Türban ve Diyanet İşleri


 
 
Diyanet İşleri Başkanlığı ve Başkanının zorunlu din dersleri konusunda yaptığı açıklamaları izledikçe türban meselesinin toplumda neden bir açmaza sürüklendiğini daha iyi görüyoruz.

21. yüzyılda, AB ile müzakere sürecini sürdüren bir ülkede laiklik kavramının sayısız yorumunu getirmek çok kolay değil.

Kavrama çok kapsayıcı bir tanım getirmenin zorluğu ortada ama bir devletin laik diye nitelendirilebilmesinin olmazsa olmazlarını saymak öyle çok zor değil.

1-Kamusal kararlar dinsel referanslı olmayacak.

2-Devlet tüm inanç ve düşüncclere eşit mesafede ve özgürlükçü duracak.

3-Vergi gelirleriyle dinsel amaçlı harcama yapılmayacak.

Bu üç koşulun yerine gelmediği devlet yapılanmalarını laik devlet olarak nitelendirmek olanaksız.

Bu koşullardan sapmaları da tarihsel, sosyolojik vesaire gerekçelerle açıklamanın, meşru kılmaya çalışmanın günümüzde bir anlamı yoktur; toplumun önemli bir kesiminin talep ettiği din hizmetleri de sivil toplum ya da özel kesim tarafından karşılanmalıdır.

Mesele bu kadar basittir.

* * *

Reşit genç kızların yükseköğretim hizmeti alırken türban takmaları, sübjektif nedenleri ne olursa olsun, özünde bir bireysel hak ve özgürlük meselesidir, başka koşul ve olumsuzluklardan da bağımsız olarak bir hak olarak savunulmalıdır, konunun hukuksal düzenlemelere konu olması yanlıştır, siyaset de bu meselenin bir tarafında olmamalıdır.

Ancak, bir dizi yanlışlar sonucunda yükseköğretim hizmeti alan kızlara getirilen bu mantık dışı sınırlama siyasi tartışmaların tam da ortasına oturmuştur; bu durum sevimsizdir ama artık bir toplumsal gerçektir.

Bu tartışmanın özgürlükleri genişletici bir eksende sonlandırılabilmesi de bu temel hak ve özgürlüğü savunan kesimlerin siyaseten doğru bir pozisyon almalarına bu konjonktürde bağlı hale gelmiştir.

Türban meselesinden hemen sonra gündeme AİHM ve Danıştay kararları ile gelen zorunlu din dersi konusunda Diyanet İşleri Başkanlığı'nın (DİB) aldığı tavır kanımca meselenin çözümünü kolaylaştırıcı bir yönde olmamıştır.

DİB laik olduğu söylenen bir devletin anayasal, yasal kurumudur ama yapılanması büyük sorunlar içermektedir.

Yukarıda belirttiğim laik devlet yapılanmasının üç temel ön koşulundan üçünü de DİB geniş ölçüde ihlal etmektedir; laik olduğu söylenen bir devlet yapılanmasında DİB'in 88 bin kişilik kadrosu vardır yani laik bir devlette 88 bin memur din hizmeti üretmektedir, genel vergi gelirlerinden maaş almaktadırlar ve bu anormal durum dünyada bir tek bizde vardır.

DİB'in 2008 bütçe ödeneği iki milyar YTL düzeyindedir ve bu ödenek Ulaştırma Bakanlığı'nın iki katı, Dışişleri'nin üç katıdır, Adalet hizmeti için ayrılan ödeneğin ise üçte ikisinden fazladır.

DİB'in ödeneği sağlık için ayrılan kamusal kaynakların yüzde yirmisine ulaşmıştır ve bu durum laik bir devlet yapılanmasında gerçekleşmektedir.

Ve yine laik bir devlet yapılanmasında DİB Başkanı yargı organlarını karar süreçlerinde kendilerine danışmamakla eleştirebilmektedir.

* * *

Benim DİB eleştirim klasik bir laikçi söylem değildir zira ülkemizde, ilginçtir, DİB'i sahiplenmede sünni müslümanlarla en katı devletçi-laikçiler yarış halindedirler; kanaatim DİB'in çağdışı, katı ve ancak bizde görülebilecek türde bir laikçi-devletçi örgütlenmenin en temel ve kilit kurumu olduğu yönündedir.

Siyasal Partiler Kanunu'nun 89. maddesi orada dururken, DİB'in meşruiyetini savunanlar bu ilginç maddeyi görmemezlikten gelirken, bu kurumun siyasal-demokratik-anayasal meşruiyeti tartışmalıdır.

DİB bu tutumunda ısrarcı olduğu sürece türban meselesi de daha karmaşık hale gelmektedir.
 
 
Kaynak: Star