve 1970'lerde bile Türkiye'nin politikası demokratik değişim için yapısal şartları taşıyordu ve toplum siyasi olarak organize olmak için kurumun kuvvetlenmesine imkan veriyordu.

1980'ler yaklaştığında General Kenan Evren liderliği altındaki ordu, kenardan siyaseti yönetmeye istekliydi. Anayasal korumanın yardımıyla, Kemalizm'in en kuvvetli antitezinin doğumu ile yeni diyalektik başladı: Milli Selamet Partisi ve lideri Necmettin Erbakan. Türkiye'de Müslüman siyasetinin yükselişindeki nicelik kadar Kemalist cumhuriyetin savunucusu orduyu sarsan, 1980'lerde ve 1990'ların başlarında Türkiye'nin dönüşümü ve modernleşmesine yardımcı olan Turgut Özal ve Anavatan Partisi oldu.

Bu, üst düzey subaylara yaltakçılık yapan Demirel ve Bülent Ulusu hükümetlerinin aksine, generallerle göbek bağının kesildiğini gösteren tarihi bir andı. Nisbi seçim sistemi altında yapılan ve Özal tarafından kazanılan 1983 seçimi, toplumda yetkilerin ordudan alınmasına olan susuzluğun giderilmesine yardım etti, siyasetin medenileşmesi sürecini başlattı. Erdoğan da halkayı tamamladı: Özal'ın siyasetin medenileşmesi arayışını derinleştirme (derin devletin sistematik çözülmesi bu yüzdendir), iktisadi gelişme, küreselleşme ve Avrupa Birliği ile yakın bağlar. Atatürk, Evren, Demirel ya da Erbakan olmasa ne Özal ne de Erdoğan olurdu.

Özal'ın, 2011'de devrimlerle yıkılan üç cumhuriyet Mısır, Libya ve Tunus'ta bir benzeri yoktur. Arap siyaseti, devleti işgal eden iktidardaki kitle seferberlik partileri, sonunda siyasetin özelleştirilmesi ile derin bir tuhaflığa gark olmuştur. Fark bundan daha çarpıcı olamazdı: Türkiye'nin devlet inşaı, dar bir düşünsel ve liderlik temelinde başladı, bu durum giderek genişledi, demokratik diyalektikler tarafından üretilen açılımlar oluşturdu. Burada tez ve antitez de sinerji doğurdu. Arap devlet inşaı ise milli birlik ve ayniyet adı altında tüm muhalefetin ortadan kaldırılmasıyla kademeli olarak lime lime edildiği geniş çaplı bir güç temelinde başladı.

TÜRK MODELİ, TÜRKİYE'NİN İYİ UYGULAMALARINA KARŞI

Bununla beraber, bahsi geçen tüm Türk liderler, Türkiye'de hükümet gemisinin varisleri arasında halen eşitler arasında birinci olarak kalan, cumhuriyetin mimarı Atatürk'ün çizdiği parametrelerin içinde çalıştı: Ordunun tetikte bekleyen bakışlarının altında Türk milliyetçiliğine bağlılık ve modernite, iktisadi gelişme ve demokratikleşme arayışı.

Bununla birlikte, başlardaki Kemalist vesayet, ekonomi ve toplumun modernleştirilmesi, adem-i merkeziyet, bürokratikleşmeden kurtuluş, militarizasyondan kurtuluş ve siyasetin demokratikleşmesi hedefleri güdümünde parça parça müşterek sahiplik altında dağınık bir projeye dönüyor. Yeni vizyona, daha derin bir çoğulculuk rehberlik ediyor, öyle ki vatandaşlık büyük Kürt azınlığı da ihtiva ediyor. İşte selefleri başarısız olmuşken Adalet ve Kalkınma Partisi'nin başarabileceği yer burasıdır. Vatandaşlığa yeni şekil veren bu çalışmanın nasıl ilerleyeceğini zaman gösterecek.

Türk demokratikleşmesi hala gözler önüne serilmiş değildir ve hükümetin içindekiler de dahil Türk eleştirmenler bunun kusurları olduğunu bilirler. Vatandaşlık haklarının daha derin ve daha geniş evrenselleşmesi ve daha gelişmiş insan hakları gereklidir. Bu, AKP içindekiler de dahil Türk demokratları için bir sonraki öğrenme eğrisidir. Artı, Türkiye'nin yeni ve sağlam bir demokratik anayasaya ihtiyacı var! Belki ancak o zaman biz bölgesel demokratikleşme modeli hakkında konuşabiliriz.

Arapların durumunda, devrimin gelmiş olması gerekiyordu. Siyasetteki tüm makamların gücü elinde bulunduranların tekelinde olduğu bir realite karşısında bu mantıklı bir patlamaydı. Devrimci rotanın demokratikleşme için yapısal, düşünsel ve ahlaki mekanizmalar getirip getirmeyeceği halen görülmesi gereken bir durum olarak kalmaya devam ediyor. Her şeye rağmen, Türk tecrübesi ya da "modeli" -Arap Baharı demokrasileriyle ilgili olarak çok sayıda iyi uygulamasıyla birlikte- Özallar ve Erdoğanlarla kopyalanamaz.

Kaynak: El Cezire 
Dünya Bülteni için çeviren: Emin Arvas