Toplum, milliyetçilik, küreselleşme

Aslında milliyetçilik, kendi amacına aykırı bir ideolojidir. Bunu şöyle açıklayabiliriz : eskilerin fıkıh usulünde kullandıkları tabirle, "gayri meşru tarik, maksudu zıtta gider". Yani, eğer uygun ve meşru olmayan bir yol takip edilirse, elbette ki maksadın zıddına gidilecektir.  Milliyetçilik, anti-emperyalizm olarak formüle ediliyor. Keza niyeti, varmak istediği hedefi budur ve söylemi de anti-emperyalist bir söylemdir. Fakat kendi zıddına bir sonuç doğurmakta, emperyalizm ve küreselleşmenin yayılmasını ve ortaya çıkmasını sağlayan en önemli faktör olmaktadır.  

Modernizm sonrası postmodern zamanlarda çözülmekte olduğu söylenilen toplum, yeni bir olgu ve modern bir fenomendir. Modernlik öncesinde -kavram olarak dahi- "toplum" yoktur. Toplum, 19. yüzyılda modern sosyal bilimler ve sosyoloji tarafından üretilmiş bir kavramdır, sentetik bir üretim, kurgusal bir imalattır. Daha öncesinde ne Batı ne de Doğu'daki literatürlerde böyle bir kelime mevcut değildir. İslam bakış açısından kısa bir araştırma yapacak olursak ; Kur'an'ı Kerim'de toplum kelimesine karşılık olabilecek hiçbir kelime bulamıyoruz. Aşiret, kabile, kavim, halk (şa'b ve şuub) vardır,  ama toplumun karşılığı yoktur. Birden fazla aşiretin bir araya gelmesi kabileyi, birden fazla kabilenin bir araya gelmesi ise, kavmi meydana getirir. Aşiret, kabile ve kavimde, coğrafi birlik, kan ve akrabalık bağı vardır. Birden fazla kavmin bir araya gelmesi halkı meydana getirir; fakat bu halk, modern anlamdaki halk değildir. Birde bütün bunların üstünde ve daha büyük, inanç ve siyasi birlik manasında "ümmet" vardır. Toplum ve cemiyet yoktur, cemaat vardır!..

19. yüzyılda Alman sosyologu Ferdinand Tönnies, Alman toplumunu veri alarak bir analizde bulunuyor ve modern dünyanın cemaatlerden cemiyete doğru gitmekte olduğunu söylüyor. Ancak çok ilginç bir şey daha söylüyor; bu sürecin belli bir noktaya geldikten sonra, cemiyetin (yani toplum) bölünüp çözüleceğini ve tekrar cemaat hayatına dönüleceğini belirtiyor. Şuanda küreselleşme dediğimiz fenomen, modern olan toplum kavramını çözüyor. Modernlik, insanı, bağlı olduğu geleneksel ve tabii yapılardan kopardı; aileden, cemaatten, loncadan, ahi teşkilatından, tarikattan, zaviyeden, kiliseden, geleneksel olarak akla gelebilecek her şeyden kopardı.

Bir apartmandaki evleri düşünelim; her biri ayrı bir hayat, felsefe, dünya görüşü, mekân ve oturma biçimine sahiptir. Ancak sen bütün bunları yıkıp, tek bir ev yapıyorsun ve burada yaşayan insanları "toplum" olarak isimlendiriyorsun. Toplum, eritici bir kazandır. İşte bu toplum, bütün dünyada, Batı'da ve Doğu'da, çözülüyor. Fukuyama, Batı, çok güçlü bilimsel birikime, teknoloji ve askeri güce sahip; fakat insanları bir arada tutacak sermayesi yok, diyor ve yardımlaşma, komşuluk ilişkileri, aile, insanların anne ve babasına gösterdiği saygı, manevi ve geleneksel olan her ne var ise bunların hepsini "toplumsal sermaye" kategorisine koyuyor. Şu anda modernlik, insanları -dikey olarak- bir arada tutamıyor. Mekân üzerindeki hareketliliğe baktığımız zaman güneyden kuzeye, doğudan batıya, yoksul ülkelerden zengin ülkelere doğru beşeri bir hareket sürmektedir. Her sene milyonlarca insan Batı ülkelerine gitme teşebbüsünde bulunuyor. Tabii bunları tetikleyen bir takım sebepler vardır. Yoksulluk, savaşlar, baskı rejimleri, ekolojik sebepler, baskı rejimleri, vs. bir sürü faktör sıralanabilir. Bütün dünyada, özellikle de İslam dünyasında, benzer bir toplumsal hareketlilik, yani büyük kentlere doğru bir göç var. 1940'larda Türkiye nüfusunun % 15'i şehirlerde, % 85'i kırsal yerlerde veya köylerde yaşıyordu. Bu rakamlar tersine döndü ve şehirlerdeki nüfus % 70'e çıktı.

Şimdi bu insanlar bulundukları yerden belli merkezlere doğru akarken büyük bir çözülme meydana geliyor ve bunun başını  çeken saik de,  küreselleşme dediğimiz ve ne olduğunu kimsenin bilmediği, hatta çoğunun ifade ettiği üzere "öznesiz ve belirsiz" bir süreç.  Küreselleşmeyi kimin tayin ettiği ve yönlendirdiği belli değil. Devletler mi, hükümetler mi, lobiler mi, çokuluslu şirketler mi, petrol şirketleri mi, silah tüccarları mı, bilim adamları mı, internet mi? Aslında kimse bunu bilmiyor. Belki de hepsi -birlikte- ve bir şekilde bu sürecin içerisinde rol oynuyorlar.

Küreselleşme varlığını hissettirdikçe ve etkisini gösterdikçe bütün geleneksel yapıları çözüyor. Burada geleneksel dediğim, modern zamanlara ait geleneksel yapılardır; modern olan, kendisinden önceki bütün geleneksel yapıları zaten çözmüştü. Mesela milli devletler, cemaatleri ve tarikatları çözmüş, onları küreselleşmeye hazır hale, uygun kıvama getirmişti. Yine küreselleşmeye karşı aile direnebilirdi. Fakat milli devlet aileyi zayıflattı. Dahası milli devlet, toplumun kendisini zayıflattı. Geleneksel toplumlarda insan ile devlet arasında "ara korunaklar" vardı; bunlar insanı devlete veya siyasi iktidara karşı koruyan mekanizmalardı; milli/ulus devlet bunları dağıttı, dolayısıyla insan, tek başına ve savunmasız kaldı.