Totalitarizmin ve Militarizmin Özgürlük Vaadi

Türk modernleşmesi karakterini batı modernleşmesinden almıştır. Batı modernleşmesi ise vaat ettiği özgürlüğü kendi yöntemleri ile vermeye izinlidir. Batı modernleşmesi; yukarıdan dayatmacı, tek tipleştirici, sinikleştirici ve yok edicidir. Mutlak hakikatin temsilciliğini kimseyle paylaşmayan modernleşme kendi dışındaki bütün insanları özgürleştirici bir görev üstlenmiştir. Bu misyondan Türk modernleşmesi sonuna kadar faydalanmıştır ve faydalanmaya devam etmektedir.

Türk modernleşmesi Tanzimat fermanı ile başlayan süreçte içinde yaşadığı halkın görüşlerini ve inançlarını hesaba katmadan bir kurtarıcı misyon yüklenmiştir. Aslında bu durum halkın hiç yadsımadığı bir siyasi duruştur. Çünkü daha önceki yönetim mekanizmalarında da aynı süreçler geçerliydi.

Kurtuluş savaşı verildikten sonra ilk yapılan şey cumhuriyetin ilanı olmuştur. Fakat cumhuriyetin ilanı bir darbe sonucu gerçekleşmiştir. Tarihi tanıklıklar bunu bize bildirmektedir. Cumhuriyetin bütün ilkeleri -yanlışlığı ve doğruluğu bir tarafa- dikte edilerek gerçekleşmiştir. Kesin bir yargıya dönüşmüş "halka rağmen halk için" yöntemiyle hayat bulmuştur.

İşin ilginç boyutu ise: ne zaman bir değişim gerçekleşecekse öncelikle kabulünü sağlayacak psikolojik ortamın oluşması ancak sosyal şiddet hareketliliği sayesinde gerçekleşmiştir. İktidar muhalefeti mi ezecek; hemen sana bir irtica senaryosu ve muhalefetin gıkı çıkacak mecali kalmaz! Tek parti dönemi buna uygun örneklerle doludur! Demokrasiye geçiş dönemi kabul edilen çok partili siyasal dönemde bu farklı mı olmuştur!

Hayır…

60 darbesi halkın oylarını yanına çekemeyen militarist güçlerin ve elit takımın "devlet elden gidiyor" teranesi ile meydana gelmiş ve bu halkın çocuklarından üç önemli ismi hal etmiştir.

İşin garibi çift uçlu bıçak gibi iş gören "devlet elden gidiyor" ve "din elden gidiyor" klişe sloganları aynı hegemonyaya hizmet etmektedir. Siyaseti nereye döndürecekseniz ona göre birini tercih ediyorsunuz! Bu durum ve duruş anlaşılmadan oluşan siyaseti ve siyasal gelişmeleri doğru yorumlayabilme imkânı kalmaz!

71 muhtırası, 80 askeri darbesi, 28 Şubat post- modern darbe süreci ve 27 Mayıs e – bildirge de kendi başına bir siyasi müdahale aracı olarak kullanılmıştır. Özellikle 80 öncesi sağ/ sol siyasi şiddet akıllardan hala çıkmamıştır. Binlerce insan bizzat fiili olarak şiddet ve işkenceye tanık olduğu gibi yüz binlerce insan da dolaylı olarak etkilenmiştir. Sonuç ne peki? Bizzat darbe yapanlar tarafından yapılan açıklamalar bu şiddet olaylarının arka planında darbenin meşruiyetini sağlama yatmaktadır. Bu korkunç siyasetler niçin uygulanmaktadır. Çünkü halk kendini yönetme becerisini gösterememektedir. Dolayısıyla kurtarıcılar "halkı halktan kurtarma" misyonunu üstlenirler. Ve bütün bu yapılanlar sadece "kurtarıcı misyonlarının" gereğidir.

Olayın ekonomik boyutu elbette önemlidir. Burası daha uzun bir yazının konusu olmayı hak eder. Ancak "yönetsel misyon" ve "halkın kendisini yönetememe "miti daha önemli durmaktadır.

Cumhurbaşkanı seçimlerinin tıkandığı noktayı bir kez daha hatırlayalım. Çoğunluğa sahip olmanız sizin cumhurbaşkanını seçmeniz anlamına gelmez!

