Yorgos Andreas Papandreu'nun lideri olduğu PASOK'un 4 Ekim erken genel seçimlerinde açık bir başarı kazanmasıyla Yunanistan'da hükümet el değiştirdi.
Yunanistan'daki seçim kampanyalarına rastlayan araştırma gezimden dönüşte, resmi söylemde özellikle eksik bırakılmasına karşın, bu süreçte dış politikaya degin temaların sivil toplumun aktörleriyle yaptığım sayısız görüşmede sürekli olarak kendini gösterdiğini gözlemledim.
Burada sözkonusu olan, özellikle, görüşmecilerimin çoğunluğunun Kostas Karamanlis'in liderliğindeki liberal sağda yer alan Yeni Demokrasi Hareketi'nin yürüttüğü siyaseti yeni hükümetin değiştirip değiştiremeyeceğini sorguladıkları alan olan Türkiye ile ikili ilişkilerdir. Bu konuda, resmi politika ile kamuoyunun görmezden gelinmeyecek kadar önemli bir bölümünün algılaması arasında büyük bir fark vardır.
1999'da, uluslararası siyasi aktörlerin ve AB üyelerinin terörist örgüt kabul ettikleri PKK'nın lideri Abdullah Öcalan'ın tutuklanması ve mahkum edilmesinin ardından Yunanistan'ın doğu komşusuyla ilişkilerini radikal bir biçimde değiştirdiğini anımsıyoruz. O dönemde, Türkiye'yi destabilize etmek ve zayıflatmak amacıyla PKK'ya yaptığı yardımın yararsızlığını anlayan Yunanistan, Ankara hükümetiyle ilişkilerini normalleştirme sürecine başladı. Bu süreç 1999 yılında her iki ülkeyi de sırasıyla etkileyen depremler esnasında yeni bir ivme kazandı. İki ülke arasında karşılıklı olarak sayısız somut dayanışma örnekleri oluştu, Ege'nin iki kıyısında yaşayan iki toplum komşularının kalpten gelen duyularla hareket ettiğini keşfettiler.
İki devlet arasında tartışmasız bir normalleşme süreci oluşmuştu hatta o dönemde bir "deprem diplomasisi"nden söz ediliyordu. Öncelikle, sürekliliği sağlanamamış olsa bile, hiç olmazsa kısmen siyasi ve diplomatik karşıtlıkları örten, şu andakinden daha yüksek düzeyde seyreden bir ekonomik karşılıklı bağımlılık düzeyiyle gerçekleşen, ekonomik ilişkilerin gelişimi ortaya çıkmıştı. Karşılıklı ticaretin hacmi, ticaret odaları arasındaki ortaklıklar, hava trafiğindeki büyüme, enerji projelerinin ve bölgesel strateji projelerinin gelişimi ekonomik dinamiğinin sağlıklılığın işaretleridir. Sivil toplumlar arasındaki ilişkilerde de artış görüldü: farklı meslek birlikleri, sivil toplum kuruluşları, öğrenciler, sanatçıların bir araya gelmeleri karşılıklı olarak birbirini daha yakından tanıma anları oldu. Nihayet siyaset alanında da, son 10 yılda belirgin bir iyileşme gerçekleşti. Yunanistan, Türkiye'nin AB'ye üyeliğine verilecek desteğin, normalleşen ilişkilerin gelişiminin, sürtüşme ve Türkiye'nin istikrarsızlaştırılması mantığına göre daha tercihe şayan olduğunu anladı.
Hep samimiyet içinde gerçekleşen diplomatik ziyaretler arttı, ama istikrarlı bir eğilimle: Ege'de kıta sahanlığının sınırlarının belirlenmesi ve Kıbrıs sorunu konusundan sistemli bir şekilde ya kaçınıldı ya da her iki taraf ta fazla bir saldırganlık göstermeksizin ve kendi pozisyonlarından kalarak, yüzeysel bir biçimde bu konuları ele aldılar.
Tüm sınırlılıklarıyla birlikte bu olguların olumluluğuna karşın Türkiye'den duyulan kaygı Yunanistan'da hala çok güçlüdür. Görüşmecilerimden çoğu, Türk savaş uçaklarının Yunanlıların kendi hava sahalarının ihlali olarak gördüğü gündelik rutin uçuşlarından sözettiler. Yine görüşmecilerden birçoğu, Türkiye'yi kara ve özellikle deniz yollarından binlerce yasadışı göçmenin Yunanistan'a geçmesine izin vermekle suçladılar. Nihayet birçok görüşmecim, her iki ülkenin de NATO üyesi olmasına karşın, Obama'nın Nisan ayında Türkiye'ye yaptığı ziyaretin ardından Yunanistan'a da gelmeyi uygun bulmamış olmasından duydukları sıkıntıyı ve hala canlı olan rahatsızlıklarını da aktardılar. Türkiye karşısındaki bu kaygılar ve sıkıntılar hafife alınmamalı çünkü birçok Yunanlının düşünce yapısını oluşturmaktalar. Bazıları, Fransa cumhurbaşkanı Sarkozy'nin birçok kişinin düşündüklerini yüksek sesle ifade ederek Türkiye'nin AB'ye tam üye olmansa karşı olduğunu açıklamasıyla rahatladıklarını dahi ifade ettiler. 2004'den bu yanan iktidarda olan Yunan sağı, doğu komşusuna konusunda hiçbir inisiyatif almayıp, sadece vazgeçilmez bir güvenlik tedbiri olarak gördüğü farazi Türk tehlikesi karşısında, Türkiye'nin AB'ye üyeliğini desteklemekle yetindi. Tüm bu unsurlar olumlu unsurlar değil, yeni Papandreu hükümetinin daha hareketli olmasını ve statükoyu değiştirmek için somut öneriler ortaya koymasını bekliyoruz. 1999 yılında ikili ilişkilerde dönüşümü sağlayan PASOK hükümeti idi; bu partinin Türkiye ile ilişkiler konusunda rakibi olan Yeni Demokrasi Hareketi'nden daha iradi bir diyalog kültürüne sahip olduğunu da biliyoruz.
Şüphesiz kendimizi aşırı bir iyimserliğe kaptırmamalıyız. Ege'deki sorunların ağır sorunlar olması bir yana Kıbrıs dosyasında da hala bir çözüm bulunamadı. Ancak Türkiye'nin daha atılgan bir politikayı uygulamaya geçmesi önemlidir. Türk dışişleri bakanı Türkiye'nin tüm komşularıyla "sıfır sorun" politikası uygulamaya geçme anlayışını teorileştirdi. Bu siyaset Türkiye'ye bölgede sayısız inisiyatif almasını sağlayacak ve ülkeyi vazgeçilmez bir güç haline getirecektir. Bu politikanın derinleşmesi ve meyvelerini verebilmesi için Yunanistan'ı da kapsaması gerekmektedir.
Bu dosya kolay bir dosya değildir, Yunanistan tarafındaki engellemeleri de zaten yukarıda dile getirdik. Ancak, siyasetin yeniden Türk-Yunan ilişkilerinde yeniden belirleyici unsur olması için gerilimi düşürmek tüm tarafların yöneticilerinin sorumluluğundadır. Doğu Akdeniz dengesi için bu önemlidir.
Kaynak: Zaman