Türkiye AB'den niçin vazgeçiyor?

Bu yıl, Türkiye’nin bugün Avrupa Birliği haline gelen oluşumla resmi ilişkisinin 50’nci yıldönümüdür. Ankara, birliğe katılmak için başvuralı 25 yıldan fazla bir zaman da geçti. İlk adımdan bu yana Nato üyesi Yunanistan ve Avrupa’daki eski komünist ülkeler, bir zamanlar Sovyetler Birliği’nin parçası olan bazıları dâhil diğer 21 ülke üye devlet haline geldi. Türkiye ise beklemede.

1996’da AB ile gümrük birliğinin kurulması, 1999’da Türkiye’ye “aday ülke” statüsünün verilmesi ve 2005’te müzakerelerin başlaması, üyeliğin er geç gerçekleşeceğine işaret ediyordu. Ancak bu “er geç” “hemen değil”e hatta “hiçbir zamana” döndü.

Türkiye Başbakanı Recep Tayyip Erdoğan, reddedilmiş bir dilekçe sahibi misali, “AB Türkiye için zorunluluk değil. Bizi Avrupa Birliğine almamaları dünyanın sonu değildir” diye ilan etti. Avrupa’nın anemi olmuş ekonomisine ve yaşlanan nüfusuna kıyasla Türkiye’nin sağlamca büyüyen ekonomisine ve genç işgücüne bakınca, haksız değil. Erdoğan, Rusya ve Çin’in desteklediği Orta Asya devletlerinden gevşek bir gruplaşma olan Şangay İşbirliği Örgütüne Türkiye’nin üyeliğini ciddi şekilde düşünmek gerektiğini söyledi. ŞİÖ, ayrılıkçı veya dinci tehditlerin etkisini sınırlandırmak için kurulan bu grup, bugün en çok da Batı nüfuzuna meydan okumayı amaçlıyor.

Hayal kırıklığından doğan hisler fevri ve duygusal liderin ürünü olarak görmezden gelinse bile Türkiye’deki kamuoyu görüşünü yansıtmaktadır. Bir zamanlar Türklerin dörtte üçü Avrupa Birliğine katılımı destekliyordu ama Türk düşünce kuruluşu EDAM’ın yaptığı kamuoyu yoklamalarının gösterdiğine göre bugün üçte ikisi bu gayretten vazgeçmek gerektiğini hissediyor.

AB yetkilileri, Türkiye’nin üyeliğe hazır olup olmadığı hakkında azınlık hakları, ifade özgürlüğü ve AB üyesi Kıbrıs’ın tanınmaması (yanısıra Türk askeri varlığı) gibi meselelerle ilgili olarak meşru endişeler dile getirdiler. Ancak pek çok Türk ve Başbakan Erdoğan, gecikmenin Türkiye’nin yüzde 99’u Müslüman nüfusuyla ilgili olduğundan şüpheleniyor. Şahsileştirebilirsiniz de. İster aday olsun isterse üye, Yugoslavya’nın tüm cumhuriyetlerinden olan vatandaşlar Avrupa’da vizesiz dolaşabilmektedirler; bunun içlerine dert olduğu Türkiye’nin sıra dışı başarılı işadamları ise sınır kapılarında formlarla ve gecikmelerle boğuşuyorlar. Türkler hoşça karşılama beklemiyorlar. Aynı işadamları vizesiz olarak Rusya’yı ziyaret edebilmektedirler. Rusya, Türkiye’nin en büyük ticari ortağı haline gelerek AB’yi bu noktada geçti ve Türk yatırım projelerinde 17 milyar dolardan fazlasına ev sahipliği yapmaktadır. Türkiye’nin başlıca enerji tedarikçisi olan Rusya, Türkiye’ye her yıl 3.5 milyon turist göndermektedir ve kısa bir süre sonra Türkiye’nin ilk nükleer santralini inşa etmeye başlayacaktır. İki ülke 2010 yılında “stratejik ortaklık” anlaşması imzaladı. Bu anlaşma sayesinde dışişleri bakanları dâhil kabine düzeyinde toplantılar yapılıyor.