Ve seçtirmediler de…

Cumhurbaşkanını halkın seçmesi konusunda da aynı yaklaşım öne çıkmaktadır. Halk yanlışı seçerse biz onu onaylayacak mıyız sorusu çok anlamlı olmaktadır. Sürecin önemli aktörlerinden biri olan Kanadoğlu"nun yaptığı açıklama işi biraz daha netleştirmektedir. 450 milletvekili ile seçim sürecinden galip gelseniz de cumhurbaşkanını uzlaşma ile seçmek zorundasınız der! Bu yaklaşım yukarıda izah ettiğimiz gibi "tanrısal bir duruşla misyon üstlenmek" ve halkın "kul" olduğunun zımnen kabulü anlamına gelmektedir.

Tanrılarınıza nasıl karşı gelebilirsiniz ki?

Bu affedilecek bir şey değil!

Türkiye de cumhurbaşkanlığı seçim süreci ile yeni bir siyasi düzeye sıçramış durumdayız. Siyasete müdahale yapılmaktadır.

Geriye yaslanarak şöyle son bir yılın olaylarını düşünün!

Danıştay saldırısı, Trabzon"da rahip Santos"un öldürülmesi,  ermeni asıllı gazeteci Hrant Dink"in öldürülmesi, göstermelik Erdoğan Teziç saldırı, Malatya da öldürülen üç misyoner ve son olarak Ankara da canlı bomba eylemi ve ölen insanlar ile yüzlerce yaralı; bunlar bir şeyler hatırlatmıyor mu?

Osmanlının son döneminden bu güne kadar siyasal şiddet kullanılarak siyasal hayata müdahale edilmektedir. Sanılmasın ki bu sadece Türkiye"ye has bir durumdur. Bütün İslam coğrafyalarında bu durum böyledir. Hatta oralarda bu durum daha vahim bir şekil almaktadır…

Cumhuriyet tarihi bunun tanığıdır.

 Son olayların da bu bağlamda değerlendirilmesi kaçınılmaz olmalıdır.

 Etrafımızda meydana gelen siyasal olaylara baktığımız zaman nereye sürüklenmek istediğimiz ortaya çıkmaz mı? Son olayın Kuzey Irak"a müdahale etmenin psikolojik zeminini oluşturduğu gibi bu tür şiddet olayları ile düzene girmiş ekonomi vurularak, siyasal hayatta kargaşanın oluşturulması ve böylece seçim atmosferine giren iktidarın şamar oğlanına döndürülerek vurulmasını sağlamaktır. Tipik bir örnek: CHP"nin bu gün Mersinde gerçekleştirdiği miting sahasında Deniz Baykal"ın propagandasının ağırlık konusunun Türkiye"nin şiddet sarmalına girdiğini ve Ak partinin sıfır şiddet ile iktidarı devir aldığının altını çizmesi ne anlatmak istediğimizi kesin bir şekilde açıklayıcıdır.

Olan yine bizim halkımıza olmaktadır. Halk sabırla bir yenibaharı beklemeye başlayacaktır. Bu bir kader olmamalı ve halk bu sefer kendi kaderine sahip çıkarak oynanan bu çirkin oyunun haddini bildirmeli ve kesinlikle bu siyasete pirim vermemelidir. Çünkü eğer bu gidişe dur denilmezse her on yılda bir bu durum tekrar edecektir.

Bu şiddet sarmalından kurtulmanın tek yolu; halkın iktidara el koymasıdır. Ve halk bu iktidarını her hangi bir kurum ve kuruluşla da paylaşmamalıdır. Yoksa aynı tarih tekerrür eder. Halk adına halka rağmen yeni siyasetler devam edecektir.

Cumhuriyetin vatandaşı olmak iktidarı kendi ellerine almak demektir. Eğer kulluktan kurtulmak ve gerçek anlamda özgür vatandaşlar olmak isteniyorsa iktidarını kendi rızası dışında kullanıma sokmamaktır.

Temel yanılgı ise dinin özgürlüğü ortadan kaldırdığı ve köleliği kalıcı kıldığıdır. Hazreti Ömer"in veciz sözü ile: " hangi güç anasından hür doğmuş insanı köleleştirebilir"

Bütün köleci sistemlerin yok edilmesi ve gerçek özgürlüğün yaşamsal hale gelmesi adına