Türkiye AB'yi pişman edebilir


Britanya Başbakanı David Cameron son derece nazik kelimelerle söyledi, fakat kendisini dinleyen Türk vekiller meseleyi anladı: AB Türkiye’ye kötü davranıyor. Tek tek ele alındığında Avrupa hükümetlerinin gayet tutarlı politikaları var. Bazı ülkeler, eski Britanya başbakanlarından William Ewart Gladstone’un talihsiz ifadesiyle, “Türkleri Avrupa’dan sepetlemek istiyor”. Fransa, Avusturya ve daha kısık sesle Almanya bu kampta. Britanya’nın başını çektiği diğerleri Türkiye’nin üyeliğinin stratejik açıdan değerli olacağını düşünüyor. Onlara göre AB üyeliği dünyanın başlıca Müslüman demokrasisini güçlendirmenin ve belki de süreç içinde Avro-federalizmi sulandırmanın bir yolu.
Her iki tezin de savunulabilir tarafları olabilir: Türkofiller (Türkiye’yi sevenler) Ankara’nın Batı yönelimini güçlendirmenin İslam dünyasının dört bir köşesindeki demokratları ve reformcuları cesaretlendireceğini; sözgelimi Türkiye’nin yumuşatıcı arabuluculuğunun yokluğunda İran’ı sakinleştirmenin zor olacağını savunuyor.
Fransa’dan özür istendi mi?
Türkoseptiklerse (Türkiye’ye şüpheyle yaklaşanlar) bu kadar büyük bir Müslüman ülkeyi kabul etmenin AB’nin karakterini kökünden değiştireceğini öne sürüyor. Onlara göre, Yaşlı Avrupa buruşup kururken Türkiye’nin nüfusunun artmasıyla olsa olsa daha da vahim hale gelecek olan bir sorun bu.
Ayrı ayrı her iki tezi de savunmak mümkün. Harmanlandığındaysa, düzenbazlığa dayalı bir politika ortaya çıkıyor. AB üyelik vaadini, yerine getirme niyeti olmaksızın sürdürüyor. Bunun sonucunda tam da korktuğunu iddia ettiği şeye yol açma riskine giriyor: Sınırlarında kendisinden uzaklaşmış, hırıldayan bir İslami güç. Cameron’a yöneltilen eleştirilerin en tuhafı, ‘normal bir muhafazakâr olmaması’. Doktriner olmayan tarzı dahilinde,
o da en az selefleri kadar geleneksel bir lider. Türkiye’ye yaklaşımı parti politikasıyla uyumlu. Partim Lord Derby’nin liderliğinden bu yana Türkofil’dir.
Cameron’ın Ankara’nın AB üyeliği hedefini destekleme gerekçeleri tam anlamıyla Muhafazakâr: Türkiye Avrupa’nın bir kanadını üç nesil boyu Bolşeviklere karşı savundu ve günün birinde aynı
görevi cihatçılara karşı yerine getirmeye çağrılabilir. Cameron bunları göz önünde tutarak, müttefiklerinin Türklere
nankörce davrandığına inanıyor.
Britanya başbakanı haklı. AB’nin Türkiye’ye muamelesi günü geldiğinde çok ciddi bir hata olarak görülecektir. AB’nin bürokratları en başta tam üyelik ihtimali olmadığını açıkça söyleyip bunun yerine alternatif bir ortaklık biçimi için masaya otursalardı, Ankara düş kırıklığını hazmederdi.
Bunun yerine Brüksel Türklerin önüne sahte bir vaat koyuyor. AB Türkleri azınlıkların statüsünden 1915 Ermeni
katliamlarına kadar birçok alanda küçük düşürücü reformları kabul etmeye zorladı. İslam inancının simgelerini kısıtladıklarında otoriter, kısıtlamadıklarındaysa köktendinci damgası vuruyor.
Onlara bilhassa Kıbrıs konusunda haksız davranıyor: Kıbrıslı Rumlar AB’nin yeniden birleşme planını reddettiğinde ödüllendirildi, kabul eden Kıbrıslı Türklerse cezalandırıldı. Bu arada Avrupa Komisyonu Türkiye’ye binlerce sayfalık müktesebat dayatıyor. Ancak vatansever ve kalabalık bir Müslüman ulusa, özellikle de Lizbon Anlaşması nüfusa dayalı bir oy sistemi getirmişken, tam üyelik vermeye niyeti yok.
Türkiye’nin üyeliğine karşı çıkanların tüm eleştirilerinin yersiz olduğunu söylemek de mümkün değil. Fakat Türkler farklı bir standarta tabi tutulduklarını düşünüyor. Ermenilerin Türkiye’deki üzücü tarihinin AB üyeliğiyle ne ilgisi var? Belçika’ya Kongo’daki rolünden dolayı özür dileme, Fransa’ya da Cezayir’in ayaklarına kapanma şartı kondu mu?
Geçenlerde Avrupa Parlamentosu’nda, kadınları politikaya teşvik etmekte başarısız olmasından dolayı Türkiye’yi kınayan bir öneriyle ilgili konuştum. Türkiye’nin 17 yıl önce kadın bir başbakan seçtiğine ve AB üyelerinin üçte ikisinin bu noktaya henüz ulaşamadığına dikkat çektim. Sonrasında kibar bir Hıristiyan Demokrat beni bir köşeye çekip meseleyi gözden kaçırdığımı söyledi. Türkiye’yi üyeliğe almamak kararı ilkesel olarak çoktan verilmişti: Herkes oybirliğine dayanan bir sistemde, üyelik sürecinin ilerleme şansı olmadığını görüyordu. Şu anki hedef, kendi içimizde yaşayan Müslüman toplulukları incitip rahatsız etmeyecek bir sebep bulmaktı.

Genç nüfusuyla AB’nin tam zıttı
Türk olsaydım AB üyeliğine karşı çıkardım. Türkiye genç nüfusa sahip dinamik bir ülke ve bu açıdan AB’nin tam zıttı. İhtiyaç duyduğu en son şey, haftada 48 saat mesai, Ortak Tarım Politikası, avro ve Brüksel korporatizminin diğer araçları. Doğunuz yeni pazarlarla doluyken, dünya ekonomisinin daralan bir parçasına
niye kendinizi bağlayasınız? Sizden duyduğu rahatsızlığı zar zor gizleyebilen insanların kurallarına niye tabi olasınız?
Fakat katılmamayı tercih etmekle, size katılacak kadar iyi olmadığınızın söylenmesi arasında fark var. Türkler onurlarına en az diğer halklar kadar düşkündür. Onca küçük düşürücü ve oyalayıcı tavır, pekâla Türklerin AB’ye tenezzül etmemesine yol açabilir. Böyle bir durum, tarihin genel akışı içinde muhtemelen Türkiye’den çok AB’ye zarar verecektir. (Britanyalı muhafazakâr milletvekili, 28 Temmuz 2010)

 

Kaynak: Radikal