Terörün ontolojisi: PKK, şiddeti neden tırmandırıyor?

PKK saldırılarını nasıl okumalıyız?

Bu saldırılar neyi amaçlıyor? Devletin tavrı nasıl olmalıdır? Bu sorulara kuramsal bir çerçeveden cevap aramak hem mevcut hem muhtemel saldırıların mantığının anlaşılması açısından önem arz ediyor.

Genel olarak etnik çatışmalar, özelde ise PKK ile ilgili yapılacak analizlerin gözden kaçırmaması gereken iki önemli nokta mevcuttur. Birincisi, etnik grup adına ortaya çıkıp silahlı ayaklanmalara girişen her örgüt rasyoneldir. Giriştikleri eylemleri elde etmeye çalıştıkları sonuçlar belirler. İkincisi, amorf yapılar olan etnik gruplar ya da milletler doğrudan savaşmaz; onlar adına hareket ettiklerini iddia eden örgütler savaşır. Fakat etnik çatışmalarda savaşan grupları ayıran ana çatlak her zaman etnik bir ayrıma tekabül etmez. Mesela Kürtlerin büyük bir çoğunluğu PKK ve BDP çizgisine mesafeli duruyor.

Bu iki noktadan hareketle şu teorik önermede bulunmak mümkün: Örgüt ile etnik grubun menfaatleri çoğu zaman aynı değildir, menfaatler çatıştığında örgütsel menfaatler tercih edilir. Bu tercih ise grup menfaati ambalajı altında meşrulaştırılır.

Bu önermeyi daha sonra hatırlamak kaydıyla burada bırakıp yukarıdaki sorulara cevap arayabiliriz. Tedhişe başvuran isyancı bir örgütün önünde, gerçekleşmesi muhtemel dört senaryo mevcuttur: A) Giriştikleri bütün şiddet veya terör eylemleri sonucunda kurucu elitleri olacakları bağımsız bir devlet kurmayı başarmak; B) Özerk bir bölge oluşturmak ve bu bölgenin yönetici elitleri olmak; C) Bütün kültürel hakların tanındığı ve saygı duyulduğu, ayrıca ekonomik eşitsizliklerin giderildiği üniter bir devlet içinde yaşamak; D) Statükonun devamı, yani kültürel hakların devlet tarafından kısmen veya tamamen reddedilmesi ve şiddetin devamı.

Bu seçenekler isyancı gruplar açısından normal şartlar altında şu sıralamaya sahip olmalıdır: A > B > C > D. Fakat pratikte oluşan tercih sıralaması şöyle oluşuyor: A > B > C > D. D ve C şıklarının tercih sıralarının yer değiştirmesi bir mantığa dayanıyor. Peki, bu mantık nasıl işliyor?

İsyancı örgütler için bağımsızlık (A) şıkkı hem teoride hem de pratikte en tercih edilebilir seçenektir. Diğer şıklar A şıkkı için ortam hazırladıkları ve bu ümidi besledikleri ölçüde değer kazanır. Örneğin özerklik (B) şıkkının gerçekleşmesi halinde hem somut olarak bazı önemli kazanımlar elde edilir hem de A şıkkı için beslenen hayaller geleceğe taşınır. Bu yüzden A şıkkının gerçekçi olmadığı durumlarda B şıkkı her zaman kabul edilebilir bir şıktır. Fakat C şıkkı (kültürel hak ve taleplerin sağlanması) isyancılar için büyük bir tehlikeyi barındırır; çünkü A ve B şıkları için uygun bir zemin hazırlamak bir tarafa, bu şıkları büyük ölçüde bertaraf etme potansiyeline sahiptir. Kültürel hakların tanındığı üniter bir devlette, etnik milliyetçi duygular zamanla zayıflamaya yüz tutar. Bu durumda A ve B şıkları için kitleleri harekete geçirmek amacıyla kullanılan argümanlar ortadan kalkar ve bu da potansiyel militan havuzunu oldukça küçültür.

C şıkkını önemli kılan en dikkat çekici husus, yazının başında değinilen önermenin, yani örgüt ile etnik grup arasındaki menfaat farklılıklarının ortaya çıktığı durum olmasıdır. Bu şık, hedefteki etnik grup için oldukça cazip fakat örgüt için oldukça risklidir. Diğer bir ifadeyle C şıkkının hayata geçirilmesi örgüt ile adına savaştığını iddia ettiği etnik grup arasında bir menfaat çatışmasına yol açar. Tam da bu noktada, örgüt kendi menfaatlerini önceler ve bu süreci akamete uğratmak için şiddeti tırmandırır. Şiddeti tırmandırmakla amaçlanan ise devleti ya bir üstte bulunan B şıkkına zorlamak, yani özerklik verilmesini temin etmek ya da bu başarılamıyorsa D şıkkına kaymasını sağlamaktır. Örgüt için D şıkkı C şıkkına göre daha tercih edilebilirdir; zira şiddetin devamı hem örgütün militan havuzunu genişletme potansiyeline sahiptir hem de kitlesel desteği artırıcı bir rol oynar. Diğer bir ifade ile D şıkkı A ve A şıkları için büyük bir potansiyel barındırır. Bu mantığın bir sonucu olarak D şıkkı (statükonun devamı) C şıkkına (kültürel hakların tanınması) göre örgüt için çok daha tercihe şayandır.

