Türk-Yunan ilişkilerine yeni bir bakış 2

(Gazze krizi sonrasında) Türk-Yunan ilişkilerine yeni bir bakış 2 

Bu makalenin birinci bölümünde, Gazze krizinin, Türk-Yunan ilişkilerinin yeniden düşünülmesi için Ankara ve Atina'ya yeni bir fırsat sağlayabileceğini belirtmiştik.

Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile İsrail Cumhurbaşkanı Şimon Peres arasında Davos'ta yaşanan tartışma ve bunun yol açtığı yankılar, makalemizin ikinci bölümünün yayınlanmasını geciktirdi. Biz de bu vesileyle şunu belirtelim ki, Başbakan Erdoğan'ın, İsrail'in vurdumduymazlığına ve Peres'in Türk ulusunun baştemsilcisine yaptığı kaba davranışa gösterdiği kızgınlık yerindedir. İsrail Cumhurbaşkanı'nın sözleri, ülkesinin Filistinlilere yönelik tavrından daha fazlasını ortaya koymuştur. Bunlar, İsrail'in Ortadoğu'nun tüm uluslarını, Müslümanları ve İsrail'in politikalarını eleştirme cüretinde bulunanları nasıl hor gördüğünü de göstermiştir. Bu tavır, ayrıca, bir yandan Türkiye'yi insan haklarına yeterince saygı göstermemekle suçlarken, diğer yandan Filistin'de kadınların ve çocukların katledilmesine sebep olan İsrail'in ve bunu görmezlikten gelen Batı ülkelerinin ikiyüzlülüğünü ortaya koymuştur. Başbakan Erdoğan, Filistinlilere yapılan en ağır insan hakları ihlallerini eleştirirken, "Avrupalı" olmamakla suçlandı. Bu tür ırkçı tavırlar, Türkiye'nin Washington'la temasta Yahudi lobisine olan bağımlılığını yeniden gözden geçirmesi için başka bir neden daha sağlamaktadır. Hem Türkiye, hem de Yunanistan, "Avrupalı" olmaktansa "medeni" olmayı tercih etmeli ve İsrail'e ve ona imkân verenlere güvenmektense, kendi "insanlık" tanımlarına sadık kalmalıdır.

Türk-Yunan ilişkilerini yeniden düşünmenin önünde bulunan ve daha önceki yazımızda belirttiğimiz engeller, kuşkusuz gerçek ve güçlü biçimde ortada durmaya devam ediyor. Ama konunun tümü, bundan ibaret değil. Türk-Yunan ilişkilerinin gelişmesi için nedenler, özellikle de pratik nedenler mevcut. Birincisi, iktidardaki AK Parti'dir -ki bu ilk bakışta çelişkili gelebilir. Dindar Müslümanlara karşı daha hassas olan bir siyasi parti, uzlaşma için anlamsız bir zemin olarak görülebilir. Ama iş Yunanlılarla ilişkilere geldiğinde, AK Parti, laik ulusalcılardan daha fazla uzlaşmacı davrandı. Bu noktada insan, ulusalcılığın dinsel farklılıklardan daha bölücü olup olmadığını merak ediyor. Manevi değerler, uzlaşma için önemli bir kuvvet olabilir.

AK Parti'nin Yunanistan'a karşı aldığı inisiyatif, Türkiye'nin çıkarlarının, Türki (İslami) değerler bağlamında gerçekçi biçimde değerlendirilmesini yansıtıyor. Buna olumlu karşılık veren Yunan hükümetinin de hakkını teslim etmek gerekir. Atina neden böyle yaptı? İki nedenden dolayı. Birincisi, çeşitli uluslararası konularda Türklerle olan ortak çıkarlarını harekete geçirmek, Yunan çıkarlarıyla uyumlu. Bunun aksini iddia eden dogma tarzlı görüşler bulunduğunun farkındayız, ama şuna da inanıyoruz ki Hıristiyan ve Müslümanların çoğunluğu, savaşın barıştan, sevginin nefretten daha iyi olduğuna ve hepimizin affedilmeye ihtiyaç duyduğuna inanmaktadır.

Türk-Yunan yakınlaşmasını kolaylaştıran ikinci neden, iki ulusun da otuz, elli ya da yüz yıl önceki haliyle aynı olmadığıdır. Şu anda her ikisi de NATO üyesidir; Yunanistan Avrupa Birliği'ne üye bir devlettir ve Türkiye de üye olmayı arzulamaktadır; her ikisi de Avrupa ve Asya arasında bulunan uluslar olduklarının bilincindedir; her ikisi de bir araya geldiklerinde AB içindeki en büyük nüfusu ve askerî bloku oluşturacaklarının idraki içindedir. Türkiye ve Yunanistan, bir araya gelmeleri halinde Avrupa'nın en genç nüfusu ile potansiyel bir ekonomik gücünü oluşturacaktır. Ayrıca iki ülkenin de, enerji kaynakları açısından zengin olan Ortadoğu ve Orta Asya ile önemli ve olumlu ilişkileri olacaktır. AB, böylesine bir Türk-Yunan blokuna sahip olması halinde, ABD'nin askerî yeteneği ya da ekonomik gücünden korkmaksızın onun karşısına gerçekçi bir rakip olarak çıkabilir.