Nato’nun ikinci büyük ordusuna sahip olan Türkiye, Rusya için mükemmel bir müttefik sayılmaz. İki ülke çeşitli acil meselelerde farklı görüşler serdettiler; Suriye’deki Esad rejiminin eli kulağında bekleyen çöküşünün nasıl yönetileceği bunların içinde en acil olanı. Türkiye, Nato’nun İran nükleer cephaneliğine karşı koyma amaçlı gelişmiş radar sistemlerine sonra da Suriye’yle olan sınırını korumak için Patriot füzelerine ev sahipliği yapmayı kabul ederek de Rusya’yı rahatsız etti. Türkiye geçen yıl Rusya’dan Suriye’ye seyreden bir yolcu uçağını silah taşıyıp taşımadığını anlamak için Ankara’ya indirmişti.

Bu tür olaylar Türkiye ve Rusya’yı İran’a karşı askeri harekâta veya Karadeniz’de daha güçlü bir Nato askeri varlığına ortak düşmanlık sergilemelerini engellemedi. Ankara, Nato’nun terörle mücadele çabasının parçası olan Doğu Akdeniz’deki Etkin Çaba Harekâtını Karadeniz’e genişletme gayretini defalarca engelledi. Rusya gibi Türkiye de bu bölgeyi kendi sorumluluğunda görmekte ve devriye görevini Rusya’nın katılımıyla birlikte kendi kuvvetleriyle yapmayı tercih etmektedir.

Türkiye 2010’da Rusya’nın Türk sularından geçerek doğrudan Rusya’dan Avrupa’ya uzanan Güney Akım projesine onay verdi. Avrupa’nın Nabucco projesiyle rekâbet halinde olan bir projedir bu. Arz belirsizliği ve doğalgaz fiyatlarının düşüşü yüzünden bu iki projenin ekonomik bakımdan yaşayabilir olup olmadıkları belli değil ama Türkiye enerji merkezi olma planı dolayısıyla Güney Akım ve Nabucco projesinin her ikisini birden onayladı.

Bu hamlelerin gösterdiği üzere Türk hükümeti, sık sık Türk Henry Kissinger’ı diye anılan Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun hatlarını çizdiği kendi stratejik vizyonuna uygun politikalar izlemektedir. Onun kılavuzluğunda ve iktidardaki AK Partinin güçlü desteğiyle, Türkiye, komşularından nispi yalıtılmışlığı ve Washington’ın tercih ettiği politikalara sıkı sıkıya bağlılığı faal hatta agresif bir diplomasiye çevirdi.

Türkiye’nin bugün yaklaşık 100 ülkede elçilikleri, 200’den fazla ülkede temsilciliği bulunmaktadır. Türk Hava Yolları tek bir havalimanından Lufthansa veya Air France’dan çok daha fazla sayıda ülkeye uçuş düzenlemektedir. Türk şirketleri Afrika’da ve Balkanlarda karayolları ve havalimanları inşa ediyor, Sırbistan ve Bosna gibi eski Osmanlı bölgelerinde işbirliğini kolaylaştırıyor, câmileri yenileyip Türk topluluklarını destekliyorlar.

Kendilerinden önceki hırslı güçler gibi Türkler de dahiliyetlerinin her daim etkili olmadığını veya hoşça karşılanmadığını – en son Ortadoğu’da – keşfettiler. Beşşar Esad gibi eski müttefikler Türkiye’nin isyancı gruplara ev sahipliği yapma istekliliğini - Türkiye karşıtı grupların faaliyet yürüttüğü Irak’ta olduğu gibi komşularının topraklarını yer yer bombalamasına bakınca alengirli bir tutumdur -  nezaketle karşılamadılar.

Türkiye Soğuk Savaş sonrası dönemde yeni bir rol ararken, diğer bir nüfuzlu uluslararası gücün vakti zamanında öğrendiklerini öğreniyor. Lord Palmerston 1848’de İngiltere’nin ne edebi dostlarının ne de daimi düşmanlılarının olduğunu, ebedi ve daimi olanın çıkarları olduğunu söylemişti.

Hızla değişen ideoloji sonrası çağda, Türkler de aynı dersi uyguluyorlar. Geçmişte ve gelecekte Batıdaki dostları dikkate almak isteyebilirler.

Yazar hakkında: Pittsburgh Üniversitesi öğretim görevlisi.

Kaynak: Post Gazzete

Dünya Bülteni için tercüme eden: Alpaslan Balcı