C şıkkını önemli kılan diğer bir husus ise üniter bir devlet ile etnik grubun menfaatlerinin en üst seviyede örtüştüğü yer olmasıdır. Bu hem devletin yapısının radikal bir değişime uğramasını engeller hem de etnik grubun kültürel haklarını temin eder. Devletin bu yönde atacağı adımlardan zarar görebilecek tek aktör ayrılıkçı örgüttür. Örgüt bu zararı giderebilmek amacıyla C şıkkını mümkün kılan ortamı hedef alır.

Bu teorik çerçeve içerisinden Kürt meselesi okunduğunda şöyle bir tablo ortaya çıkıyor: Hükümetin 'demokratik açılım' paketi, yukarıda değinilen tercih kümesinde C şıkkına tekabül ediyor. Yani üniter yapı içinde kalınarak kültürel taleplere ilişkin demokratik hakların verilmesini amaçlıyor. Bu amaca uygun olarak birçok önemli adım atılmış, daha önce konuşulması mümkün olmayan radikal taleplerin bile tartışılabildiği bir ortam hazırlanmıştır. Fakat PKK'nın ve Kürt siyasetinin bu sürece yönelik tepkileri mezkûr teorik çerçevenin öngördüğü şekilde gelişti, süreci tıkamaya yönelik oldu. PKK militanlarının geri dönüşü için oluşturulan ortam provokasyonlarla yok edildi. Sorunun demokratik alan içinde barışçıl bir şekilde çözümü için hükümet tarafından gösterilen iyi niyete, cesaretlendirici bir destek vermedi Kürt siyaseti. Kürt sorununa ilişkin bütün konuların konuşulabildiği ve en radikal söylemlerin dahi dillendirilebildiği siyasi ortama destek vermek bir tarafa, bu ortamı zedeleyecek terör saldırıları gerçekleştirildi.

Mevcut çerçeveye göre bütün bu saldırıların ve tansiyonu yükseltici tavır ve davranışların muhtemel iki amacı olabilir. Birincisi, devleti C şıkkından B şıkkına yani özerkliğe çıkmaya zorlamaktır. Böyle bir amacı taşıyanların son sekiz yılda yaşanan demokratik gelişmeleri yanlış okuduklarını belirtmek yanlış olmayacaktır. Zira bu reformlar PKK şiddetinin dayatmasıyla değil, ülkenin genel olarak demokratik gereksinimleriyle ortaya çıkmıştır.

İkinci fakat daha muhtemel amaç ise devleti C şıkkından D şıkkına geçmeye zorlamak, yani demokratik açılım sürecinin önünün alınması ve devletin şiddet için provoke edilmesidir. Bu amaç tarihî tecrübeler göz önüne alındığında daha olası görünüyor. PKK'nın Kürt sorunuyla ilgili her şeyin çok olumlu ve barışçıl geliştiği bir süreci akamete uğratmaya çalışması mezkûr teorik çerçeve göz önüne alındığında şaşırtıcı olmayacaktır. Şiddetin arttığı dönemlerde PKK'nın destekçi bulmada daha az zorlandığı biliniyor. Bu yüzden PKK'nın menfaatleri açısından D şıkkı (statüko) C şıkkına (tanınma) göre daha mantıklı. PKK'nın artarak devam eden saldırılarının yaslandığı temel mantık budur.

Devlet ne yapmalı?

Demokratik reformlardan geriye dönüş PKK'nın amacını gerçekleştirmesine yardımcı olacaktır. PKK'ya karşı verilen mücadele ile demokratik açılım meselesi birbirinden ayrı süreçler olarak ele alınmalı, şiddetin yön verici bir konuma gelmesi engellenmelidir. Her şeyden önemlisi devlet, PKK ile mücadelesinde ayırt edici bir stratejiyi benimsemelidir. Sivil halk ile eli silahlı kişiler arasında mutlaka ama mutlaka ayrım yapan bir mücadele olmalıdır bu. 90'lı yılların ayırt etmeyen devlet şiddetinin vermiş olduğu zararların etkisi halen devam etmektedir. Devlet kanadından yapılan ilk açıklamalar bu konuda dikkatli olunacağı mesajını vermektedir. Ergenekon davasıyla derin yapıların tasfiyesini tamamlamaya çalışan ve giderek sivilleşen Türkiye'nin PKK ile mücadele ve demokratik reformlar arasında bir ayrım yapacağını öngörmek zor olmayacaktır. PKK'nın şiddeti tırmandırarak amaçladıklarını gerçekleştirmesinin önüne geçmenin tek yolu, şiddet dalgasının duygusallığına kapılmadan kültürel özgürlükleri öngören C şıkkını tamama erdirmektir.

Kaynak: Zaman