Gazze krizi, tüm dehşetine rağmen bu saydığımız noktaları hem Türklere, hem de Yunanlılara, yetkililer olduğu kadar sokaktaki insanlara daha belirgin hale getirmiş olabilir. Müslümanların terörle mücadele adına tekrar tekrar katledilmesi, dünya çapında giderek inandırıcılığını yitiriyor. Artık Türkiye'de pek çok dış politika uzmanı, Washington'daki İsrail ve Yahudi lobisinin desteğini almak için ödenen faturanın çok yüksek ve çok fazla güvenilmez olduğuna inanıyor. AK Parti, Amerikan kuvvetlerinin Irak'ı işgal etmek için Türkiye'yi bir üs olarak kullanmasına izin vermeyi reddedince, her iki lobi de Türkiye'ye "kötü bir NATO müttefiki" ve "İran'ın maşası" suçlamalarıyla saldırı başlatmıştı. Şu Ankara'ya açıkça belli edildi: Eğer Türkiye bu lobilerin desteğini almayı istiyorsa, Türk halkının ne istediğini ya da Türkiye'nin çıkarlarının ne olduğunu dikkate almadan bölgedeki her Amerikan ve İsrail inisiyatifine göz yummak zorundadır.

Bunun Türk-Yunan ilişkileriyle bağlantısı nedir? Biz, Türkiye'nin Washington'da ya da başka bir yerde davalarını anlatmak için herhangi bir güce ya da gruba ihtiyaç duyduğuna inanmıyoruz. Türkiye, uzman ve profesyonel dış politika kadrolarına sahip olduğu için şanslı bir ülke. Ama aynı zamanda, Washington'a mesajını iletmek için arabulucuların yardımcı olabileceğine inanma eğilimindedir. Bundan dolayı da güçlü Yahudi ve İsrail lobilerine güvenmektedir. Neden Yunan lobisi de aynı sonuca ulaşmak için kullanılmasın? Yahudi ve İsrail lobileri kadar güçlü olmamakla birlikte, Yunan lobisi, onların taşıdığı ayak bağına sahip değil. Yunanlılar hiç kimseye zulüm ya da kıyım yapmıyorlar. Savaş suçları işlemiyorlar. Milyarlarca dolarlık mali sahtekârlık yapanlar da Yunanlılar değil. AB'nin bir parçası ve Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'ne bağlılar. Rum-Yunan kökenli Amerikalılarla birlikte, ABD Kongresi ve Dışişleri Bakanlığı'nda etkili bağlantılara sahipler. Türkiye'nin Yahudi lobileriyle yakın bağlarını haklı gösterecek tek şey, Washington'da olan nüfuzları. Ama biz, bu gerekçenin gücünü her geçen gün yitirdiğine inanıyoruz. İsrail'in işlediği her vahşetle, attığı her roket ve kullandığı tankla, İsrail ve Yahudi sözcülerinden gelen her riyakâr açıklama ile bu güç gitgide kayboluyor.

Diğer yandan Türklerle Yunanlılar arasında daha yakın ilişkiler kurulması, Avrupa, ABD, Ortadoğu ve Orta Asya ile ilgili ortak çıkarları ve yüzlerce yıl kültürel olarak birbirleriyle kaynaşmalarını hatırlatabilir. Elbette ortada kuşkular var. Ama bunlar, tüm güven yaratıcı projeleri imkânsız kılacak kadar güçlü müdür? İki ülke, ittifak ortakları olarak çok çeşitli şekillerde karşılıklı güvenlik tatbikatları gerçekleştirebilir. Ayrıca iki komşunun da insan ve uyuşturucu kaçakçılığı, korsanlık ve terörizme karşı ortak çıkarları yok mudur? Her ikisinin de Ortadoğu ve Orta Asya'da petrol üreten ülkelere karşı olumlu yaklaşımlarla karşılanabilecek enerji ihtiyaçları yok mudur? İsrail ve Yahudi lobisi, bu ortak çıkarlara eş düşebilecek ne yapabilir?

Onlarca yıl, hatta asırlar süren sorunlara derhal çözüm bulunacağını beklemek akılcı olmamakla birlikte, değişiklikler yaşandığını da unutmamak gerekir. 1945 yılında Fransa ve Almanya'nın birlikte Avrupa Birliği'nin itici gücü haline geleceğini kim makul bir şekilde bekleyebilirdi? Kim 1989'da Sovyetler Birliği'nin kendi kendisinin yıkılmasına yol açacağını tahmin edebilirdi? 1919'da Atatürk'ün modern Türk devletini kuracağını kim bekleyebilirdi? Yunanlıların muhteşem bir olimpiyat düzenleyeceğini kim öngörebilirdi? Doğu Akdeniz'de de birleşik, kültürlerin ötesine geçen, iki dilli ve iki dinli bir ses, aynı şekilde önceden tahmin edilmeyen olumlu sonuçlar doğurabilir. Kuşkusuz Filistinlilerin uğradığı zulmü açık biçimde kınayan böyle bir sese müthiş ihtiyaç var. Ve hem Hıristiyanlık, hem de İslam, Tevrat'tan miras devraldığını beyan ettiğine göre, bunun için kesin olarak söylenecek bir şey mevcut: "Bırakın adalet su gibi çağlasın."(Amos 5:24)

* Prof. Dr. Christopher Vasillopulos, Doğu Connecticut Eyalet Üniversitesi'nde uluslararası ilişkiler ve siyasal bilgiler profesörüdür. Sema Emiroğlu, New York merkezli diplomasi muhabiri ve dış ilişkiler uzmanıdır.

Kaynak: Zaman