Tükenen Deniz

22 Temmuz dönemeci eski siyaset dengelerinin ve tarzlarının da tükendiğini tescil etti. Bu tükeniş biraz da Deniz Baykal'ın şahsında tecelli ediyor.
Tükenenlerden birincisi siyaseti devlet iktidarı ile halk arasında gerilen ip üzerinde cambazlık olarak icra etmek; ikincisi sorunları sömürerek siyasî avantaj peşinde koşmak; yoksa sorun üreterek önüne ispat-ı vücut edeceği siyasî alan açmak.

Tüketmek için çok uzun zaman harcadığımız birinci hikâyemiz şöyle: Devlet içinde asker-sivil bürokrasinin ve onlarla beslenen rant ekonomisinin kemikleşmiş bir iktidarı vardı. Soğuk Savaş dönemi, hem bu iktidara bir rakip çıkarttı, hem de iktidarı sürdürmenin araçlarını sağladı. Rakip halk idi; araç ise Soğuk Savaş'ın sağladığı NATO şemsiyesi altında darbe yapma lüksü idi. 1950'de iktidar koltuğunu Demokrat Parti üzerinden halkla paylaşmak zorunda kalan bu güç, 27 Mayıs ile dizginleri yeniden ele geçirdi ve kendi iktidarını garanti altına alacak düzenlemeleri bir anayasal-siyasal sisteme dönüştürdü. Cumhurbaşkanı olduktan sonra yüzündeki "demokrat" maskesini kaldırıp atan Demirel'i, bu ip üzerinde cambazlık yaparken sûret-i haktan görünen bir devlet iktidarı temsilcisi olarak bugün daha yakından tanıyoruz. Halktan oy alıp devlet içindeki iktidara hizmet etmek, bir yığın sol aydınla birlikte çok sayıda sahte demokrat siyasetçiye de ekmek kapısı oldu. Özal güçlü kişiliği ile bu çizginin dışına çıkmış, karşılığını da görmüştü.

İkincisi, Livaneli'nin ifşa ettiği oportünist Baykal figüründe tecessüm ediyor. Politikacı oturuyor, ülkenin kayıplarının artması için fırsat kolluyor ve bu tahribattan ikbal hesabına girişiyor. Ülkenin kaynaklarını seçim rüşveti olarak halka dağıtmanın iktidar kapısını aralamadığını da bu politikacı profilinin tükenişi ile birlikte hatırlamamız lâzım. 22 Temmuz'da deniz tükendi. Bu tükenişi Baykal'ın şahsında eski siyaset tarzının tükenişi olarak kayda geçirmeli. Ülkemizin sorunları arasında yer almayan, maddî ve manevî olarak mevcut olmayan "Cumhurbaşkanlığı sorunu"nu bir yılı aşkın emek harcayarak bir krize dönüştüren ve bu insanüstü çabalarının karşılığını sandıktan mutantan bir hezimet olarak alan Baykal, bütün geçmişi ve kariyeri ile bugün bu tükenişi temsil etmiyor mu? Bugün, Meclis cumhurbaşkanını kaldığı yerden devam ederek seçebilecek ise, kaybettiklerimizin faturasını çıkartarak, bu "kriz üreten siyaset"in iflasını ilan etmeliyiz. 22 Temmuz, halktan oy alarak devlet içindeki iktidara teslim olan ve siyasî mevcudiyetini bu iktidara dayandıran politikacılara nefes alma fırsatı bile vermedi. Ağar mertçe pişmanlığını ifade etti ve saygı kazandı. 28 Nisan'da Meclis'e girmediği için pişmanlık duymadığını söyleyen Mumcu'nun gerekçelerindeki mantık, siyasetteki yokluğunun gerekçelerinin mantığına hâlâ fersah fersah uzakta duruyor.

Deniz gerçekten tükendi. Em. Orgeneral Edip Başer'in "darbe tehdidi"ne, artık dönüp bizim cevap vermemiz gerekmiyor. Cumhuriyet'ten Ali Sirmen'in cevabı bile bu hayaleti gözden kaybetmeye yetiyor.

Siyaset benlik duygusunu kışkırtıyor. Bu şişirilmiş egolar sadece sandığa çarpıp tökezleyenlerin değil, onlara yalın kılıç destek veren yazar-çizer takımının da egoları. Bu enaniyet duygusu ile insanların hatalarını anlamaları ve bu hatalardan dersler çıkartabilmeleri için akıl ve fikrin avdet edeceği bir zamana ihtiyaç var. Bu yüzden sandık hezimetinin faturasını halka çıkartanları mazur görebiliriz. TÜSİAD'ın hemen seçim sonrasında faiz oranları ve enflasyon hedefleri ile ilgili beklentilerini açıklamasını, siyasetin de üzerinde şekilleneceği reel zemin olarak anlamalıyız. Darbeyi imkansız hale getiren işte bu reel zemindir. Demirel, "Her iki kişiden biri AK Partili" sözüne, "Demek ki, her iki kişiden biri AK Partili değil" yorumunu yapıyor. Elbette, her iki kişiden biri AK Partili değil. Ama Demirel ve diğerleri demokrasinin yarısını temsil eden o AK Partili olmayanların arasında bile yer almıyorlar.

 
Kaynak: Zaman