Terörün kaynağındaki şiddet

Dünyada şiddetten en çok çeken toplumlar arasında olduğumuza kuşku yok. Uygarlığın temelini oluşturan, anlaşmazlıkların ancak konuşarak, tartışarak, uzlaşarak çözülebileceği anlayışını; şiddetin şiddeti doğurduğu, rüzgâr ekenin fırtına biçeceği bilincini yerleştiremedik.

Karşımıza her çeşidiyle terör olarak çıkan büyük belanın kaynağında, toplumun temelini oluşturan aile kurumu içinde erkeklerin kadınlara, ana-babaların çocuklarına uyguladığı baskı, zor ve şiddetin yer aldığı konusunda en küçük bir tereddüt olmamalı. Yani, eğer şiddeti, terörü toplumsal hayatımızdan kökünden çıkarmak istiyorsak, işe aileden başlamak gerekiyor.

Bu gerçeği olanca açıklığıyla ortaya koyan bir araştırmanın sonuçları geçtiğimiz günlerde açıklandı. Boğaziçi Üniversitesi'nden Prof. Dr. Yeşim Arat ile Sabancı Üniversitesi'nden Dr. Ayşegül Altınay'ın "Türkiye'de Kadına Yönelik Şiddet" başlıklı araştırması, kadınların maruz kaldığı şiddetin yaygınlığını ve bu vahim duruma son vermek için yapılması gerekenleri konu alıyor. TÜBİTAK'ın sağladığı mali destekle gerçekleştirilen araştırma, Ocak 2006-Haziran 2007 tarihleri arasında toplam 56 ilde 1800 evli kadınla yüz yüze mülakat yoluyla toplanan veriler ile, 27 ilden 50'ye yakın kadın kuruluşu ve 150 kadar kadın temsilcisiyle yapılan görüşmelere dayanıyor.

Araştırmanın kadınlara uygulanan şiddetle ilgili çarpıcı bulgularından bazıları şunlar: Her üç kadından biri, eşinden dayak yediğini söylüyor. Çocukken maruz kalınan şiddet, erkeğin şiddete başvurma olasılığını iki katına çıkarıyor. Yani şiddete maruz kalan, şiddet uyguluyor. Kadınların aileye eşlerinden daha çok gelir getirmesi, eşlerinden dayak yeme risklerini iki kat artırıyor. Yani, eşlerinden eksiklik hisseden erkekler, iki kat daha şiddet kullanmaya eğilimli. Öğrenim düzeyleri arttıkça, fiziksel şiddete maruz kaldığını söyleyen kadınların oranı azalıyor. Yani, beklenebileceği üzere, ailede eğitim düzeyi yükseldikçe şiddet kullanma eğilimi zayıflıyor. Yine de üniversite okumuş erkeklerin bile altıda birinin eşlerine fiziksel şiddet uygulaması dikkat çekici.

Araştırmanın bazı bulguları da aile içinde kadının ne denli erkeğin iradesine bağımlı olduğunu göstermekte. Kadınların büyük çoğunluğunun alışverişe çıkmaktan ailelerini ziyarete gitmeye varıncaya kadar attıkları her adım kocanın iznine tabi. Kadınların yaklaşık yarısı kanun önünde kadın-erkek eşitliğine yönelik yeni düzenlemelerden habersiz. Yarıya yakını yeni Medeni Kanun uyarınca evlilik sırasında edinilen mülklerde eşlerin eşit hakka sahip olduklarını bilmiyor. Yine yarıya yakını 4320 sayılı Ailenin Korunmasına Dair Kanun'u, yani kocasından dayak yiyen kadının, korunma için savcılığa başvurabileceğini, yargıcın da saldırganı 6 ay süreyle evden uzaklaştırabileceğini bilmiyor.

Kadınların % 90'ı "haklı görülebilecek dayak yoktur" görüşünü paylaşıyor; % 70-85 arasında değişen çoğunluğu da devletin erkekleri eğiterek, kadınlar için sığınma evleri açarak, aile içi şiddete karşı çalışan kuruluşlara destek sağlayarak, saldırganlara ağır cezalar vererek ve polisi eğiterek aile içi şiddeti önleyebileceğine inanıyor. Yani, aile içi şiddetin aile içinde çözülebileceği kanısında değil, devletten önlem bekliyor.

Araştırma raporunda vurgulanan en önemli hususlardan biri, 1998 tarihli 4320 sayılı kanundan, 2001 tarihli Medeni Kanun, 2004 tarihli Ceza Kanunu ve 2006 tarihli "Çocuk ve Kadınlara Yönelik Şiddet Hareketleriyle Töre ve Namus Cinayetlerinin Önlenmesi İçin Alınacak Tedbirler"e dair Başbakanlık Genelgesi'ne kadar uzanan, hukuk önünde kadın-erkek eşitliğinin sağlanması yönünde yapılan bütün düzenlemelerde kadın örgütleriyle kamu makamları arasındaki işbirliğinin oynadığı verimli rol.

Bu çok dikkate değer araştırma kısaca şunu gösteriyor: Kadına yönelik şiddet, Türkiye'de şiddet kültürünü doğuran etkenlerin başında gelmektedir. Kadınlar arasında maruz kaldıkları şiddete karşı büyük bir tepki vardır ve devletten bunu sona erdirecek önlemleri almasını beklemektedir.


Kaynak: Zaman